* Fotoğraf: Anadolu Ajansı (AA) - Arşiv
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) 18 Aralık 2015'te oybirliğiyle kabul ettiği 2254 sayılı kararda, Suriye'de acil bir ateşkesin sağlanması ve ülkede siyasi çözüm çağrısı yaptığı biliniyor.
BMGK'nin söz konusu kararı gereğince yapılacak siyasi görüşmelerde, "terörist" olarak sınıflandırılan IŞİD ve Nusra, BM kararının dışında bırakılırken, 6 ay içerisinde tüm diğer tarafları içerecek bir geçiş hükümetinin kurulması ve 18 ay içinde BM gözetiminde seçimlere gidilmesi kararı alındı.
Fakat tarafların farklı çıkarları ve çok yönlü iç ve dış müdahaleler bu kararın hayata geçirilmesine yıllar geçse de fırsat tanımadı.
30 Ocak 2018'de Astana süreci kapsamında toplanan ulusal kongrede de nihayet Suriye yönetimi, muhalefet ve bağımsızlardan oluşan 150 kişilik anayasa komitesi üzerinde anlaşma sağlandı. Genel komiteyi temsilen 45 kişilik bir yürütme belirlenmesinin ardından Cenevre'de BM'nin Suriye özel temsilcisi öncülüğünde görüşmelere başlandı.
Sürdürülen görüşmelerin sekizincisi, 30 Mayıs-3 Haziran'da yapıldı; dokuzuncu görüşmeler için de 25-29 Temmuz'da müzakerelere devam kararı alındı. Fakat İsviçre'nin Rusya-Ukrayna savaşında Ukrayna'dan yana tutum almasını tarafsızlığını yitirmesi olarak değerlendiren Suriye heyeti, bundan böyle Cenevre'de yapılacak görüşmelere katılmayacağını ilan etti.
Gerçi müzakere sürecinin tıkanmış olmasının tarafları pek üzdüğü söylenemez. Zira kimsenin ciddi bir ilerlemenin sağlanmadığı Cenevre görüşmelerinden siyasal bir çözüme varılacağı gibi bir beklentisi zaten yoktu.
Cenevre görüşmeleri BM'nin gözetiminde gerçekleşse de asıl olan şuydu ki Astana formatında, Rusya, İran ve Türkiye'nin imzaladığı anlaşmayla Suriye'de çözüm umudu doğmuştu.
Üç ülkenin Astana anlaşması gereğince, peş peşe yaptığı zirvelerde çözüme ilişkin aldığı kararların sahada çatışmaları büyük oranda durdurmuş olması şüphesiz önemli. Ancak, bu gerçeklik, Suriye'nin bölünmüşlüğünü önleyemediği gibi özellikle kuzey Suriye'de Türkiye himayesinde varlığını sürdüren birçok İslami radikal gücün yanı sıra, İdlib'te Heyet Tahrir El Şam (HTŞ) ya da El Kaide kökenli Nusra Cephesinin, bölgesel ve küresel düzlemde "terör örgütü" sayılmasına rağmen Şeriat Emirliği ve ''kurtuluş hükümeti''ni ilan etmesini engelleyemedi.
HTŞ, aşırı radikal İslamcı bir güç olarak hem Suriye yönetimine hem de Astana üçlüsüne meydan okumaya devam ediyor.
Düşündürücü olduğu kadar tehlikeli de
Özellikle gerginliği azaltma bölgesi olarak ilan edilen İdlib'te, garantör olan Türkiye'nin yüksek düzeyde askeri yığınak yaparak mevzilendiği bir alanda, HTŞ Lideri Ebu Muhammed el Colani, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) tarafından başına 10 milyon dolar ödül konmasına aldırmadan Türkiye ve kontrolündeki Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) askeri güçlerinin hakimiyetindeki Afrin'e saldırarak işgal etti. Bunun yanı sıra "Suriye Milli Ordusu" (SMO) çatısı altındaki "Cephe el Şamiye"nin askeri gücü olan 3. Kolordu karargahlarını ele geçirmesi karşısında Türkiye'nin sessizliğini koruması, Colani'nin bu hamlesinin Türkiye ile danışıklı bir dövüş olabileceği sorularını akıllara getirirken, yeni tartışma ve tepkilere neden oldu.
Hangi amaç ve maksatla olursa olsun, askeri çözüm yöntemi yerine siyasal çözümü benimseyip, Türkiye'nin yeni operasyonlarına onay vermeyerek erteleten, üçlünün 7. Tahran zirvesinin ardından HTŞ'nin nüfuz alanını genişletecek böyle bir saldırı düşündürücü olduğu kadar tehlikeli de.
Zira Tahran zirvesi oybirliğiyle ilan ettiği 16 maddelik bildirisi ile, Suriye'nin toprak bütünlüğü ve ulusal egemenliğinin altını yeniden çizerken, menşei ne olursa olsun tüm bölgenin güven ve istikrarını bozacak, "terörist" grup ve örgütlere karşı ortak mücadele edileceğini ifade etmiş olup Suriye krizinin siyasal çözümünü yeniden vurguladı.
Bunun üzerine Cumhurbaşkanı ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın zirve dönüşünde Türkiye-Suriye istihbarat yetkililerinin görüşme yaptıklarını ve zamanı gelince Beşar Esad ile görüşebileceğini açıklaması, ardından Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun Suriye muhalefetinin rejimle barışmasını istedikleri yönündeki peş peşe gelen açıklamaları, Suriye muhalif güçlerinde ve Türkiye'deki Suriyeli sığınmacılarda ciddi şaşkınlık ve endişe yarattı.
Fakat AKP iktidarının gerek iç ekonomik kriz, gerekse seçim sath-ı mailine girilmiş olması ya da bölgesel ve küresel denge değişimleri sebebiyle dış politikada başlattığı U dönüşlerinin Suriye politikasında da devam edeceğinin işaretlerini kuvvetlice vurgulamış olması izlenen pragmatik siyasetleri açısından şaşırtıcı olmadı.
HTŞ'nin tam bu süreçte Afrin'e saldırısından sonraki gelişmelerin seyrini anlamak dikkate değer olduğu gibi Suriye'de siyasal çözüm açısından oldukça önemli.
Şam yolu o kadar da rahat değil
Zira, Türkiye'nin yoğun çabaları sonunda kurdurduğu SMO'yu korumak yerine, HTŞ'ye ezdirdiğini ve Cephe'tül Şamiye'nin askeri kanadı 3. Kolordu'nun karargahlarını ele geçirerek (14 Ekim'de) Afrin'i işgali sırasında kılını kıpırdatmadığını yazan Suriye'nin El Vatan gazetesine göre, Türkiye şu sebeplerden HTŞ'nin Afrin'e girmesine göz yumdu:
Türkiye'nin Şam yönetimine yaptığı normalleşme çağrısına beklediği şekilde cevap alamaması; Şam'ın haklı ve meşru talebi doğrultusunda işgal altındaki topraklarından, öncelikle Türkiye'nin ve denetimindeki "terör" gruplarının çekilmesini istemesi; ayrıca Fırat'ın doğusunda SDG'ye karşı işbirliğine yanaşmamış olması karşısında Türkiye'nin geri dönülmesi beklenmeyen, Şam ile müzakerelerinde masada elini güçlendirecek bir güce ihtiyaç duyması.
Gazete, Türkiye'nin Cephe'tül Şamiye ve 3. Kolordu'nun, HTŞ ile ateşkes sağlanması, kardeş kavgasına son verilmesi için günlerce çabaları sonucunda bir anlaşmaya varıldığını yazdı. Bu arada, Rusya'nın RT televizyon kanalının Kürt kaynaklarına dayandırdığı haberine göre, "Washington stratejik araştırma merkezi'' yayınladığı bir raporda, ABD'nin Türkiye'ye; HTŞ'yi Afrin'den çekmemesi durumunda, SDG güçlerinin yeniden Afrin'e girişini destekleyeceğini bildirdiğini açıkladı.
Rapor, ABD'nin bu tehdidi karşısında Türkiye'nin HTŞ'nin çekilmesini istediğini, taraflar arasında bir uzlaşmanın sağlandığını, HTŞ'nin askeri birliklerini çektiğini, güvenlik ve istihbarat birimlerinin SMO askeri giysisini giyerek Afrin'de kalmaya devam ettiklerini yerel kaynaklara dayandırdı.
Görüleceği üzere, "rüzgar her zaman, gemilerin istediği yönde esmiyor" (Arap atasözü). Türkiye, bir taraftan Tahran Zirvesi, ardından Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Erdoğan'nın Soçi buluşmasında alınan kararlar gereğince, ''bir gece ansızın geliriz''in yönünü Şam'a çevirmiş olsa da Şam yolunun o kadar rahat olmadığı ortaya çıktı.
Düne kadar ''Esed'i'' yıkmak amacıyla desteklenen muhalefet güçlerinin Türkiye'nin Şam'la barışma olasılığı karşısında sahada ganimet paylaşımı, saf değiştirme ve kozlarını bölüşmeye yöneldiğini; Türkiye'deki sığınmacıların ait olmadıkları güvensiz bir bölgeye gitmek istemediklerini; üstüne üstlük, ABD'nin, Suriye'de siyasal bir çözümü istememesi ile Rusya ve İran'ın Tahran zirvesinde ABD Fırat'ın doğusundan çıkarılmadıkça Suriye'den sınır güvenliğini sağlamasını istemenin gerçekçi olmayacağı konusunda Türkiye'yi ikna ettiğini bilen ABD, Türkiye-Şam barışını, Rusya ve İran'a yarayacağından hareketle baltalamakta, siyasal çözümü de başka bir bahara bırakmakta kararlı gözüküyor. (BK/SD)