Hüseyin 24 yaşında, Suriyeli "isyancı"lardan. Humuslu, Arap, Sünni. Şu anda Lübnan'da Trablusşam'da bir hastanede tedavi görüyor.
İlk infazını Ekim ayının ortalarında Bab Amr mezarlığında yaptığını hatırlıyor. Gece olduğunu, diz çökmüş Şii kurbanın gırtlağını bıçakla tek hamlede kestiğini...
Toplam dört kişiyi böyle boğazını keserek öldürdüğünü söylüyor ama Rus yapımı BKC makineli tüfekle öldürdüğü insanların çok daha fazla olduğunu da ekliyor.
Aynı hastanede kalan Ebu Rami takma ismini kullanan arkadaşıyla Alman Der spiegel dergisinden gazeteci Ulrike Putz'a anlattıkları insanın kanını donduracak cinsten. Hüseyin ve arkadaşının bağlı olduğu birliğin adı Defin Birliği. Yakalanıp yargılananları infaz ediyor ve gömüyorlar.
Hüseyin'in nedenleri eksik değil: Üç amcası öldürülmüş rejim zindanlarında. Kendisine de işkence edilmiş. "Tabii ki intikam almak istiyorum" diyor. Arkadaşı Ebu Rami uyarıyor: "Suriye hassas insanlara göre bir yer değil".
Yalnızca kendilerinin bağlı bulunduğu birliğin (Defin Birliği) harekatın başından bu yana yine yalnızca infaz ettikleri kurbanların sayısının 200-250'yi bulduğunu söylüyorlar. Çatışmalarda öldürdüklerinin çok daha fazla olduğunu da ekliyorlar.
Soru şu: Suriye'de kaç tane böyle birlik var? Kamuoyuna Esad Rejimi kurbanı olarak sunulanların kaçı bu birliklerin kurbanı? Bu birlikler arasında nasıl bir bağ var ya da yok? Gözlerini intikam bürümüş bu insanların pervasızca silahlandırılması ne tür trajediler sunacak Suriye halkına?
***
1 Nisan Pazar günü İstanbul'daki "Suriye halkının dostları" toplantısının 27 maddelik sonuç bildirgesinde pek de kayda değer kararlar çıkmadı. Kimse beklemiyordu zaten.
Bu yıl Fransa (Nisan) ve ABD'de (Kasım) seçim var ve (Libya'da olduğu gibi) başı çeken bu iki ülke şu aşamada sonu belirsiz yeni bir askeri maceraya girmeye isteksiz. Zaten Kofi Annan'ın herkesin elini bağlayan girişimini onlardan habersiz başlattığını düşünmek büyük saflık olur.
Suriye Ulusal Konseyi'nin Suriye halklarının temsilcisi olmaktan uzak olduğu, ancak 'bir temsilcisi' olabileceği teyit edildi. Daha büyük temsil gücüne sahip olması bekleniyor. Ve adına Hür Suriye Ordusu denen dağınık milislerin de eğitilmesi ve disipline edilmesi talep ediliyor.
Kendilerine 'Suriye Halkının Dostları' diyen bu ülkeler konuşurken Libya'yı ağızlarına almıyorlar. 'Yeni bir Bosna' demek işlerine geliyor ama herkesin aklında yeni bir Libya var ve buna müsaade edemezler. Çünkü şöyle bir detay da var: Suriye'de Libya'dan farklı olarak nüfusun yüzde 13'ü Hıristiyan.
İsrail'e yakınlığıyla bilinen Debka haber sitesi, SUK'un sözcüsü George Sabra'nın Hillary Clinton'la İstanbul'da yaptığı görüşmenin detaylarını aktarıyor.
Sabra, Clinton'a "Batılı güçlerin hemen ve kesin müdahalesi olmadan Suriyeli Hıristiyanların Esad rejiminden desteğini kesinlikle çekmeyeceğini" söylüyor.
Evet, Türkiye bir anda Sünnilerin hamisi kesildi; artık alamet-i farikası haline gelen meşhur pirüetlerinden birini atarak 30 yıl evvelki Hama Katliamı'nın intikamını almaktan falan bahsediyor. Katar ve Suudi Arabistan, Sünniler için demokrasi havarisi rolüne girdiler ama şunu unutuyorlar:
Ne Rusya (Hıristiyan nüfusun çoğu Ortodoks) ne ABD ne de AB Suriye'deki Hıristiyan nüfusu bu kontrolsüz silahlı milislere terk edebilirler.
Şu anda Libya'da olduğu gibi, ellerinde ağır silahlarla intikam yeminleri ederek bütün ülkeyi dolaşan binlerce milisle karşılaşma riskini göze alamazlar.
Kimse bir şeyden vazgeçmiş değil ama görünüşe bakılırsa önceki strateji geri çekildi. Suriye Operasyonu'nda vites düşürüldü. Fransa ve ABD bu işi zamana yaymakta bir beis görmüyorlar. Bu arada, Suriye Ulusal Konseyi ve Hür Suriye Ordusu yeniden dizayn edilsin istiyorlar.
***
Eğer ABD ve AB'nin Suriye politikası bu minvalde devam ederse ortaklar arasında en çok zarar gören ülke, nefesi en zayıf olan Türkiye olacak: Daha birkaç ay önce, Kasım 2011'de müttefiklerinin insanı yardım koridoru talepleri karşısında nazlanan Türkiye'nin İstanbul'daki toplantıda bir tampon bölge için bu kadar bastırması da bundan.
Kofi Annan'ın girişimiyle beraber Türkiye'nin bütün planları bozuldu. Bu işten ekonomik olarak büyük zarar ediyordu ve zararı günden güne katlanacak. Ortadoğu'ya giden yolları kapandı: Ne Suriye, ne Irak güvenli. Ulaşım denize kaldı. Bu, masrafların artması, karların düşmesi demek.
ABD'nin isteği doğrultusunda İran'dan petrol alımını yüzde 20 azaltmak zorunda kaldı, oysa Suriye siyaseti değişmeden evvel Türkiye kendisinin bu yaptırımlardan muaf tutulduğunu sanıyordu.
Ayrıca toplam petrol ihtiyacının yüzde 20'sini İran'dan temin eden Hindistan, İran'a ödemelerini Halk Bank üzerinden yapıyordu. O kalem de kapandı. Bu da, masrafların artması karların düşmesi demek.
Diplomatik açıdansa yalnızca Suriye, Irak ve İran'la değil, Rusya, AB, Fransa ve Almanya'yla bir sene önceki durumdan çok daha sıkıntılı ilişkileri var Türkiye'nin. Bu, ticaret hacminin düşmekte olduğuna da işaret eder.
Bu arada, ABD ve AB'den aldığı sınırsız bombardıman izniyle Kandil'e ve diğer PKK kamplarına yönelik hava harekatlarına ve içeride askeri operasyonlara tam gaz devam ediyor. Ve görünen o ki, bütün yaz boyunca devam edecek. Bu da, bu hava ve kara harekatlarına su gibi para akıtılıyor demektir.
AKP kağıt üzerinde büyüme rakamlarıyla, işsizliğin azaldığını gösteren hileli istatistiklerle ve yalnızca onun istediği şeyleri söyleyen medyasıyla nereye kadar gitmeyi umuyor, bilemeyiz. Evet, karşısında darbecilerin korkuttuğu, harekete geçmeyi yıllardır hatırlamayan, "ben bilmem devletim bilir" diyen munis bir Türk kamuoyu var. Ama Fikret'in dediği gibi bu durum 'tulu-i haşre kadar sürmez.'
Kürt kamuoyuyla durum farklı. AKP'nin politikalarıyla Kürtler ve Türkiye arasındaki mesafe her geçen gün bir daha kapanmamacasına açılıyor. Kürtlere reva görülen adaletsizliklere sessiz kalan Türklerle de bağlar giderek kopuyor.
Ufukta yaklaştığı görülen bölgesel bir çalkantıda Kürtlerin Türkiye'yi bombalarla çözemeyeceği bir zor durumda bırakması kuvvetle muhtemel.
Yukarıda bahsi geçen İstanbul görüşmesinde SUK sözcüsü George Sabra'nın enteresan bir talebi daha vardı ABD Dışişleri Bakanından. Sabra, Clinton'a Halep ve Şam'daki Kürt nüfusunu ayaklanmaya katılmaya çağırmayan Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ni şikayet ediyor, ABD'den Barzani hükümetiyle görüşmesini istiyordu. Eğer Kürtler harekete geçerse bu iki şehir de katılır ayaklanmaya, diyordu Sabra.
Kürtler, evet hazırlandılar ve tetikte beklediler ama Suriye'de son bir yılda yaşananlara neredeyse hiç katılmadılar. Ve Suriye'de bu kanlı cihat oyununa tıpkı onlar gibi -Hıristiyanlar, hatta Aleviler ve Sünniler de dahil- katılmayan büyük bir muhalif kitle var. Suriye'de SUK'a ve HSO'ya destek vermeyenleri Esad yanlısı olarak addetmek büyük hata olur.
"Yeni bir Suriye" projesinden yoksun, yalnızca sıranın artık Sünnilere geldiğini düşünerek, ellerinde yabancıların verdiği ağır makineli silahlarla intikam için savaşan bu mücahit özentileri Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan kadar heyecanlandırmadı Suriye halklarını. Ama önlerini de kesti, silahlar konuşurken bir araya gelmelerini, demokratik mücadelede yol kat etmelerini de engelledi. Bunu da unutmamalı.
Sonuç olarak, son 1,5 yıldır Mağrip'te ve Maşrık'ta tanıklık ettiğimiz bir olguya, halkların ortak bir mücadeleye dönüştürdükleri hoşnutsuzluklarını, halk hareketlerini sömüren, kendi emperyal emelleri için "kullanıp atan" yeni bir sömürgecilik tipine Suriye'de teşebbüs edildiğine bir kez daha şahit olduk.
Zihninin derinliklerinde Yeni Osmanlıcılık diye hastalıklı bir nostaljiyle yaşayan Türkiye de bu kirli oyuna katılmaya pek hevesli. Libya'da geç kalmıştı, Suriye'de erken çıktı. Ama bunun çaresi yok: Emperyal hayallere kapılıp, kartların hileli olduğunu, kartları kendisinin dağıtmadığını unuttuğu sürece zamanlamayı hep şaşıracak.
Kendi ülkesini bombalayan bir Türkiye olarak elinde hiç özgürlük görmemiş bir özgürlük bayrağıyla tek başına çırpınırken nasıl da trajik bir fotoğraf verdiğini hiç fark etmeyecek. (BK/HK)