Mustafa Kemal Erdemol'un “Suriye Denklemi” kitabı özellikle son dönem Türkiye'nin dünya politikası ve Suriye'ye dönük tutumunun ne kadarda sağduyudan yoksun olduğunu gözler önüne seriyor. Türkiye'nin "stratejik derinlik" yaveleri eşliğinde Osmanlı mirası ve Sunni İslam geleneği üzerine oturtmaya çalıştığı politikaların neden açmaza girdiğinin yanıtları verilmeye çalışılmış.
Türkiye bu politikaları hayata geçirmek isterken elbette yalnız değildi. Özellikle ABD emperyalizminin bu konuda yer yer cesaretlendirdiğinden söz etmek yanlış olmaz. Fakat gelinen noktada ne Türkiye'nin ne de ABD'nin evdeki hesabı çarşıya uymadı. Suriye yönetimi çabuk pes etmedi. Arkasındaki uluslararası desteği de kaybetmedi. İsrail'in ise Türkiye ile paralel olarak savaşa müdahil olması da Suriye cephesini zayıflatmak bir yana daha da güçlendirdi.
Buna karşılık muhalifler arasında Selefi grupların ağırlığının artması Batı'nın savaş sonrasına dair korkularının açığa çıkmasına ve kontrolü kaybetmesine neden oldu. Son dönem ABD'nin "geçici hükümet" oluşturma doğrultusunda yaptığı diplomatik ataklar sorunu çözmekten çok kontrolü yeniden ele alma hamleleri gibi görülmeli.
Kitabın bir diğer dikkat çeken noktası sürecin tarihsel gelişim seyrini özetlediği gibi bu gün olan bitene "yerinden" bildirerek ışık tutması. Türkiye kamuoyunun tek yönlü "bilgilendirilme"sine karşı bizzat Suriye'ye giderek kitaba oradaki izlenim ve görüşmelerini dahil edilmiş. Suriye yönetimi ve onu destekleyen kesimlerin bir nebze de olsa düşünceleri yansıtılmış.
Diğer bir dikkat çekilen yansa savaşlarda ve özel olarak Suriye'de yürüyen savaşta medyanın rolü.
Medya yaşanan savaşı Dünya'nın bütününe yayıyor. Fakat bunu izleyiciyi maç seyrediyormuşçasına skor hesabı yapan "zararsız" bir konuma iterek yapıyor. Örneğin bugün Avrupa'dan Suriye'ye giden yüzlerce cihatçı olduğu, bir kısmının Avrupa'da eğitildiği, geri döndüklerinde neden olabilecekleri sorunlar ve belli başlı Avrupa ülkelerinin Suriye'de ki savaşa battığı bilinmesine rağmen, Avrupalının kafasında savaş çok uzakta. Yine saldırganlık gerekçesi üretmek için Irak'takine benzer kimyasal silah yalanlarına sarılınması da medyanın olumsuz tutumuna air bir örnek.
Peki ya Hama, Qamışlo katliamları?
Kitapta eksik gördüğüm bazı noktalara gelince Suriye'nin geçmişindeki bugün Türkiyesinin "ileri demokrasi" uygulamalarını andıran baskı politikaları yeterince kitapta yer bulmamış. Bu günkü Esad yönetimine ise kendine "komünist" diyen bazılarının hükümette varlığından da destek alınarak sempatiyle yaklaşılmış.
Bu tutum kendini, örneğin Hama Katliamı'nı bir dipnotla geçiştirilirken, katliama gerekçe olarak Müslüman Kardeşler’in teröristliğinden dem vurmasıyla kendini daha çok gösteriyor. 12 Mart 2004 tarihinde Qamışlo'da Kürtlere yönelik yapılan katliamsa sanırım yazarın bilgisi dahilinde bulunmuyor.
Üçüncü cephe olasılığı
Eğer dünyayı sadece siyah ve beyaz olarak görmüyorsak ve kötünün iyisini seçmek gibi bir itikadımız yoksa üçüncü cephe her zaman mümkündür. Bunun Suriye özelindeki anlamı emperyalist müdahaleye karşı olunmasının yanı sıra Suriye-İran-Çin ve Rusya'nın temsil ettiği cepheye de dahil olmayıp bölgedeki bütün halkların kurtuluşunu hedefleyen bir yolu inşa etmekten geçer.
Bunun bugün somut ifadesi Batı Kürdistan'da PYD'nin kurduğu etkinliktir. Türkiye'de medyada orada olan bitenin bir devrim olarak değerlendirilmeyip durumun Esad'ın oraları boş bırakmasına bağlanması ise devletin yaşadığı şaşkınlıktan farklı bir mahiyette olmasa gerek. Aynı türden bir mantık PYD yetkililerinin açıklamalarına rağmen ısrarla PYD'nin muhalefete, dolayısıyla ABD cephesine dahil edilme çabalarıdır.
Solun da yer yer bu tür değerlendirmelere ortak olduğu görülüyor. Böyle yaklaşımların temelinde devrimcilik, değişim gibi temel düşüncelerden uzaklaşmış, giderek hayata statik bir mantıkla yaklaşılmasının önemli bir rol oynadığının ipuçları var... Bu solun son yıllarda kendine dair yaptığı nitelemelerde de kendini gösteriyor. "Duruş sahibi olmak" örneğin böyle bir düşünce biçimini gösteren ifadelerden. Sol açısından bir diğer handikapsa egemenler tarafından çizilmiş olan ülke sınırlarının bizlerin kafasında da yerleşik meşru bir yer işgal etmesi. Dünyanın bir bütün olduğunun unutulup politikaların belli sınırlar içinde tanımlanması. Ne çabuk da unutuyoruz, bütün dünya bizim vatanımız değil miydi?
Suriye için iki senaryo
Uzun vadede olası iki senaryo var şimdilik; birincisi ülke bütünlüğünün korunduğu tüm toplumsal kesimlerin temsil edildiği federatif bir Suriye.
Diğeri ise mezhep ve milliyetler temelinde Alevi, Sunni, Kürt ve Dürzilerin ayrı ayrı devletler kurarak mevcut Suriye'nin parçalanması.
Fakat her ne olursa olsun Ortadoğu'da Şii ve Sunni kamplaşmasının daha da derinleştiği, İsrail'in de saldırganlık politikalarını artırdığı, dolayısıyla çatışmaların yaygınlaştığı bir süreç yaşayacağız. (AS/HK)