1)
Şam’ın düşüşü ile başlayan ve merkezinde Türkiye’nin olduğu kriz, Ortadoğu’da birçok durumla paralellik taşıyor. (Suriye’de sorun çıkaran ve diğer ülkelerin durduğu yerin dışına çekilerek Kürtler bir hakka, yaşama sahip olmasın diyen ve süreci tıkayan tek ülke Türkiye… Dahası aktif savaşı sürdüren tek ülke de Türkiye)
Çok geriye gitmeden, 1970’lerde başlayan ABD eksenli ‘Yeşil Kuşak’ projesini (Carter Doktrini) hatırlayalım.
Sovyetler Birliği’ne karşı İslamcı gruplar desteklenerek birçok toplumsal çürümenin önü açıldı. Dahası oluşan “siyasi boşluk” Taliban ve El Kaide gibi örgütlerin doğuşunu hazırladı.
Benzer şekilde bugün Suriye’de olanlar hem benzeri bir siyasal zemine açık hem de 1979’un İran’ında ortaya çıkan Şii-Sunni keskinliğine de gebe.
Ortadoğu bir bütünen boşluk kabul etmeyen bir yer. Yaratılan ulus devletlerin yaşadığı her bunalım, devamında literatüre ‘devlet dışı aktör’ olarak geçen oluşumları getirdi. Taliban, Hamas, Hizbullah vs. Son yıllardaki İŞİD de benzer bir ideolojik zemine sahip. Bugün HTŞ de devlet dışı aktör kategorisinin sıcak bir örneğidir.
Ilımlaştırma serencamında tüm bu yapılara büyük anlamlar yüklendi, büyük güçler ve beklentiler bahşedildi. Günün sonunda ise düşman edilerek onlara karşı savaşıldı.
Burada dikkat edileceği üzere esas hikâye bu devlet dışı olarak lanse edilen aktörler üzerinden ilerledi/ilerliyor. Dünün tezahürü yaşanıyor. Bu bize başka bir veri de sunuyor. Ulus devlet formu, bu bölgenin hem sosyo-politik yapısına hem de gramerine uygun değil, bir sorunu çözmüyor, mayası da tutmuyor… Bu bakımdan gelişmelerin ‘ulus-sermaye ve devlet’ üçgenine sıkıştığını, burada bunalım yaşadığını, bunu aşmak için yeniden savaşa sarıldığını ve ortaya çıkan sonuçların da topluma kıyamet getirdiğini görmek gerekiyor.
2)
Devlet dışı aktör olarak HTŞ’yi ele alalım.
Şeriat istiyor, yönetimi öyle tasarlıyor. Bu yönetim şekli elbette ilk defa denenmiyor. Sonuçları yeterince açıktır.
Culani’nin bir sözünü özellikle alıntılamak istiyorum. “Suriye'yi yönetmek için devrimci zihniyetten devletçi zihniyete geçilmesi gerekiyor” diyor.
Suriye’de şu an devrimci durumu temsilen sadece Kürtler yer alıyor. Devletçi zihniyeti temsilen ise yüzlerce yapı.
Hikmet Acun’un 2019’daki bir röportajında* ifade ettiği “Rojava’da restleşen ve çarpışan iki ayrı dünya, iki ayrı ilahiyattır!” tespitinden hareketle bugün Suriye’de de restleşen, çarpışan iki ayrı ilahiyat, iki ayrı dünya var. Bu dünyanın bir tarafı Kürtler ve onların seküler yaşama dair, demokrasiye dair söyledikleridir. Diğer tarafta ise Culani’nin temsiline sıkışan ideolojik ve dinsel referanslı devletçi zihniyettir.
Yine Acun’un DAİŞ çözümlemesinden referansla HTŞ, elinde gelecek tahayyülü olan bir yapı, kendi izleğini hem tarihsel hem ideolojik olarak, dinsel ideoloji anlamında, hem dinsel referanslar anlamında bunu üzerine kurmuş, oturtabilmiş bir yapı değil, bu bakımdan kendi izleğinin devrimcisi de olmadığını düşünüyorum.
Buradan hareketle soralım: Bu iki tahayyül, bu iki ilahiyatın çarpışması kaçınılmaz mıdır?
Onu zaman gösterecek. Dün Kobanê’de QSD tarafından silah bırakma teklifi dahi sunuldu. Buna da olumlu cevap verilmezse bu çatışmanın kaçınılmaz olacağı bir durum doğurabilir.
Bu iki ilahiyat arasında bir denge bulunabilir mi? Buna bir tek Kürtler cevap verebiliyor. Cevap vermekle kalmayıp somut model de sunuyor. Fakat dünya kamuoyu bu modeli şimdilik görmezden geliyor. Son tahlilde bu model, uzun vadede ne ABD’nin ne de Avrupa’nın arzuladığı bir model. Kürtler demokratik ve halkların taleplerine uygun bir siyasal geçiş diyor. Bu talebin nasıl okunduğuna dair henüz olgun emareler yok.
Colani’nin devletçi zihniyetten kastının ne olduğunu ve izlerini biraz daha makro bir olgudan, “Arap aklı” üzerinden bakmak faydalı olabilir.
3)
Muhammed Abid El-Cabiri'nin "Arap Aklının Oluşumu- Arap Aklının Eleştirisi" bize bir perspektif verebilir. Bu akıl, elbette köklü bir tarih, kültür ve sosyal arka plana sahip. El-Cabiri burada dikkatimizi özellikle üç kategoriye çevirir.
Bunlardan ilki “Beyan”dır. Beyan, kısaca dilsel ve dinsel retoriktir. Bu sistem, İslam’ın ilk dönemlerinden günümüze uzanan hatta olduğu üzere, dilin otoritesine ve toplumsal düzenin korunmasına hizmet eder. Arap halkları ve Ortadoğu özelinde daha çok siyasal iktidara çalışmıştır.
İkincisi “Burhan”dır. Burhan, bu kategoriler içinde mantıksal aklı temsil eder. Eleştirel düşünce ve rasyonel bakışa dayalı olduğundan Beyan’ın zıddıdır da diyebiliriz.
Üçüncüsü, “İrfan”dır. İrfan, ezoterik-tasavvufi bilgi sürecidir. İçsel dönüşüm ve bireysel yükselişi ezoterik düzlemde işleme sürecidir. Mistizm burada başat bir alandır. Siyasal pencereden bakıldığında dogmatizm yaratma yönü vardır.
Bu üç kategorinin etkileşimine bakıldığında El Cabiri kısaca şunu der: Arap aklı, tarihsel bağlamda beyan, burhan ve irfanın etkisiyle biçimlenmiş; eleştirel düşünceden ziyade taklit ve otoriteye dayalı bir yapı olarak tanımlanabilir. Yani Arap aklı, çoğunlukla beyan ve irfanın yarattığı, ürettiği kültür-dogmalardan oluşan bir bilgi rejimidir.
Ortadoğu’da otoriteye bağlı, statükocu bir anlayışın daha çok hakim olması da El Cabiri’ye göre rasyonel aklın tedavüle yeterince sokulmamasıdır.
Culani ve söyledikleri, yürüttüğü siyaset de klasik bir “Beyan+İrfan” kesişimidir.
Dikkat edilirse devrimci herhangi bir yapı doğrudan ‘rasyonel’ kısmı temsil ediyor. Yani soyut manada Suriye’de süregelen çatışma da rasyonel akıl ile dilsel ve dinsel retorik arasındadır. Bu savaş canlıdır, günceldir.
4)
HTŞ’nin yaratmaya çalıştığı bilgi rejimi, öznellik hali tamamıyla bir ‘biyo-politik’ faaliyetidir. Emevi camisindeki ilk konuşmada ifade edilenlerden, her gün sıraya giren kanallara ifade edilen sözlerden tutalım, tüm süreç buna hizmet ediyor.
Tüm dünya kazasız belasız, herkesin dahil olduğu bir Suriye deyip duruyor fakat kimse nasıl olacağına dair bir öneri ortaya koymuyor. HTŞ dahil.
Lübnan modeli adı geçip geçmediği bile tartışılmıyor. Mart ayı denip duruyor
Devam eden süreçte mezhepsel farklılıklara dayalı gerilimler olabilir, yeni devlet dışı aktörler sahaya çıkabilir.
5)
Sonuç olarak, yaşananları yerel bir kriz ya da iç çatışma olarak görmüyorsak; Arap aklı gerçeğinden hareketle, özünde halka ve hakikate dayanmadığı için emperyal yapıların rahat kurduğu ve yine rahat bozduğu otoriter devlet yapılarının tarihsel-kırılgan dinamikleri bize Suriye’de hayat bulan yeni (ama eski) hikâyeye dair ipuçları veriyor diye düşünüyorum.
*03/01/2019, Komün Dergi