2011' de Suriye de başlayan özellikle Humus ve Hama şehirleri etrafında yoğunlaşan halk isyanları Suriye'nin bütününe bir türlü yayılamadı. Özellikle Kürt bölgesine, sekuler-sunni ve Alevilerin yoğun olduğu Sam ve Halep etrafında etkili olamadı.
Bunun birçok sebebi olmakla birlikte, Kürtlerin muhalif gruba mesafeli durmalarının nedeni; Müslüman Kardeşler liderliğindeki muhaliflerin Arap milliyetçiliğindeki ısrarıdır.
İlk belirtileri Haziran 2011'deki Türk devletinin organize ettiği Antalya toplantısında ortaya çıkmıştı. Kürtlerin, Suriye anayasasındaki "Suriye bir Arap ülkesidir" maddesine değişiklik talebi, muhaliflerin çatı örgütü olan Suriye Ulusal Meclisi (SUM) tarafından ret edilmişti. Akabinde SUM başkanı Burhan Ghalioun DM-TV de "Suriye bir Arap ülkesidir ve Araplar çok güçlüdür" söyleminden sonra ipler iyice koptu.
PYD'nin durumu
Demokratik Birlik Partisi (PYD) 2003'te kuruldu. Öcalan ve PKK'nin temel tezlerinden hareketle Güney Batı Kürdistan'ın kısa surede en örgütlü gücüne dönüşen PYD, aynı zamanda Suriye ve Türk devletinin de en büyük hedefi oldu.
2004-2011 yılları arasında binlerce parti üyesi tutuklandı, ağır işkencelerden geçirildi ve hala Esad rejiminin hapishanelerinde binlerce PYD'li tutsaktır.
"PKK-Esad işbirliği" gibi AKP ve medyasının dezenformasyonlarıyla PKK-PYD'y saldıran çevrelerin göremediği ise, Esad rejimi 12 Mart 2004'e 64 kişinin katledildiği Kamislo'daki Kürt serhildanında PYD'yi sorumlu tuttu ve 2011'e kadar Esad rejiminin aylık açıklanan tehdit listesinde PYD hep ilk sıradaydı.
PKK'nin Kuzey Kürdistan için önerdiği demokratik özerkliğin (meşru savunma dahil) bir benzerini Güney Kürdistan'a uygulamaya çalışan PYD, ne Esad rejimi ne de olası Esad rejiminden sonraki muhalif grupların onayına gerek duymaksızın demokratik özerkliğin inşa surecini tamamlamak üzere.
Suriye'deki olaylardan sonra Kasım 2011'de Suriye'ye dönebilen PYD başkanı Salih Muslim Muhammed 8 Kasım 2011'de KurdWatch'a verdiği mülakatta "Kürtler birlik olmalı ve ortak hareket etmeli, Suriye Ulusal Meclisi de Kürt partilerini şahıs veya parti olarak değil Kürt temsili olarak davet etmeli ve ilişkilenmelidir" diyor.
PYD, Suriye'yi kimin yöneteceği değil Güney Batı Kürdistan statüsünün ne olacağı sorusunun daha önemli olduğu ve bu sorunun cevabını da Sam'dan beklenilmemesi gerektiğini vurguluyor.
PYD başkanı 25 Şubat 2012'de ANF'ye verdiği mülakatta da, partilerinin Güney Batı Kürdistan'ın her yerinde meşru-savunma dahil örgütlenme sürecinin Newrozla tamamlanacağını belirtirken, bütün Kürt partilerinin, Türkiye merkezli Suriye Ulusal Meclisi'nden medet ummak yerine herkesin Kürdistan inşa sürecine dahil olmasını ve Esad sonrası olası iç savaş tehlikesi karsısında hazırlıklı olmasını belirtiyor.
PYD inşa politikasına paralel olarak bu süreçte açmış olduğu birçok okul, kültür merkezi, eğitim kampları ve belli bölgelerde güvenliğin sağlanması gibi gelişmeler Türk basınında yer aldığı gibi bir PKK-Esad işbirliği ile değil, bütün bu kurumlar PYD'nin silahlı güçleri tarafından korunmaktadır. Bu kurumlardan hiçbirinin yasal izni olmadığı gibi PYD'nin başvurularına rağmen Esad rejimi hiçbirine izin vermemiştir.
Türkiye'nin Suriye politikası ve gizlenenler
Öcalan'nın Suriye'den çıkısından sonra Türk devleti ile Suriye arasında yapılan Adana Antlaşmasının en önemli ayağı ortak güvenlik politikasıydı. Buna göre Suriye devleti, PKK-PYD'nin bütün çalışmalarını yasakladı, PKK'yi terör örgütü listesine aldı ve birçok PKK üyesini Türkiye'ye teslim etti. İki ülke arasında her şey Şam şekeri tadında devam ederken 2011'de başlayan halk isyanları her şeyi değiştirdi.
Türkiye ilk başlarda Libya'da olduğu gibi Suriye'de rejimin yanında yer alırken, hızla büyüyen şiddet olayları ve uluslararası kamuoyu tepkisi karsısında Türk devleti bir süre sessiz kaldıktan sonra Esad karşıtı bir pozisyon aldı.
Türkiye'nin Esad karşıtı bir pozisyon almasının başat sebebi; 2003'te Irak işgaline katılmadıkları için engelleyemedikleri Güney Kürdistan durumunun bir benzerinin Suriye'de ortaya çıkma olasılığıdır.
Türk devletinin Suriye politikası bir bakıma PKK ile mücadelenin önemli bir parçasıdır, PKK-PYD'nin güçlü olduğu Güney Bati Kürdistan bu sürecin sonucunda bir statüye kavuşursa Türk devletinin bütün politikaları alt-üst olmuş olur ve içerde Kürt politikasını yönetemez hale gelir. Bundan dolayı Türk devleti baştan beri Güney Batı Kürdistan'ın geleceğini kontrol altına almak için bir suru yöntem deniyor.
Suriyeli muhaliflerin oluşturmuş olduğu SUM'u Türkiye yönlendiriyor, muhaliflerin lideri Burhan Ghalioun çalışmalarının çoğunu İstanbul'daki ofisinde hazırlıyor ve muhaliflerin toplantılarına Türk yetkililer de katılıyor. Türk devleti, Kürtlerin SUM'da etkin rol almasını ve geniş temsilini engellediği gibi Suriyeli muhaliflerin PYD ile ilişkilenmesini de yasaklamıştır.
Türk devletinin Suriyeli muhalifler üzerine inşa ettiği PKK-PYD ve Kürtleri dışarıda bırakma politikası şimdiye kadar tutmadı. Sebebi ise; bölgenin en örgütlü, dinamik ve muhalif gücü olan Kürtler bu sürece aktif katılmadan Suriye'nin kendi iç muhalefetiyle Esad rejimini devirme ihtimali zayıftır.
Mevcut halk isyanları belli bölgelerde yoğunlaşıp bir türlü başka bölgelere yayılmadığından dolayı Esad rejimi için zor da olsa yönetilebilir bir krizdir.
Halk isyanları etkin bir şekilde Kürt bölgesine yayıldığında hem muhalifler geniş bir cephe açmış olacak hem de Esad rejiminin bu geniş cephe ile baş etmesi çok daha zor olacaktır.
Bunun önündeki en büyük engel ise; Türk devletinin bölgedeki Kürt-karşıtlığı politikasıdır. Hillary Clinton 12 Ocak 2012'de yaptığı konuşmada "Suriye Ulusal Meclisi daha demokratik davranıp, azınlıkların kaygısını gidermesi önemlidir" mesajından sonra Türk devletinin girişimiyle Barzani, PYD'nin dışında bütün Suriyeli Kürt partilerini Erbil'de toplantıya çağırdı.
Bu toplantıda PYD'yi dışarıda bırakarak (Türkiye'yi memnun ederek) Kürtlerin bu sürece ne kadar katkı sağlayabileceği tartışıldıysa da, PYD'yi dışarıda tutarak bunun mümkün olmayacağını bilen ABD ve SUM Türkiye'yi de karşılarına almak istemiyorlar.
24 Şubat'ta Tunus'ta yapılan "Suriye'nin Dostları" toplantısında SUM başkanı "Kürtlerin hakkını tanıyacağız" sözüne rağmen toplantının sonuç bildirgesine yazılı olarak yer almasını SUM kabul etmediği için Kürt partileri SUM'dan ayrıldılar ve bu ay Türkiye'de yapılması planlanan toplantıya katılmayacaklar.
Türk devletinin Kürt korkusu üzerine şekillenmiş olan Suriye politikasının bir diğer ayağı ise, olası bir dış müdahalede en aktif rolü almak ve post-Esad döneminde Suriye'nin iç politikasında etkin olmak istiyor.
Bunun için birçok şeyin Ankara'da planlamasını, çok boyutlu ve çok aktörlü bir müdahaleden çok, ABD, Arap ligi ve Türkiye denkleminde bir müdahale istiyor. Arap liginin kendi iç sorunlarından dolayı post-Esad döneme çok fazla müdahil olmayacağını düşünen Türkiye olası bir dış müdahale sonrası ABD ile Suriye'yi şekillendirmek istiyor.
Asıl soru ise; Ortadoğu'da ABD için Iran gibi güncel bir tehdit dururken, ABD Suriye'de Kürtlerin hakları için Türkiye'yi karşısına alır mı? Türkiye'yi İran'a yakınlaştırır mı?
Esad rejimi, Arap devrimleri ve AKP
Türk devletinin "ulusal güvenlik" politikaları sadece içeriden değil dışarıdan da Kürtlerin lehine kırılacaktır. Güney Batı Kürdistan'ın statüye kavuşması Türk devletinin Türkiye'deki Kürt politikasını hem içeride hem de dışarıda sürdüremez hale getirecektir. Bunun farkında olan Türk devleti bütün gücüyle hem Güney Batı Kürdistan'daki olası kazanımları engellemek hem de Suriye üzerinden Güney Kürdistan'ı kontrol altında tutmak istiyor.
AKP ve medyasının Kuzey Kürdistan'da Kürt hareketine karşı yürütmüş olduğu askeri ve siyasi operasyonların bir parçası olarak üretmiş olduğu "PKK-Ergenekon işbirliği" gibi "imaj bozma" dezenformasyonun aynısını Suriye'de "PKK-Esad işbirliği" temelinde yeniden üretiyor.
Son dönemlerde AKP ve medyasının üretimi olan "PKK-Esad işbirliği" gibi dezenformasyonlarla Kürt Özgürlük Hareketine saldıran çevrelerin göremediği ise AKP'nin şimdiden PKK'nin bahar aylarıyla birlikte olası hız kazanacak eylemlerine bu sefer Esad rejimini gösterecek (daha önce İsrail'i göstermişti).
PKK'nin halk desteği, Kürt sorunu gibi iç sebepler görmezden gelinecek, PKK'nin eylemlerini Suriye rejimi gibi "dış güçler" ile ilişkilendirilecek.
Türk devletinin asıl korkusu; Kürtlerin ulusal birliğidir. 12 Mart 2004'te Kamislo'da 64 Kürt'ü öldüren Esad rejiminin en büyük destekçisi AKP, üç yüz bin insanın ölümünden sorumlu Ömer El-Beşir gibi bir diktatörü Ocak 2008'te Ankara'da kabul eden Tayip Erdoğan, Roboski'de 34 Kürt'ü öldüren AKP'nin Suriye yarası ölen Arap devrimcileri değil; Türk devletinin yarası başkadır... (ÖP/HK)