Şimdilerde Anzele deyince hüzün kaplar beni. Hüzünlenmemek elde mi? Ama başkaları hangi duygularla anzeleyi düşler, bilemem.
Birazcık kent kültürü ile igilenenler, en az elli yıllık bir siyah-beyaz fotoğraftan surların dibinde dere yatağı içinde çamaşır yıkayan kadınları anımsar, anzele adına. Ama ben gerçek Anzeleyi anımsamakta yine de ısrar etmeli diye düşünüyorum.
Bizim çocukluğumuzda Anzele biraz da Çift kapı ile Urfa kapı arasındaki surlara yakın bölgenin adıydı, aslında. Evi o mıntıkada olanlar "Anzele'de oturuyoruz" derlerdi. Tabii ki Anzele'nin ünlü mekânı da Balıklı denilen su kaynağının tam da üzerine oturtulmuş havuzdu.
"Balıklı'da çimer, karpuz yerdik"
Şimdilerde yerleri koca bir yemyeşil rekreasyon alanına dönüştürülen Dıngılava ve Küpeli havuzlarında yüzüldüğü halde, Balıklı'da çimilirdi. Tıpkı şair Muharrem Güler'in dediği gibi "Balıklı'da çimer, karpuzlar yerdik". Balıklı, üzeri kapalı küçücük bir havuzdu. Etrafında ciğerciler vardı. Anzele su kaynağının suyu havuzdan sonra açıkta akarak dere oluşturduğundan bölgenin biraz aşağısında da tabakhane ve salhane vardı.
İki bin yıl önce, şimdi Anzele'yi belki de Balıklı'yı düşündüğümde, düşlerim beni kentin geçmişinde kent tarihi ile ilgili not düşenlerle buluşturuyor. Yaklaşık iki bin yıl önce Ayn-ı Zeura isimli bir içme suyu kaynağı varmış bu bölgede. İsa'dan sonra 5. yüzyılda aynı isimle bu kaynağın üzerine bir kilise inşa edilir.
Urfa Metropoliti Mar Şem'un 629 yılında, Antalya Patriği Mar Yuhannon ise 649 yılında ölür. Cenazeleri öldükleri yerlerden getirtilerek bu kilise civarına gömülür.
Yıllar sonra bu yapı yıkılır, yeri arsa haline dönüşür. Ve Ayn-ı Zeura ismi de Ayn-i Zülal'e çevrilir. 1970'lerde "Türk Süryanileri Tarihi" eserini yazan Horepiskopos Aziz Günel de bu bilgileri doğrulayacak yakınlıkta bilgiler verir.
Ve şöyle yazar. "Mar Zuoro İsa'dan sonra 521'de yaşamış bulunan ve azizlerden sayılan mümtaz bir kişiliktir. Adına izafeten Diyarbakır Surlarındaki Urfakapı geçitlerini de ihtiva eden büyük bir kilise kurulmuştu. Artuklularca bu kilise türbeye dönüştürülmüş ve ismi de 'Sarı Sadık' olmuştur."
Mustafa Akif Tütenk ise Diyarbakır suları ile ilgili makalesinde; Diyarbakır sularının sur içindeki kaynaklar ve şehre dışarıdan getirtilen menbaalar olarak ikiye ayırır. Sur içindeki Ayn-ı Zülal (Aynzele, Balıklı), Ali Dede ve Kal'a suyu olmak üzere üç kaynağın varlığını ifade eder ve ekler Tütenk: "Şehir içi menbaalarında Çift Kapıdaki Ayn-i Zülal (Anzele) suyu İç Kale (Kal'a) suyundan daha büyük ve bol olup birçok caminin ihtiyacını giderdikten sonra (Mardin Kapıda'ki) Sultan Şuca Çeşmesi'ne kadar varmaktadır."
ve Evliya Çelebi
1874 tarihli Diyarbakır Salnamesi incelendiğinde görülür ki; şehirde (sur içinde) 130 çeşmenin varlığı söz konusudur. Bugün geriye dönüp baktığımızda bu çeşmelerden hemen hiçbirinin yaşamıyor olması ilginçtir. Bir kısmının yerinde eskiden çeşme olduğuna dair fiziki yapılar olmakla birlikte (İçkalede Aslanlı Çeşme, Mardin Kapı'da Hatun Kastal) suları akmamaktadır. Arbedaş'taki, Arbedaş kaynağı ise surlar ve çevresinin kentsel dönüşüm projesiyle yeniden düzenlenirken hemen kaynağın üzerinde sur burcuna çakılı kitabenin ise kimse farkında dahi değildir.
Anzele'nin hikayesini belki de en ironik anlatan Evliya Çelebi'dir. Sonuçta Diyarbakır'ın şehir olarak 1950'lere kadar Sur içinde yaşadığı düşünülür ve Anzele'nin de Sur içindeki üç su kaynağından biri olduğu dikkate alınırsa Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'nin Diyarbakır'la ilgili bölümündeki anlatımların önemi daha net anlaşılır olur.
Çelebi'nin sözlerini günümüz Türkçesi'ne aktardığımızda ortaya şunlar çıkıyor: "Balıklı, şehirde önemli bir kaynaktır. Eski bir havuza akıp içinde binlerce çeşit balık bulunur.
Ama kimsecikler de avlamaya cesaret edemezler. Bu balıkları avlamaya yeltenen birkaç kişi felç olup ağızları ve burunları eğilmiştir. Anlatacağımız bir garip hikayedir.
Bağdat Fatihi Sultan Murad Han (1623-1640), Bağdat'ı fethedip (1638) bir dolu insanın başını ateşle traş ettiğinde bu balıklar kendiliğinden yaralanıp havuz kan deryasına dönmüştür. Hatta Bağdat fethinden sonra Murad Han Diyarbekir'e gelip Şeyh Aziz Mahmud Urmevi'yi şehit edince Balıklı havuzu kan ile dolmuştur. Bizzat Murad Han bu Balıklı'daki kanı görüp şeyhi katlettiğine pişman olunca, havuzun içinden dört adet iri balığı tutturup solungaçlarına altın ve gümüş küpeler geçirip azad ettirmiştir. İşte bu Balıklı, ab-ı hayat bir sudur. Bir dolu insan soyu bu suda yıkanıp humma ve cüzzam gibi hastalıklarından, kırk gün yıkanarak ölümden kurtulmuşlardır."
"İşte bu su böyle bir sudur. Ve bu suyun bir ayağı Ali Paşa Camisi'ne, oradan da Mardin Kapı'daki hamama gider."
Evet, Evliya Çelebi ve bir dolu eski zaman kentlileri ve gezginleri, beş bin yıllık Diyarbakır sur içinin eski bir su kaynağı olan Anzele hakkında bunları söyler.
Peki Anzele ve kent sakinleri neyi bekler. Sular savaşının yaşandığı bir yeni çağda tıpkı binlerce yıllık surlarında olduğu gibi suyuna da sahip çıkılmasını bekler.
(ŞD/EMK)
Referanslar:
1) Dr. Şevket BEYSANOĞLU, Diyarbakır Müze Şehir, Yapı Kredi Yayınları, 1999, s. 363, Süryaniler bölümü.
2) Şevket BEYSANOĞLU, Anıtları ve Kitabeleriyle Diyarbakır Tarihi, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Yayını, Cilt 1 , s. 132, Cilt 2, s. 487, 559, 656 ve devamı.
3) Prof. Orhan Cezmi Tuncer, Diyarbakır Kiliseleri, (Yakında Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Yayınları arasında çıkacak) çalışmasından, Ayn-ı Zuoro.
4) Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Tam Metin, Üçdal Neşriyat, Cilt 3-4, Diyarbakır.
5) Doç. Dr. M. Faruk Toprak, Evliya Çelebi'de Diyarbakır, Diyarbakır Müze Şehir, YKY Kitabından s. 117.
6) Horepiskopos Aziz Günel, Türk Süryanileri Tarihi, Diyarbakır 1970, s. 108 dv.
7) Diyarbakır Şehrinin Suları ve Çeşmeleri, Prof. Dr. M. Mehdi İlhan, Diy. Müze Şehir kitabından YKY. s. 247-48.
8) İbrahim YILMAZÇELİK, XIX. Yüzyılın ilk yarısında Diyarbakır, TTK yayını, Ankara, 1995, s. 81.
9) M. Akif TÜTENK, Amid Şehrinin Hicretten Evvelki Menba Suları, "Kara Amid" Dergisi, Sayı 2-4.
10) Metin SÖZEN, Diyarbakırda Türk Mimarisi, İSTANBUL 1971.
11) Diyarbakır Salnameleri, Diyarbakır Büyükşehir Bel. Yayını.