* Fotoğraflar: Eren Karakuş
Çocukluğumun geçtiği İstanbul Masura Sokak’taki ip atlayıp, top oynayarak arşınladığımız, koşarken düşüp dizlerimizi kanattığımız Arnavut kaldırımı taşlar belediye ekipleri tarafından sökülüp yerine asfalt döküldüğünde kardeşim Nurcan ve arkadaşım Serap’la birlikte oturup ağlamıştık.
Yıllar sonra okuduğum bir metinde Avrupa’daki birçok kentte yapılacak herhangi bir değişiklikte orada ikamet edenlerden izin alındığını öğrenmiştim. O insanların hatıralarına hürmeten. Avrupalılar bu tür değişikliklerin insanın üzerinde yarattığı psikolojik etkinin farkındaydılar demek ki. Haliyle bu hatıram geldi aklıma. Neden bize de sormamışlardı ki sanki o taşları değişirken. Hatıralarımız mı kıymetsizdi yoksa bizler mi bilememiştim.
Dün Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin DİFAK’la yapmış olduğu “Dört Mevsim Diyarbakır” adlı fotoğraf seçkisi için toplantıya katıldım. Suriçi’nin fotolarına bakmayı yüreğim kaldırmadı. Çok değil henüz bir ay önce tüm heybeti ve görkemiyle ayakta duran tarihi yapıların neredeyse artık tarihe karışacak durumda olmasını bilmek insanı kahrediyor. Benim olmasa da anne ve babamın çocukluk ve gençlik yıllarına dair hikayeler anlattığı o mekanlar, o sokaklar artık yok oluyor.
Kurşunlu Camii, Paşa Hamamı’nı, Sülüklü Han’da içtiğimiz kahvenin tadını, Edip Usta’nın kahvaltısını, köşedeki fırından çıkan her daim taze çöreğin kokusunu, avlusunda huzur bulduğumuz Behrampaşa Camii, Lalebey Mahallesi’ndeki doğduğum evi, paskalya yortusuna katıldığımız Meryemana Kilisesi’ndeki kırmızı yumurtaları, Kor Yusuf’taki baharat kokusunu, bakır ustalarının çekiç seslerini, Çarşiya Şewiti’deki renk cümbüşünü, Kuyumcular Çarşısı’nın göz kamaştıran camekanlarını, halka tatlıcısını, eve temizliğe gelen Nurcan Abla’nın Hasırlı Mahallesi’ne dair serüvenlerini, son on yıllık hatıralarımı özlüyorum.
Sadece içinde yaşayanları öldürmekle kalmayıp; hikayelerimizi, evlerimizi, mabetlerimizi, kültürümüzü, tarihimizi, seslerimizi, renklerimizi, silip yok etmeye çalışıyorlar. Harap olan hayatlarımızla birlikte yaşam alanlarımız da harabeye çevrildi.
Ruhumuzda yaratılan tahribatlar nasıl onarılacak ya da onarılır mı bilemiyorum. Bizden geriye hiçbir şey kalmasın istiyorlar. Hiç kimse sormadı, izin almadı, hatıralarımıza hürmeten. (BD/ÇT)