19 Mart sonrası fotoğrafı ve anlama yetisinin düzeltilmemiş hâlleri üzerine
Gezi’den bu yana görmediğimiz bir fotoğraf karesini, 19 Mart 2025 eylemleri sonrası görmeye başladık. Aynı karede zafer işareti, yumruk ve bozkurt. Aynı bedenler, farklı ellerde, görünüşte bir yan yanalık var, ama eylemliliğe sebep olan düşüncelerin kaynağında sert bir çelişki olduğu aşikâr.
Spinoza, Anlama Yetisinin Düzeltilmesi Üzerine İnceleme[1] adlı eserinde, bilmenin ve düşünmenin ne olduğunu saptamaya çalışır. Ona göre, bir düşünce doğruysa, bu doğruluğu başka bir yerden değil, kendi iç yapısından alır. Doğru fikir, “Peter’in fikri” gibi, kendi içinde gerçek bir şeydir ve başka bir fikrin, başka bir ilişkinin taşıyıcısı olarak işlev görür. Bilmek, yalnızca fikir üretmek değil; fikirlerin doğasını da tanımaktır.
O hâlde 19 Mart sonrasındaki bu görüntüde şu soru bizi bekliyor: Orada birlikte duran eller, hangi fikirlerin taşıyıcısıdır? Ve bu fikirler, doğalarını değiştirmeden orada bulunuyorsa, bu birlik salt bir görünüşten mi ibarettir?
Spinoza’ya göre, düşünce hakikate ulaşmak istiyorsa, “özüne uygun” bir biçimde işlemelidir. Düşüncenin işleyişi, dışsal nedenlerle değil, kendi zorunluluğu ile olmalıdır. Ancak 19 Mart eylemlerine katılan bazı kesimlerin —örneğin seküler milliyetçilerin/ülkücülerin— düşünsel konumları, bu zorunlulukla değil, bir yanıyla da o ana ait bir rastlantısallıkla belirlenmiş görünüyor. Spinoza’nın ilk bilgi türü olarak eleştirdiği “kulaktan dolma bilgi” gibi, bu katılım da yüzeysel ve edilgin bir ilişkiye işaret ediyor: Durumu kavrayarak değil, o durumun içinde “varlık göstererek” düşünüyormuş gibi görünmek. Sürecin başında eylemlere rengini vermesinden endişelenen ve bir biçimiyle de bunun önünde geçilse de belirli bir zaman geçmişten artık daha farklı düşünmek, çuvaldızı kendimize de batırmak gerekiyor. Elbette burada sol/sosyalist çevreler için alınacak ders çok, fakat iki ayda ve iki eylemde bu insanların dönüşmesini beklemek de yanlış olur. Bir fikrin dönüşmesi için o fikrin, kendi nesnesi hakkında bilgi üretmesi gerekir. Oysa ulus-devletin kutsallığına dayanan bir ideoloji, devleti hedef alan özgürlük talepleriyle aynı zeminde yürüyemez. Bu yürüyüşte bir çelişkiden de çok, doğaya aykırılık vardır. Eyleme de sürece de rengini vermesine izin verilemez.
Spinoza, doğru bilgiye ancak “şeylerin özüne ilişkin” bilgiyle ulaşılabileceğini söyler. Ama bugünkü politik zeminde, şeyler genellikle özleriyle değil, imgeleriyle temsil ediliyor. Yumruklar, sloganlar, semboller—ama neyin nesnesi olduklarına dair bir açıklık olmadan. Bu durumda, düşünce kendini değil, yalnızca etkisini üretiyor, yani politik olarak görünür olurken politik olarak açık olmuyor, bulanıklaşıyor.
Bugün Spinoza’nın sorusunu tekrar sormalıyız: “Bildiğim şeyi neden bildiğimi biliyor muyum?” ve bu sorunun güncel karşılığını somutlayalım: “Yan yana duran eller(imiz)in hangi düşüncelerin taşıyıcısı olduğunu, bu düşüncelerin neyi mümkün kılıp neyi dışladığını biliyor muyuz?”
Ancak bu çelişkinin teşhiri tek başına elbette yeterli değil. Spinoza’nın çizdiği yol, yalnızca hakikate uymayan düşünceleri elemek değil, düşüncenin hakikate nasıl uygun hâle getirileceğini de sorgulamakla ilgilidir. Eğer ülkücü düşünce, devletin kutsallığına mutlak bir sadakat içinde kurulmuşsa, bu sadece bireysel bir yanılgı değil, toplumsal ilişkilerin ürettiği bir bilinç biçimidir. O hâlde bu bilinci dönüştürmenin yolu, dışlayıcı değil, maddi-toplumsal koşulları dönüştürücü bir politik pratikten geçer. Spinoza’nın bilgiyi yalnızca bireysel değil, başkalarıyla birlikte edinilecek bir süreç olarak düşünmesi burada yol göstericidir: O gençlerin yanında, omuz omuza durmaktan değil, aynı maddi gerçekliği birlikte kavramaktan ve bu kavrayış üzerinden fikirleri dönüştürmekten söz etmek gerekir. Çünkü hiçbir fikir doğaüstü bir bağışla değil ancak başka fikirlerle çarpışarak değişebilir.
Spinoza’nın yöntem önerisi burada bir çağrıya dönüşüyor: Doğru fikir ancak başka fikirlerle birlikte üretilerek edinilebilir. Hakikat, bireysel bir aydınlanmanın değil, kolektif üretimin ürünüdür. Anlama yetisi, yalnızca tekil bir bilinç biçimi değil; toplumsal bir ilişki içinde, tarihsel olarak kurulur. Bu yüzden Spinoza, gerçek bilgiye ancak doğanın ve kendi doğamızın bilgisiyle ulaşabileceğimizi söyler—ve bu bilgi, başka insanlarla birlikte üretilmedikçe özgürleştirici değildir.
19 Mart’ta sokağa çıkan her bir beden, başka bir bedene çarparak düşünce üretme şansı buldu. Ama bu temas, hakikatin doğasına uygun bir işleyiş üretmediği sürece, düşünce değil yalnızca bir görüntü üretiyor. Tehlikesi de buradan doğuyor. Fikirler dönüşmeden kurulan her birlik, çatışmanın ertelenmiş biçimidir. Bozkurtla yumruğun yan yana geldiği yerde sadece ortak düşmana karşı değil, birbirine karşı da henüz verilmemiş mücadeleler var elbette. Fikirler aynı karede durabilir, ama aynı toplumsal talepleri taşımaz. Bu yüzden şimdi yapılması gereken, o görüntüyü alkışlamaktan çok, içinde hangi düşüncelerin işlediğini—ve hangilerinin çalışamadığını—görmek. “Hakikat, yalnızca suretlerin çokluğu içinde kaybolur.” Onu yeniden bulmak istiyorsak, fikirlerin taşıyıcısı olan o ellerin hangi nesnelere ve hangi tarihselliğe ait olduğunu, incelikli biçimde düşünmemiz gerekir. Belki o zaman, imajların büyüsüne aldanmaksızın, çelişkilerle birlikte düşünmenin ve çatışarak dönüş(tür)menin sahici bir politik-pratik ufkuna ulaşmış oluruz.
Dipnot:
[1] Spinoza, B. (2023). Anlama yetisinin düzeltilmesi üzerine inceleme: Kısa inceleme (E. Ayhan, Çev.). Dost Kitabevi. – Spinoza’nın erken dönem eserlerinden biri olan Anlama Yetisinin Düzeltilmesi Üzerine İnceleme, filozofun doğru bilgiye ulaşma yollarını, bilginin türlerini ve anlama yetisinin nasıl işlemesi gerektiğini ele aldığı düşünsel bir denemedir. Tamamlanmamış olan bu metin, rasyonalist felsefenin kurucu metinlerinden biri olarak kabul edilir ve Spinoza’nın sonrasında geliştirdiği sistematik etik felsefesinin de temelini oluşturur. Eserde yer alan bilgi türleri sınıflandırması, fikirlerin doğruluğunun nasıl anlaşılacağını, düşünmenin edilginlikten etkinliğe nasıl geçirilebileceğini ve bireyin özgürlüğe ancak zorunluluğun bilgisiyle ulaşabileceğini temellendirir. Spinoza’nın akıl, doğa ve zorunluluk anlayışı hem bireysel düşüncenin dönüşümü hem de kolektif bilme süreçleri açısından günümüzde de politik olarak üretken bir zemindir.
(BSŞ/VC)