Melik Ahmet caddesinden sola doğru beş dakikalık bir yürüyüşten sonra tarihi bir Diyarbekir evine kurulmuş ikiz otantik çarşıya uğruyoruz. Önce takıların ve otantik giysilerin sergilendiği alt katı sonra ise, resimlerin ve demir, bakır gibi madenlerden üretilmiş, soyut anlatılı, sanatsal figürlerin sergilendiği üst katı geziyoruz.
Lalabey’in hemen yan sokağındaki bu tarihi evin çok eski olduğunu anlatıyor otantik çarşının sahibi. “Burası da yıkılacak mı” diyorum. “Hayır, sanmam … Burası tescilli tarihi yapı diyor…” Yan tarafta bulunan Dengbej evinde kurulmuş divanın göğe yükselen ezgileri dar sokağı dolduruyor.
TIKLAYIN - SUR'DA YIKIM ANONSU; MUHTARLAR ANLATIYOR
Çıkıyoruz, az ilerden sola dönüyoruz… Lalabey mahallesine ait sokaklar açılıyor önümüze. Tarihi yapıların ve dar kemerlerin arasından, arnavut kaldırımlarıyla döşeli kuçelerden geçerken nedense buraları bir sinema filminin platosu gibi düşlüyorum…
TIKLAYIN – İŞSİZ GAZETECİLER’DEN: "GAVUR"U GİTMİŞ MAHALLESİ KALMIŞTI, MAHALLESİ DE GİTTİ
Sur ablukası döneminden kalma duvar yazıları, tüm boyama girişimine rağmen okunabiliyor… Önüme çıkan simit fırınına dalıyorum. Adı “Lale simit fırını”. Çalışanlardan biri fırından simitleri çıkarırken bir diğeri hamurunu yoğuruyor. Birkaç çocuk tepsisine simit dizmekle meşgul…
Adının Ali olduğunu söyleyen ustaya “1 Mayıs'ta buralar yıkılacakmış, camilerden anonslar geçmiş, duydunuz mu” diyorum.
Başını sallıyor ve başlıyor anlatmaya; “Benim evim aslında Hasırlı’daydı… Artık yok. Bir sokağım bile yok. Yasak başladıktan sonra Huzurevleri mahallesine taşındık. Bir apartman dairesine. Orada hayat yok… Komşuluk yok… Neşe yok… Hapishane gibi. Abluka bitsin döneriz, diye sabrettik. Geçen gün burca gittim. Tepesinden baktım. Dümdüz bir arazi parçası! Sokağım yok, evim yok. Çocukluğum yok. Her sabah buraya işime geldim, akşam Huzurevleri'ne döndüm. Çatışmalar ortasında çalıştım. Dönmeyi beklerken şimdi burası da yıkılacakmış bir kaç güne…?”
“Kaç kişi bu fırında çalışıyor”
Hamur yoğuran genç yanıtlıyor:
“Beş, altı kişi burada çalışıyor, simit alıp satanları saymıyorum bile… Burası yıkılırsa bu demektir ki 10’un üstünde aile geçimini sağlayamayacak, rızkından olacak”.
Fırından çıkıp Meryemana kilisesine doğru ilerliyorum. Kilisenin karşısında bir kağıt asılı, okuyorum;
“Alipaşa ve Lalabey hahallelerinde Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında aşağıda bulunan taşınmazların en geç 1 Mayıs 2017 Pazartesi günü akşamına kadar boşaltılması gerekmektedir.” Yazı devamla boşaltılacak sokak, ev ve iş yeri isimleriyle devam ediyor. Arnavut kaldırımından bisikleti ile hızla geçen genç duruyor; “Abla çantanı kapa, telefonunu çalarlar.” diyor.
“Anonsu duydun mu” diye soruyorum
“Hepimiz duyduk camilerden anons ettiler, hem de camilerden! Buraları yıkacaklarmış” diyor ve yola devam ediyor. Kilisenin önünde oturup güneşlenen yaşlıca bir adam ile gence yaklaşıyorum.
“Anonslar kaç gündür var?”
“İki- üç gündür… Ben de burada oturuyorum. Buraları yıkacaklar, ama en çok da Alipaşa yıkılacak” diyor. Adının Emran olduğunu öğreniyorum.
Emran oldukça kızgın, kırgın. Sur abluka döneminde yalnız bırakıldıklarını, şimdi de yalnız olduklarını söylüyor. Yüzünde, sözünde içe işleyen bir hüzün ve yalnızlık var…
O zaman yalnız bırakılmasalardı bugün bu yıkımı yaşamayacaklarına inanıyor.
“Biz birlik olamadık, birlik olmayınca da hiçbir şey olamazsın” diyor…
Hem Kürt siyasetçilerine, hem de Diyarbakırlılara çok kırgın… Devlete ise öfkeli, kızgın… “Buraları 2010 yılında dönemin büyükşehir belediyesi, ilçe belediyesi ve devlet arasındaki uzlaşmayla TOKİ’ye verilmişti… Şimdi derdini biz çekiyoruz… Boşaltılması istenen yerler o zaman devlete satılan yerler. Ama anonslardan hissettiğimiz satılmayan yerlerin de boşaltılacağı. Başlayacaklar, kamulaştırdık dedikleri tüm Sur’dan bizi çıkartacaklar…”
Büyütmek için tıklayın. |
Kilise yolundan sağa sapıyoruz. Boşaltılacağı bildirilen ana sokakta bir bakkalın önünde duruyoruz. Bakkal Mehmet: “Bu ana sokak, yan taraftaki sokak, Turistik caddesi, Ben sokak… Taa İçkale’ye kadar uzanan şu hat hep boşaltılacak…” diyor.
“Satılan mülkler boşaltılacak diyorlar, sen de sattın mı” diyorum…
“Ben de birkaç yıl önce mecbur kalıp satmıştım bu dükkanı. Başka yerde yapamayınca evimi aldım tekrar geldim buraya. Evime çıkıp surları, bedeni görünce nefes aldım, huzur duydum yeniden… Şimdi çıkın diyorlar, ama nereye çıkacağız, ne yapacağız, nerde nasıl yaşayacağız bilmiyoruz. Bir iki güne gelirlerse ne olacak bilmiyoruz. Çıkmak istemiyoruz. Burada kimse çıkmak istemiyor. Kimse hazırlık yapmamış. Gidecek yerimiz de yok zaten… Biz başka yerlerde biliyoruz nefes alamayız… O yüzden kimse bir hazırlık yapmıyor.”
Mehmet bakkalın “Burası dışında biz nefes alamayız, yaşayamayız” söylemini Sur’da konuştuğum herkesten duyuyorum.
Bakkaliyenin içinde duran gıdalar raflarda öyle duruyor, birkaç güne hiç boşaltılmaya zorlanmayacaklarmış gibi…
Mehmet bakkal devam ediyor: “Şimdi evlerini satanlar boşaltacak diyorlar ama herkesin ki boşaltılacak. Misal benim üst katımdaki evler satmamış. Burada satmayan çok. Ama onlara devlet hesap açmış, para yatırmış, hiç biri de almamış parayı, kabul etmemiş. İster al ister alma, burası benim çıkacaksın, diyor…. Evlere biçilen para 33 bin lira! Ne olur onunla. Varsay gideceksin ev alamazsın, iş kuramazsın, öyle de ölüme terkedileceksin, böyle de… Bir çoğu böyle düşünüp gitmiyor. Gelsinler olmadı yerimizde, yurdumuzda ölürüz diyorlar…”
Çıkıyoruz bakkaldan hemen altı Surların çepeçevre gölgelediği muazzam manzarası olan bir cadde… İlerlerken, Surlularla her konuştuğumda yakama yapışan yalnızlık yapışıyor. İnsanları yapayalnız hissediyor. “Dünya’nın bütün işçileri birleşin” mottosuyla yıllardır kutlanan 1 Mayıs’ta; evleri, yurtları boşaltılacak Surlular için “Dünyanın bütün iyi insanları bu tarihi ve kültür mirasının sahipleri için birleşin” diyesim geliyor. Yakama yapışan yalnızlıktan böyle ancak kurtulurmuşuz gibi geliyor.
Konuyla ilgilenen Avukatlardan Devrim Barış’la görüşüyorum.
“Buraları Afet ve riskli alan kabul eden Ekim 2012 tarihli bakanlar kurulu kararına istinaden kamulaştırıldı. 2015 yılında tüm Sur kamulaştırıldı. Yürütmeyi durdurmak için başvurularımızda kabul görmedi… Asliye hukukta her onaylanan kamulaştırma kararının ardından devletin buraları boşaltma yetkisi doğuyor. Maalesef tüm itirazlarımıza rağmen Alipaşa ve Lalabey için mahkeme kararı verildi. Mülk sahiplerinin hesaplarına paralar yatırıldı. Mülk sahibi o parayı alsa da almasa da devlet tahliye yetkisine sahip artık…” diyor.
Bana 25 Mart 2016 tarihli “kamulaştırmaya yol açan Bakanlar Kurulu Kararının iptali ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin yaptıkları başvuru dilekçesini* gösteriyor.
Dilekçe 33 uygarlığa ev sahipliği yapmış Sur’un neden afet ve riskli alan ilan edilemeyeceğine, neden kamulaştırılamayacağına ve hangi yasal hükümlere aykırılık oluşturduğuna dair bir dizi sunumlar içeriyor.
Örneğin dilekçe; alanın risk ve afet bölgesi olduğuna dair hiçbir tespit ve raporlamaların yapılmadığını söylüyor. Bu kapsamda alınmış olan karar, 6306 sayılı kanun ve ilgili yönetmelik hükümlerine aykırı bulunuyor. Dilekçeye göre bölgenin “afet ve riskli alan” ilan edilmesini gerektirecek, jeolojik yapıya yönelik analiz ve tespit bulunmuyor. Kanunun tanımladığı biçimde riskli yapıların tespitine dair bir çalışma da yapılmamış. Alan, “riskli alan” olarak ilan edilecek nitelikte can ve mal kaybına neden olacak bir yapılaşma içermiyor. Dilekçede çarpıcı olan bir diğer nokta ise Davalı idarenin kendi planlarında dahi bölgedeki yapıların sadece yüzde 6’sının riskli olduğunun belirtilmiş olması.
Yine Bakanlar Kurulu kararının Anayasa’nın 56. Maddesi’nde belirlenen “Konut Hakkı” ile ilgili düzenlemeye aykırılıkları vurgulanıyor ve mülk sahiplerinin yaşayacağı büyük mağduriyet gözler önüne seriliyor. Yine Bakanlar Kurulu kararının yerel idareyi, belediyeleri bu sürecin dışında tutmuş olması da bir başka yasal sorun olarak tanımlanıyor…
Tüm bunlara ve pek çok ihlal iddiasına rağmen Asliye’nin aldığı kararla, 1 Mayıs’tan itibaren güzelim Lalabey, Alipaşa ve dahası binlerce yıllık kadim uygarlık, sosyal yaşamdan kopartılma, kültürel dokusu bozulma, içindeki hayatlar mutsuz kılınma tehdidiyle karşı karşıya bulunuyor. Fırıncı Ali, bakkal Mehmet, sosyolog Xeyri, işçi Emran, sokağın yüncüsü Gülsüm … ve daha pek çok insan başka yerde nefes alamayacağını söylüyor…
İnsanlara nefes olmak gerekiyor… (YG/HK)
* Başvuru dilekçesini okumak için tıklayın.