Diyarbakır’ın Sur ilçesi aylardır bir kabusun içinde, Diyarbakır bir kabusun içinde… Ankara bir kabusun içinde, Paris bir kabusun içinde, Cizre, Nusaybin, Silvan, Derik kabusun içindeler… Bu acıları paylaşan herkes aylardır bir kabusun içinde ve artık kimse çıkışın nasıl olacağını kestiremiyor.
Dün bu kabusun yeni bir sahnesi daha yaşandı. Diyarbakır kentinin her sokağı serhildana kalktı… Gençler Amed’i uyandırmak için sokaklarda dolaştı, halk önce ürkek, camlarından aşağı baktı, sonra sokağa inmeye çalıştı. Dünkü serhildanın sürdürülebilir bir eylemlilik olma şansı vardı çünkü meşru bir talebi şiddete başvurmadan dillendiriyordu Amed halkı: ‘Tanklar Sur’u terk etsin, sokağa çıkma yasağı kalksın, insanlar evlerine dönsün’ taleplerini. Ama tabi Şerdil Cengiz ve Şiyar Salman adlı iki gencin ölümüyle sonuçlanan serhildan sürdürülebilir olma şansını kaybetti, tansiyon yükseldi, mermiler uçuştu, rencırlardan ateş açıldı, evlerimizin içinde gaza boğulduk, çocuklar korkak gözlerle ağlamaya başladı, hayvanlar çöp kutularının altına ya da kanepelerin altına sığındılar, kuşlar panikleyip çığlıklar atarak kaçıştılar, kabus devam etti…
Sur’dan göç etmek zorunda kalan birçok arkadaşımızın ortak isteğiydi kentle ortak bir tepki verebilmek. Haftalardır biz Sur’un dışında yaşayan insanları sessizlik kalmakla eleştiriyorlardı. Senelerdir Sur’da yaşayan Ahmet “İnanamadım Ayşe” dedi. Dört gün sokağa çıkma yasağından sonra Ofis’e akrabaların yanına taşınmaya karar verdik. Bir gittim herkes kafelerde keyif yapıyor…” Yedi yıldır bir kez somurttuğunu görmediğim Ahmet hiddetli konuşuyordu… “Silahlar sussun başka hiçbir isteğimiz yok. İlk önce şartsız silahlar sussun.” dedi, sadece dinledim…
Son sokağa çıkma yasağının ertesi günü Sur’da yaşayan bir başka arkadaş, Mehmet aradı. Son güne kadar dayandı Mehmetler evlerinden çıkmamak için. Altı çocukla hangi akrabaya gidebilir insan, gitse ne kadar kalabilirdi… “Ara verdiler çatışmalara, biz de bıraktık evi, çıktık Sur’dan.” dedi. Sesinde hiç sinir yoktu, daha çok haksızlığa uğradıktan sonra canı acıya acıya yutkunur ya insan, öyle bir sesle konuşuyordu. “Herkes işinde gücünde Ayşe, iki milyonluk şehirde 500 bin kişi tepki verseydi devlet bize bunu yapamazdı. 500 bin kişi Sur kapılarına dayansaydı, başımıza bombalar yağmayacaktı. Bitti orası artık, taş taş üstünde kalmayacak. Ne yapalım.” O kadar çok tekrarladı ki “Ne yapalım” cümlesini, sustum kaldım telefonun diğer tarafında…
Ahmet de Mehmet de çatışmaların en yoğun olduğu Sur’un Hançepek mahallesindeki birçok kişi gibi 1990’larda zorunlu göç yüzünden buraya taşınmış insanlar. Çok fazla sayıda da mevsimlik göçe giden işçi var aralarında. Şimdi “duygusal ajitasyon” yapmak pahasına bir kez daha düşünelim, yaklaşık 20 yıl önce köyünüzden apar topar atılıyor ve kente gelip kendinize yavaş yavaş bir yaşam kurmaya başlıyorsunuz. Mesela eğer şanslıysanız, bir yıl mutfağa fayans döşüyorsunuz, öteki yıl fırın alıyorsunuz, sonraki yıl üst katı çıkıyorsunuz evinize ve sonraki yıl o üst katı kullanılmayan salonlardan birine dönüştürüyorsunuz misafirler için. Büyük ihtimalle ben çok hızlı anlatıyorumdur… Bu arada evi kurarken aylarca Türkiye’nin değişik yerlerinde mevsimlik işçi olarak yine evinizden uzakta yaşıyorsunuz. Ve derken 2015 yazında çatışmalar başlıyor ve evinizi olduğu gibi bırakıp, birkaç eşyayla akrabaların evlerine dağılıyorsunuz. Tıpkı 20 yıl önce olduğu gibi… Ananız bir yerde, babanız öbür akrabada, çocuklar başka evde.
Ne yapalım, ne yapalım gerçekten…
Bu savaşı kim çıkardı, kim devam ettirdi, o devlet halkına bunları nasıl yapardı soruları değil sormak istediğim. Surlular, biz orta sınıf Diyarbakırlıların tepki vermesini, tepkinin dışarı taşmasını istiyorlardı çünkü surların arasında yalnız bırakıldıklarını düşünüyorlardı. Tüm bunları yeterince tepki veremediğine inanan, dün sokağa çıkmaya cesaret edememiş biri olarak yazıyorum. Kimseyi suçlamak adına değil. Amacım yükselen orta sınıf düşmanlığına çanak tutmak da değil. Kimseyi hedef göstermek de değil amacım…
Eğer ki Diyarbakır halkının önceliğinin silahların susması olduğunu kabul ediyorsak, elimizi başımızın arasına koyup önce evlerini terk etmek zorunda kalmış Sur halkının birincil ihtiyaçlarını karşılayacak bir platform oluşturmalı sonra da Sur’da silahların susması için her tür kamusal ve siyasi adımı atmamız gerekiyor.
Dünkü serhildan Sur için tüm Diyarbakır’ın attığı belki de ilk ciddi adımdı, ses vermeye devam etmeliyiz… Önce silahlar sussun, barışı sonra düşünürüz, ona daha çok zaman var…. (İAK/ÇT)
* Fotoğraf: Süleyman Umut Gürhan, Anadolu Ajansı