Tahliye olduktan sonra Ako, Belgin ve Şengül ablamla Doğu Karadeniz turuna çıkmış, kadim dostum, sevgili arkadaşım Şenol Taban’ın Artvin-Borçka Gulaskor köyündeki butik otelinde kalmıştık.
O günlerde dağ-bayır dolaşıp, Karadeniz’in o eşsiz güzelliğini doyasıya yaşarken, sık sık yaşadıklarımın gerçek olup olmadığını kendi kendime, bazen bizimkilere sorup durdum.
Gördüğüm her güzellikte ardımda bıraktığım mapusdaşlarımı hatırlayıp, her şeye onların gözüyle de bakmaya çalıştım.
Şimdi aradan iki yılı aşkın bir zaman geçmiş olmasına rağmen, duygularımda herhangi bir değişiklik ya da körelme olmadı.
Hala güzel bir çiçek gördüğümde ya da doğayla iç içe olduğumda ilk önce mapusdaşlarım aklıma geliyor.
Onlardan mektup aldığımda mazgaldan uzanan mektup demetine koşduğum günlerdeki gibi heycanlanıyorum; onlar için bir şey yapmam gerektiğinde ilk önceliğim mapusdaşlarım oluyor.
15 Temmuz darbe girişiminden sonra Gebze Hapishanesi’nde yoğurt kovalarına, çöp bidonlarına diktiğimiz bütün çiçeklere, erik ağacıma da el koyduklarını duyduğumdan beri, baktığım her çiçek, her yeşil dal garip bir burukluk yaratıyor yüreğimde.
Mapusdaşlarımın tümüyle beton ve demirin grisine tutsak edilmeleri sadece canımı acıtmıyor, büyük bir öfke uyandırıyor...
Akocan’la çıktığımız bu uzun yürüyüş boyunca da, dağların doruklarında, nehirlerin çağıltısı, ormanların sıcağa rağmen insanı ferahlatan serin havasında mupusdaşlarımı andım hep...
Sabaha karşı her yola koyulduğumuzda, Gülazer’in, Nurcan’ın, Behiye’nin ve röportaj yaptığım diğer kadın arkadaşların gece yürüyüşlerini anımsadım...
Lacivert gecede parıldayan aya ve yıldızlara bakıp, o anda mapusdaşlarımın uyanıp-uyanmadıklarını, ne yaptıklarını düşünüp, belki ulaşır, hissederler diye selam ve sevgilerimi gönderdim mavi şafaklardan...
Onlara göndermek için fotoğraflar çektim, aramızda geçen sohbetleri hatırlayıp derin derin iç geçirip, yaşadıklarımın gerçek olup olmadığını sordum kendi kendime...
Yaşadıklarım gerçekti!
Akocan hayatımızın en kötü zamanında, ikimiz adına bu düşü kurmuştu ve o düşü bütün güzellikleriyle yaşıyorduk...
2013 yazında gitar öğretmeniyle bu yol üzerinde Fromista’da ve Carrion de los Condes’de resitaller verdiğinde Santiago Yolu’nun hikayesini duymuş ve birgün birlikte bu yolu yürümek üzere plan yapmıştı.
Federico Sheppard organize etmişti bu resitaller dizisini...
Federico aynı zamanda Akocan’ın sahne gitarının yapımcısı, Amerikalı bir gitarist.
Emekli olduktan sonra ülkesini terkedip, İspanya’ya yerleşmiş sıcak kanlı, neşeli aynı zamanda çılgın ve güzel bir insan.
Yazları Santiago Yolu üzerindeki kasabalarda, resitaller, dersler organize ediyor.
2013 yazında Carrion de los Condes’de organize ettikleri resitallerden birini bana adamışlar.
Bir slayt gösterisiyle yaşadığım hukuksuzluğu anlatmışlar, etkinliğin sonunda Akocan resital vermiş.
Yolculuğa çıkmadan önce Akocan Federoco’yu aramış ve Santiago’ya yürüyeceğimizi söylemişti.
Federico’da Formista’ya ulaştığımızda mutlaka kendisini aramamızı ve bizi misafir etmek istediğini Akocan’a sıkı sıkı tembihlemişti.
Yürüyüşümüzün 15. gününde Akocan Federico’yu aradı ve ertesi gün için Fromista’da buluşmak üzere randevu yaptı.
Kasabanın merkezinde randevu yerinde cafede beklerken bir adamın kollarını açarak bize doğru geldiğini görünce anladım gelenin Federico olduğunu.
İkimizi birden aynı anda kucaklayıp, buluşmayı kabul etmemize sevindiğini söyledi.
O akşam ve ertesi gün Federico’nun misafiri olduk.
Bizim için bir otelde rezervasyon yapmıştı.
Otele yerleşmemiz ve akşam 18.00’de buluşmamız gerekiyordu.
Carrion de los Condes’deki büyük kilisede dünyanın değişik ülkelerinden gelen klasik gitar öğrencilerinin vereceği konsere katılacaktık.
Kiliseye vardığımızda sıralar çoktan dolmuş, bazıları ayakta ya da yerlere oturarak etkinliğin başlamasını bekliyordu.
Federico etkinliğin açılış konuşmasını yapmak üzere sahneye çıktı.
Söze İspanyolca başladı, fakat bir noktadan sonra İspanyolcası yetmeyince, konuşmasına İngilizce devam etti.
Konuşmanın bir yerinde Ako ve benim adımın geçtiğini duyunca, bizden bahsettiğini anladım.
Fakat ne anlattığını çıkaramadığım için, Akocan’dan tercüme etmesini istedim.
Akocan ve benim için gerçekten çok değişik bir andı.
Karmaşık bir duygu seline kaptırdığım bir anda Federico beni sahneye davet etti.
Ardımdan Akocan çıktı sahneye.
Federico’nun elinde duran kırmızı güller benim içinmiş...
Kasabanın belediye başkanı çiçekleri bana verdiğinde bir kez daha kendi kendime bütün bu yaşadıklarım gerçek mi diye sordum?!..
Etkinlik sonrası öğrencilerle birlikte önce Castrojeriz’de topluca yemek yedik.
Daha sonra saat 23.00 civarında Castrojeriz ile Fromista arasında bulunan büyük bir bölümü yıkılmış olsa da, müthiş bir güzelliğe ve akustiğe sahip tarihi kilisenin yıkık duvarları arasında mum ışığında, yıldız yağmuru altında gitar öğretmeni Rene Izquierdo’nun resitalini dinledik.
Santa Maria Kilise’sinde bir akşam
Fromista’ya döndüğümüzde zaman gece yarısını çoktan geçmişti...
Biz yorgun ama keyifliydik.
Bu etkinlik vesilesiyle bir kez daha 2013 yılına giderek efkarlanmış, yeniden güne dönerek birlikte olmanın tadını çıkarmaya çalışmıştık.
Ertesi gün Frederico bizi araçla yeniden Corrion de los Condes’deki ünlü Santa Maria Kilisesine bıraktığında zaman çoktan öğlenden sonraya ulaşmıştı.
Akocan her akşam saat 18.00’de rahibelerin pelegrinolar için yaptığı müzik dinletisine katılmak ve bir gece klisenin albergesinde kalmak istiyordu.
Akşam yemeği kolektif yenilecekti.
Yemeği rahibeler pişirecekti, ancak isteyen herkes katkıda bulunabilirdi ve hemen kilisenin yakınında kurulan pazardan alış veriş yapılabilirdi.
Akocan’la biz de akşama yemek pişirmek için pazara gittik.
Pazarda yürürken birisi kolumdan tutunca çok şaşırdım.
İlk şaşkınlığımın ardından yürüyüşün ilk gününde tanıştığımız yol arkadaşımızı hemen tanıdım.
Taşımakta zorlandığım sırt çantamı transporta vermemizi sağlayan ve Akocan’ın “kurtarıcımız” adını taktığı İspanyol yol arkadaşımız günlük giysileriyle elinde Pazar çantası alış-verişe çıkmıştı...
Corrion de los Comdes’e yakın bir köyde oturuyormuş.
Annesi rahatsızlandığı için, yürüyüşünü yarıda bırakan güleç yüzlü, sıcak kanlı yol arkadaşımız neşeyle bize sarılırken; biz şaşkınlık içerisinde, yabancısı olduğumuz bu kasabada böyle bir karşılaşmaya çok sevinmiştik.
Akocan sanki kırk yıllık dostunu görmüş gibi sevinç içinde ayrı kaldığımız günlere dair neler yaptığımızı ayak üstü anlattı, onun neler yaptığını sorduktan sonra vedalaştık.
Alış-veriş sonrasında kalabalık mutfakta bizde akşamki ortak yemek için bir şeyler pişirdik Akocan’la.
Tam saat 18.00’de albergenin girişindeki salon, yatakhaneye uzanan merdivenler, yerler dünyanın çok farklı ülkelerinden gelen yürüyüşçülerle doldu.
A4 kağıda basılmış şarkı sözleri uzatıldı dinleyicilere...
Ben şaşkın şaşkın nasıl bir müzik yapacaklarını beklerken, Çaw Bella’yı duyunca çok şaşırdım...
Rahibelerden oluşan harika bir grup ve birbirini tanımayan kocaman bir koro...
Rahibelerin müzik dinletisi bittiğinde, Akocan’dan çalmasını istediler.
Akocan gitar çalmak için hazırlanırken, telefonumun kayıt düğmesine bastım...
Dinleti sonrası, bahçede buluştuğumuzda her şey çok güzeldi.
Bir ara kilisenin yöneticisi Alman rahibe yanımıza gelip kadehini Akocan için kaldırdığında; Santa Maria Kilisesi’nde her şeyin kaldığımız diğer kilise albergelerinden farklı olmasının nedenini sordum.
Bilmediğini söyledi.
Ben “kadınlar tarafından yönetiliyor olması olabilir mi?” dediğimde, hoş bir gülümsemeyle “belki de” diyerek mütevazi bir yanıt verdi.
O gün gündüz Akocan’la elimizdeki yol güzergahını inceledik.
Önümüzdeki 90 km’lik yolun otobana paralel tarlalar arasında olduğunu görünce, bu etabı otobüsle gitmenin daha isabetli olacağına karar verip, ertesi gün için otobüs biletimizi aldık.
Otobüse bindiğimizde bir sonraki durakta bizi bekleyen süprizlerden habersiz olsak da, artık yolun neredeyse yarısına gelmiş olmanın güveniyle arkamıza yaslanıp, keyifle etrafı seyre daldık...
Haftaya yol boyunca gördüğümüz yerlerden küçük enstantenelerle devam edeceğiz...
Görüşmek dileğiyle... (FE/NV)