Küba ile ilgili olarak aralarında eski Sovyet ülkelerinin, Çin Halk Cumhuriyeti'nin ve başka bazı ülkelerinki dahil belli başlı basın ajanslarında yayımlanan görüşleri her gün dikkatle okurum. Latin Amerika basınından, İspanya'dan ve Avrupa'nın geri kalanından gelen haberler de bana ulaşır.1930'lardakine benzer uzun süreli bir durgunluk korkusuyla yüz yüze bulunduğumuz þugünlerde genel tablo git gide belirsizleşiyor.
ABD'nin ekonomisi Vietnam kıyımından beri doğal kaynaklarla ayakta
2 Temmuz 1944'te Bretton Woods Anlaşması’yla ABD en büyük askeri güç olmak sıfatıyla uluslararası mübadele aracı olarak dolar basma ayrıcalığını elde etti. Savaştan zarar görmemiş ekonomisi sayesinde bu ülke savaştan sonra 1945'ta dünya altın rezervlerinin yüzde 70'ini elinde tutuyordu. Dönemin ABD Başkanı Nixon, 15 Ağustos 1971'de basılan her doların altın karşılığı bulunması demek olan altın standardını tek yanlı bir kararla kaldırdı. ABD'nin elde kalan altın rezervinin 20 katından fazlasına mal olan Vietnam kıyımını böyle finanse etti. O zamandan beri, ABD ekonomisi doğal kaynaklar ve dünyanın geri kalanının tasarruflarıyla ayakta tutuldu.
En gelişmiş ülkeler tarafından, küçük bir zengin azınlığın lüks ve israfına karşılık nüfusun ezici çoğunluğunun yoksul olduğu ülkelere öğütlenip uygulatılan yatırım ve tüketime dayalı sürekli büyüme teorisi sadece aşağılayıcı olmakla kalmayıp yıkıcıdır da. Olayların arkasındaki tarihin farkında olan çok az kişi olsa da, halkların büyüyen isyanının nedeni bu çapul ve onun felaketli sonuçlarıdır.
En yetkin ve gelişmiş zekalar, doğal kaynaklar listesine katılmış ve kendilerine biçilen fiyatlarla dünya mal ve hizmetler pazarında yerlerini almıştır.
Sanki kuşatma bizim uydurmamız...
Peki şu sözde aşırı solun süper-devrimcilerine ne oluyor? Bir kısmı gerçekçilikten yoksun, diğer bir kısmı tatlı hayaller kurmaktan zevk alıyor. Hayalcilikten çok uzak olan geri kalanları ise konunun uzmanları; ne dediklerini ve bunları neden dediklerini çok iyi biliyorlar. Kaçınılması gereken çok iyi kurulmuş bir tuzaktır bu. Sanki bize bir lütufta bulunuyormuş gibi, kaydettiğimiz başarıları teslim ediyorlar. Yoksa olup bitenlerle ilgili yeterince haberdar değiller mi?. Sorun bu değil ve sizi temin ederim ne olup bittiğini çok iyi biliyorlar. Kimi durumlarda, Küba'ya duyduklarını iddia ettikleri dostluk adına, Küba kıyılarından sadece 90 mil uzaktaki emperyal komşumuzdan hiçbir itiraz görmeksizin uluslararası toplantılara katılma fırsatı elde ediyor ve gerek Küba'da gerek yurtdışında pek çok insanla istedikleri gibi haberleşiyorlar.
Peki, Devrime ne tavsiye ediyorlar? Öğütledikleri som zehirden, neoliberal mavalların en tipik formüllerinden başka bir şey değil. Sanki, ülkemiz kuşatma altında değil, sanki kuşatma bizim uydurmamızmış gibi.
("Süper-devrimciler") Devrimin en muazzam başarısını, halkın yeteneklerini yoğun bir şekilde yeşerten eğitim alanındaki eserini küçümsüyorlar. Onlar, halkın bir kısmının basit ve kaba işleri yapmaya devam etmesini salık veriyorlar. Bilimsel yatırımların sonuçlarını küçümserken maliyetini abartıyorlar. Daha da kötüsü: Küba'nın dünyaya sağladığı sağlık bakım hizmetinin değerini görmezden geliyorlar. Ki bu hizmet, Devrimin mütevazı kaynaklarıyla fiilen, emperyalizmin dayattığı sağlık sisteminin insani yetersizliğini gözler önüne sermiştir.
Sağlık devrimimizi görmezden geliyorlar
Bunlar, yıkıcı yatırımları tavsiye ediyor. Eğer konut sektöründeki yabancı yatırımlar zamanında durdurulmasaydı, Küba'da ya da Küba dışında ikamet eden yabancıların daha önce satın aldıkları konutlardan gelen para dışında başka hiçbir kaynaktan finanse edilmeyen on binlerce konut yapılmış olacaktı. Üstelik bir de bunlar, üretici şirketleri teşvik etmek için çıkarılan yasadan yararlanan ortak yatırımlardı.
Parayı bastıran düdüğü çalacak, bu evlerin kim bilir kimlerden oluşacak sakinlerinin ya da müşterilerinin altyapı hizmetlerini de ülke kaynaklarıyla biz karşılamak zorunda kalacaktık. Bu konutların pek çoğu da düşman istihbarat servisleri ya da işbirlikçilerince satın alınabilirdi.
Çok zaruri piyasaları kontrol ettiklerinden (yabancı sermayeyle) bazı ortak yatırımlara ihtiyacımız var. Ama ülkenin para selinde boğulmasına izin vermemiz ve egemenliğimizi satmamız beklenemez.
Bu tür reçeteler tavsiye eden süper-devrimciler, mesela arıtıldığında çevreye zarar vermeksizin elektrik üretmek için paha biçilemez bir kaynak olan ve her yıl yüz milyonlarca dolar gelir sağlayan doğalgaz gibi, ekonomi için gerçekten belirleyici önemdeki başka kaynakları görmezden geliyorlar.
Küba'daki enerji devrimini görmezden geliyorlar...
Küba'da yürütülmekte olan ve tüm dünya için hayati ve tayin edici bir önem taşıyan Enerji Devrimi hakkında tek laf etmiyorlar. Daha da ileri gidip, Küba'ya ABD, Batı Avrupa ve diğer gelişmiş ülkelerin otomobillerinin tükettiği yakıtın yüksek maliyetini karşılamak için biodizel üretiminde kullanılmak üzere şeker kamışı üretimini artırmasını öğütlüyorlar. Şeker kamışının Küba'da yetiştirilmesinin işçilerin köle gibi çalıştırılmasını hatırlamıyorlar. (Gıda üretiminde kullanılan kaynakların enerji üretimine kaydırılmasıyla) Gıda maddelerinin fiyatlarının ikiye üçe katlanması pahasına insanların bencil içgüdüleri körükleniyor.
Ortaya koyduğumuz devrimci emeği benden daha eleştirel bir gözle değerlendiren başka kimse olamaz, ama benim imparatorlukların en kötüsünden inayet ya da bağışlama umduğumu asla göremeyecekler. (FC/AK/NZ)
* 3 Eylül'de Granma'da yayımlanan bu yazı İngilizce metinden Sendika.Org için Ahmet Kırmızıgül tarafından çevirilmiştir.
* Castro’nun, adını anmadan yanıtladığı “süper-devrimci”, James Petras. Castro’nun yanıtına konu olan eleştiriler, Petras’ın Küba: Devam Eden Devrim ve Güncel Çelişkiler (Cuba: Continuing Revolution and Contemporary Contradictions) başlığıyla Ağustos ayında La Haine’de yayınladığı makalesinde yer alıyor (Bu makaleyi yakında www.sendika.org Türkçe'ye çevirecek.