Başkonsolos öfkeden köpürüyordu. Skandala yol açacak böylesine bir duruma izin vermesi ihtimal dışıydı. Üvey de olsa kızının canlandırdığı karakter filmde iç çamaşırlarıyla görünüyor, üstelik erotik bir yatak sahnesinde rol alıyordu.
O ana kadar başkonsolosla gayet iyi geçinmiş olan filmin iki yönetmeni neye uğradıklarını şaşırmıştı. Ertesi gün gerçekleşmesi gereken tiyatro performansında kullanılacak mevzubahis görüntülerin yenilenme ihtimali artık kalmadığından kendilerini fazlasıyla çaresiz hissediyorlardı.
80'li yılların revaçtaki sahne sanatları numaralarından biri olarak piyes oynanırken sahnedeki bir televizyonda gösterilmek üzere, mevzuya açıklık getiren bir video çekilmişti. Tek kişilik piyes Jean Cocteau'nun İnsan Sesi'ydi ve Deniz Türkali tarafından oynanacaktı.
Tam da bu yüzden Atıf Yılmaz stüdyosunu cömertçe kafadar yönetmenlerin hizmetine sunmuş ve meşakkatli bir çalışmanın sonucunda söz konusu film ancak yetiştirilmişti.
Piyesin kahramanı sevgilisi tarafından defalarca aldatıldığından filmde adamın beraber olduğu muhtelif kadınlarla maceraları canlandırılmış, ama en cesur görüntüler nedense bürokratın kızına düşmüştü.
Birdenbire akıllarına parlak bir fikir geldi. Aylardır hazırlanılan ve tek defaya mahsus olarak sahneye konacak oyunun can alıcı noktası böylesine küçük bir detay uğruna feda edilemezdi.
Türkali piyes sırasında sansürlenmesi gereken görüntülerin başlamasına yakın, sahnedeki bir fuları mümkün olabilecek en doğal biçimde televizyonun üstüne atarak ekranı örtecekti. Gerçekten de yeni bir tiyatro salonunun açılışı sırasında, Başkonsolosun himayesinde bir kez sahneye konan piyeste Türkali dakikaları aklından sayıp bir süre sonra fuları ekrandan kaydırmış ve oyununa başarıyla devam etmişti…
Öpüşmek günah mı?
Suhaib Gasmelbari'nin Ağaçlardan Bahsetmek (Talking About Trees) filminde de sinemacı dört kafadar yıllardan sonra bir açık hava sinemasında ilk defa bir gösterim gerçekleştirmek üzeredirler. Fakat mahallede cami sayısı her geçen gün artmaktadır. Birine göre camiler altı, diğerine göre sekiz tanedir.
Her şeyin yolunda gittiği ve Quentin Tarantino'nun Django Unchained filminin seyirciyle buluştuğu varsayılırsa, minarelerdeki megafonlardan ezanın peş peşe okunduğu anlarda bir öpüşme sahnesinin perdeye yansıma ihtimali karşısında ne yapılacaktır? Tek çare, projektörün yanında duran birinin görüntünün perdeye ulaşmasına eliyle engel olması mıdır diye aralarında hararetli olduğu kadar kinayeli tartışma sürer gider…
Fakat belgesel kahramanlarının adını anmaktan bile imtina ettikleri kanlı diktatör Ömer Elbeşir film çekilirken baskıcı bürokrasisiyle hâlâ aktif olduğundan beklenen film gösterimi bir türlü gerçekleşemez. Ama izinlerle uğraşılırken devlet otoriteleri tarafından ilk defa dillendirilen, aslında çoktan bilinen acı gerçek resmen ortaya çıkmıştır.
Eskiden dünya festivallerinde arzıendam edip ödüller kazanmış Sudan sineması siyasi sebeplerden dolayı devlet tarafından istemli şekilde bitirilmiştir.
Sudan'da sinemanın ölümü doğal sebeplerden dolayı değil, gerici politika yüzünden gerçekleşmiştir. Ne de olsa sinemanın bir silah olduğu herkesin malumudur!
Ayrıca gösterime katılacak kalabalık kitlenin birlik içinde hareket etme ihtimali tehdit unsurudur.
Küçük meydanlarda toplanıp bizimkilerin bilgisayar maharetiyle küçük perdelere yansıttığı Chaplin'in Asri Zamanlar'ını izlemeye gelen üç beş kişinin risk oluşturması mümkün görünmemektedir. Ama belki yüzlerce insanı bir araya getirecek büyük gösterim için Devrim (Revolution) adlı sinema salonunun seçilmiş olması bir tesadüf müdür?
Aradan geçen zaman, paranoyak istihbarat memurlarını haklı çıkarmışa benziyor…
Zevkli seyirlik
Belgeselin birbirinden klas ve eğlenceli karakterleri, yani kendilerini tüm baskılara rağmen emekli etmemiş dört emekçi, seyirciyi ilk anlardan itibaren avuçlarının içine alıyor.
Sinemanın sinemaya baktığı klasiklerden Sunset Boulevard’ın bir sahnesine atıfla, kesinlikle şık ama delirmiş Gloria Swanson'u canlandırmak üzere başına lacivert bir fular geçirmiş tutkulu bir beyefendiye ne dersiniz?
Film dünya prömiyerini Berlinale'de gerçekleştirirken Sudan'da baskıcı rejim hâlâ ayaktaydı. İki ödülle taçlandırıldığı Berlin'den sonra İstanbul'da da iki manalı ödülle başarısını pekiştirdi, ama bu arada memlekette vaziyet tepetaklak olmuştu.
Başkanlığını Rusya'dan Victoria Smirnova'nın yaptığı, İspanya'dan Margarita Chapatte, Fransa'dan Nada Azhari Gillon, Romanya'dan Angelo Mitchievici, Türkiye'den Okan Arpaç ve Ruggero Calich'ten müteşekkil Uluslararası Film Eleştirmenleri Federasyonu FIPRESCI jürisi ödülü "Sinemanın son Don Kişot'larının incelikli ve acı hikâyesini anlattığı için" verdiklerini belirtmişler; kötümser olduğu kadar gerçekçi bir mesaj.
Fakat her ne kadar son zamanlarda dünya festivallerinde trend haline geldiyse de kurmaca ağırlıklı bir yarışmada ödülü bir belgeselin alması İstanbul Film Festivali bağlamında manidar bir işaret sayılmaz mı?
Üstelik ödül verildiğinde Elbeşir ve rejiminin, kadınların da aktif rol aldığı protestolar sonucunda devrilişinin üstü hâlâ soğumuş değildi; hâlâ belirsizlikler içinde çalkalanmakta olan acılı diyarda İslam’ın şeriatçılar tarafından sömürülmesi de acaba kısa zamanda sona erecek mi?
Bir zamanlar Almanya, Mısır veya Sovyetler Birliği'nde eğitim aldıkları ortaya çıkardıkları eserlerden belli kahramanlarımız yaş almış olsa da belgeselin yönetmeni Gasmelbari gibi yeni nesil sinemacıların eliyle Sudan sineması tekrar hayata döndürülebilecek mi?
Belgeselin adına ilham veren Bertold Brecht'in An die Nachgeborenen şiirinde ifade edildiği şekilde ağaçlardan bahsetmek kabahat olmaktan çıkacak mı?
Dillendirilemeyen acılarla baş etmek için kahramanlarımız Ibrahim Shaddad, Manar Al Hilo, Suleiman Mohamed Ibrahim, Altayeb Mahdi’nin başvurduğu kara mizahtan daha etkin bir yol bilen var mı?
Darbe üstüne darbe geçirmiş demokrasilerinde sinemaya tekrar serbesti tanınarak her türlü filmin sansürsüz gösterilmesine olanak sağlanacak mı?
Belgeseldeki genç karakterlerden birinin belirttiği şekilde, sinemada arkadaşlarla film seyretmek evde tek başına televizyonun karşısında oturmaktan daha keyifli değil midir?
Hele de çalıştırıldığında oksijen yerine dönemin popüler grip mikroplarını saçan havalandırmalara inat, açık hava sinemalarında. (MT/EKN)