Express dergisinin Temmuz sayısında yayınlanan kapsamlı röportajın sonunda röportajı gerçekleştiren Siren İdemen ve Yücel Göktürk "Siz de mesela Devrimci Karargah üyesi yapılabilirsiniz pekala..." diye soruyorlar Demokrat Yargı Derneği Eşbaşkanı Hakim Orhan Gazi Ertekin'e.
"Bunların hepsi piyango tabii." diye yanıtlıyor Ertekin "Bunları mantıksallaştırmak için sadece güce ihtiyacınız var. Güç elinizdeyse, Hanefi Avcı'yı Devrimci Karargâh üyesi yapabilirsiniz. Önemli olan sizin eyleminiz değil, onların kararıdır."
Anayasa Değişikliği ve HSYK Seçimleri'nin sonuçları üzerine Yargı Meselesi Hallolundu isimli bir kitap da kaleme alan Ertekin'in bahsettiği erk sahiplerinin piyangosu çekilmeye devam ediyor. Sistem son bir oyun daha oynuyor kurbanlarına: Küfür addedecekleri suçlarla itham ediyor onları.
Silaha yüz vermeyen Kürt siyasetçilerin terör örgütü üyesi olmakla, derin devlet yapılanmalarını açıklamaya çabalayan gazetecilerin derin devlet yapılanmalarıyla birlikte hareket etmekle, işkenceci polis şeflerinin yasadışı sol örgüt üyesi olmakla suçlandığı tutuklama furyası aynı minvalde sürüyor.
Şimdi de darbe sonrası sessizlikte kimsenin yayınlamaya yanaşmadığı kitapları yayınlayarak sözün alevini canlı tutmaya çabalayan, eline kalemden ve kitaptan başka bir şey yakışmayan cesur yayıncı Ragıp Zarakolu ve tüm olumsuzluklara rağmen pes etmeyen, iki kutba da teslim olmadan elinden gelen katkıyı sunmaya çalışan akademisyen Büşra Ersanlı'nın da aralarında olduğu 44 kişi daha terör örgütü üyesi olmakla suçlanarak tutuklandılar.
"Biz de düşünce suçlusu yok terör suçlusu var" ya da "onlar gazetecilikten değil başka suçlardan tutuklandılar" diyen mevcut sistemin maskesini kaldırması açısından Ertekin'in şu sözlerini hatırlamakta fayda var: "Siyasî suç ve siyasî suçlu bir tür imtiyaz alanına sahiptir, örneğin sığınma hakkı alabilir. Siyasî suçlunun itibar alanını ortadan kaldırmak için terör ve terörizm kavramları kullanılıyor."
Bahsi geçen söyleşide Ertekin, Gramsci'den alıntıladığı şu tespiti de aktarıyordu okurlara: "Doğu'da iktidarı ele geçirmek çok zor, ama elde tutmak çok kolaydır. Batı'da iktidarı ele geçirmek çok kolay, ama elde tutmak çok zordur. (...) Doğu'da ise bir güç vardır, güce sahip olan istediği gibi yönetme kabiliyetine sahiptir, çünkü çevresinde o gücü sınırlandırabilecek herhangi bir şey yoktur."
AKP şu son 10 yılda, ordusu vesairesi dahil tüm çapaklarıyla beraber bütün iktidar odaklarını ele geçirmiş durumda ve yine Ertekin'in sözleriyle şöyle bir gerçek var: "Türkiye'de yargı bürokrasisi dediğimizde, tamamen iskeletsiz, ciddi bir duruşu olmayan, her siyasî güce bağlı olarak her gün yeniden kendi pozisyonunu alan, sürekli iktidarın gözüne bakan bir yapıdan söz ediyoruz."
Ne yazık ki, Ertekin'in yargı bürokrasisi tanımı şu anda ülkenin basınından akademisine, dahiliyecisinden hariciyecisine kadar tüm yapıları için geçerli görünüyor. Ve aslında bu geçerli tanım Gramsci'nin alıntıladığımız tespitinden de gizli. Hakim güce bu kadar tabi omurgasız yapılar olmasalar, mevcut iktidarı sınırlandırabilecek oturmuş yapılar olsalar Gramsci'nin sözleriyle "güce sahip olanın istediği gibi yönetme kabiliyetine sahip" olmaz bu ülkede.
Türkiye'deki yargı operasyonlarını değerlendirmede "istediği gibi yönetme kabiliyeti" anahtar bir veri. Son dönemde Türkiye'de bu kabiliyeti elde edebilmek için bir takım operasyonlar yaşandı, yaşanıyor. Bu anlamda bakıldığında üslup açısından KCK Operasyonlarının Ergenekon ve Balyoz soruşturmalarından bir farkı yok.
Ergenekon'la Derin Devlet içindeki direnç noktaları elimine edilip oraya yerleşildi, Balyoz'la Ordu içindeki direnç noktaları halledilip nüfuz ediliyor. Şimdi de aynı şablon Kürt Hareketi'ne karşı deneniyor.
Çok açık ki, başarılı olma şansı yüzde sıfır. Çünkü diğer operasyon alanlarından farklı olarak Kürtler bu sistemin ortaklarından değiller, bu sisteme ortak olmak da istemiyorlar. Daha radikal bir yerdeler; bu sistemi değiştirmek, daha adil, daha özgürlükçü, daha katılımcı hale getirmek istiyorlar. Sistemin parayla ya da mevkiiyle telafi edemeyeceği kayıpları ve idealleri var.
Sistem -mümkün olması mümkün olmayan- bu planıyla süreç bittiğinde Kürt sorunu konusunda "fazla uzaklaşmış olamaz" ve "ateş hâlâ sıcak olur" Türkiye yine kaybettiği yıllara yanarak bu soruna bir çözüm bulmaya çalışır. Lakin...
Lakin ortada daha önemli iki sorun var: Birincisi, gidişata bakılırsa, Orhan Gazi Ertekin'in girişte alıntıladığımız sözlerinden farklı olarak, bu isnat edilen suçlar ve tutuklamalar hiç de "piyango"ya benzemiyor. Sistem ne yaptığını iyi biliyor gibi görünüyor.
İkincisi ve daha önemlisi: Anayasa süreciyle birlikte konuşmaya başlayacağı düşünülen ülkeye tutuklama dalgalarıyla beraber yine suskunluk dayatılıyor. Suçlamalar ve tutuklamalar "sistemin görünmez tokmakları" gibi dolanıyorlar ortalıkta. Polis ya da parapolisiye bazı tipler uzman ya da gazeteci sıfatıyla aklın havsalanın almayacağı tezleri makul şeylermiş gibi sunuyorlar kamuoyuna.
Hiç kimsenin aklına gelmeyen, kamuoyunun tanıdığı saygın isimleri tutuklamanın insanları susturmaya amaçlayan totaliter sistemlere şöyle büyük bir katkısı vardır: "Ben size müdahale etmeden siz susun". Sansürlerin en sinsisi, en tehlikelisi otosansür devreye girer.
Ordu için sivil halk düşmandır, denirdi eskiden. Devlet için düşman oldu artık sivil halk. Ve hâlâ özgürce dolaşabiliyorsak sokaklarda devletin inayeti sayesinde dolaşıyoruz. Çünkü suçsuzluğunu ispatlayıncaya kadar herkes suçlu artık Türkiye'de. (BK/HK)