Manşet görseli: Cazibe Sayar-Beril Küçümen arşivi
Halide Edib biyografisini yazmaya karar verdiğimde, torunu Ömer Sayar ile tanışmak için Ankara’ya gittim. Olağanüstü açık sözlü bir beyefendi çıktı karşıma. Latife Hanım kitabımı okumuştu. TIKLAYIN - İpek Çalışlar, Latife'nin "Hayatının Sırrı" olan fotoğrafa ulaştı Latife hanımın ailesi size onu çok övmüş ben babaannemi nasıl tanıdıysam, öyle anlatacağım, dedi.. Onu göklere çıkartmak istemiyordu. Kendisine bir türlü dolma kalem almayan, hokka kullan diye tutturan, az harçlık veren, aksi huyları olan babaannesini konuşmaya başladık. Konuşmaya da devam ediyoruz. Ömer Sayar’ın benden biyografi ile ilgili tek bir ricası oldu: Şu mandacılık yaftasına açıklık getirin hanımefendi dedi. 9 Ocak 1964’te kaybettiğimiz Halide Edib, öylesine çok yönlü bir isimdi ki. Biyografisine Sığmayan Kadın adını boşuna koymadım. O kadar çok kaynak biriktirmiştim ki, Halide Edib’i bir türlü yazdığım kitaba sığdıramıyordum. Ömer Sayar’ın ısrarla altını çizdiği Manda meselesi ise apaçıktı. İki çocuğunu İstanbul’da yatılı okula (Robert Kolej’e) veren, direnmek üzere Ankara’ya giden bir kadın vardı ortada. İmparatorluğun ünlü kalemiydi. Eleştirel aklıyla, omzuna asılı tüfeğiyle, üç yıl Milli Mücadele’nin yıldızı olmuştu. Onu daha sonra mandacı diye suçlayacak köşe sahibi yazarlar ise, diktirdiği askeri üniformalarla dalga geçmeyi tercih etmişler, kendileri evlerindeki ve gazete binalarındaki rahatlarını bozmamışlardı. 1924 yılında muhalif partiye destek vermeye başlayınca Halide Edib’i itibarsızlaştırmak, moda olmuştu. O kadar ki, ona sövenin yıldızı, çoban yıldızı gibi parlıyordu. Tuhaf olan şu ki, bizim coğrafyadaki suçlamalar tükenirken, dünyada yenileri başladı. Halide Edib, tam da kitabımın yayınlandığı yıl, 2010’da, berbat suçlamalarla yüz yüze kaldı. Ermeni tehcirinin hemen ardından Aintoura yetimhanesinde görev yaparken yetimlere kötü muamele etmekle, ölümlerine sebep olmakla suçlandı. Suçlayan Aintoura yetimlerinden Karnig Panyan ile Karnig’i haber yapan gazeteci Robert Fisk idi. 2021 yılında yeni baskıyı hazırlarken Halide Edib’in döneme dair yazdıklarını yeniden okudum ve kitaba bir bölüm ekledim. Bu bölümü de yayımlamadan önce çok güvendiğim iki Ermeni arkadaşıma okuttum. Nadire Mater, 89. Ölüm yıldönümünde Halide Edib’e bir mektup yazmamı isteyince, kitaba eklediğim yeni bölümü sizlerle paylaşmak fırsatını buldum. |
Halide Edib/ Biyografisine Sığmayan Kadın'dan
Gazeteci Robert Fisk, 9 Mart 2010 tarihinde, Ayn Tura yetimhanesinde açlık ve kötü muameleden ölmüş üç yüz Ermeni yetim çocuk üzerine ayrıntılı bir haber yaptı.
Haber Beyrut’un yüksek tepelerindeki yetimhanede üç yıl kalan Karnig Panyan’ın (1910-1989) anılarına dayanıyordu. Ayn Tura yetimhanesinde görev yapan Halide Edib de yetim ölümlerinden sorumlu tutuluyordu.'
1909 Adana Ermeni katliamı nedeniyle Ermenilerden özür dilemeyi görev bilen, 1915 Ermeni tehcirini açıktan eleştirip İttihatçı liderlerin öfkesini üzerine çeken Halide, yüz yıl sonra suçlamaların hedefi haline geldi. Ermenilere reva görülen kötü muameleye karşı sesini yükselten az sayıdaki kanaat önderinden biri iken, Panian’ın anılarıyla birlikte yetimlere kötü muameleden sorumlu tutulur oldu. Yetimhanede kalan üç ile on beş yaşları arasındaki iki bin yetimden biri olan Karnig Panyan’ın hatıratı Türkiye dahil pek çok ülkede yayımlandı.
Halide Edib biyografisini yeni basımı için yayıma hazırlarken Aras Yayıncılık tarafından 2018’de yayımlanan Elveda Antura isimli hatıratı ve Halide Edib’in yazdıklarını yeniden okudum, satır satır karşılaştırdım. Hayatını ve zihniyet dünyasını derinlemesine araştırmış biri olarak Halide Edib’e yönelik suçlamaları inceledim.
Yıllar sonra Ermeni yetimlere kötü muamele ile suçlanmasına neden olan olaylar zinciri, Halide Edib’in Cemal Paşa’nın daveti üzerine Suriye ve Lübnan’a gidişiyle bağlantılıydı.
Halide Edib gönüllü öğretmenlerle birlikte Suriye’ye giderken trende. Cemal Paşa’nın özel kâtibi Falih Rıfkı da vardı. Daha sonra yazdığı Zeytinyağı kitabında yolculuğu anlatırken, Halide’nin dönemin siyasetlerinin tersine Suriye ye muhtariyet verilmesi gerektiğini savununca, Falih Rıfkı şu yorumu yapmıştı:
“Bu fikrin, Lübnan’ı Konyalılaştırmakla övünen Cemal Paşa’nın düşüncesine ne kadar ters olduğunu düşünüyordum. Görülüyordu ki, Halide çocuklarının terbiyesini küçük hemşirelerine bırakarak kendisi büyüklerin terbiyesiyle uğraşacaktı. (2)”
Halide Edip, berbat durumdaki Ayn Tura yetimhanesini, 1916 Eylülü'nde ön inceleme için bölgeye gittiğinde ziyaret etmişti. Anılarından anlaşıldığı kadarıyla yetimhanedeki Türkleştirme uygulaması Cemal paşa ile münakaşa konularının başlıcasıydı.
Yetimhanedeki uygulamaya göre, Ermeni çocuklara isimlerinin baş harfleri korunarak bir Türk ismi bir de numara veriliyor, çocukların Ermenice konuşmaları da yasaklanıyordu.
Cemal Paşa Ayn Tura'nın bir Müslüman yetimhanesi olduğunu söylüyor. Müslüman ve Türk olmayan çocuğun bu yetimhanede kalmasına imkân yoktur diyordu. Bu gerekçeyle dc çocukları Türkleştirmeyi gerekli görüyordu. Yetimler, her gün güneş battığında yapılan bayrak töreninde çok yaşa sen paşa diye Cemal Paşa için and okumak zorundaydılar.
Türkleştirme, Müslümanlaştırma uygulamasında sünnet de vardı. Yöredeki Suriye kolejinde görevli bir papaz olan Emile Joppin 1942 yılında okulun dergisine, Antura nın tarihi” başlığı altında bir yazı yazmış bu çocukların sünnet edilip daha sonra da Türk isimleriyle çağrıldıklarını anlatmıştı.
Halide anılarında, "Ben Ermeni çocuklarının Türk veya Müslüman ismi taşımalarına itiraz ettim” diye yazmıştı. Baba tarafı Yahudi, anne tarafı Kürt kökenli olan Halide siyaseten Türkleştirme ile ilgilenen bir isim değildi.
Başına geçtiği okulların yanı başındaki kiliselerin kapanmasını talep eden Cemal Paşa, Halide Edib’in direnişiyle yüz yüze gelmişti. Halide'nin kiliselerin korunması için elinden geleni yaptığını Cemal Paşa’nın özel kâtipliğini yürüten Falih Rıfkı Atay da doğrulamıştı.
Yetimhanenin işkenceci müdürü Fevzi
Panyan’ın anılarına geri dönelim... Yetimhanede bir işkenceci müdür vardı. Adı Fevzi idi. Kötü muamelenin hedefi, kimliklerini ve dillerini korumak isteyen Ermeni çocuklarıydı. Müdür Fevzi Bey falakayı keyifle uyguluyordu. Karnig Panyan’ın yazdıklarına göre, çocuklara yalnız falaka değil, tavana asma, dayak, aç bırakma, güneşe baktırma gibi ağır eziyetler de uygulanıyordu.
Ayrıca çocuklar çok açtı. Çevreyi dolaşıp yiyecek ararlarken tüyler ürperten bir çözüm bulmuşlardı. Kırık mezarları deşiyor, çıkarttıkları kemikleri dövüp tozunu yiyerek açlıklarını gideriyorlardı.
Panyan falaka yapılırken Halide Edib’in de diğer öğretmenlerle birlikte sessizce izlediğini yazmıştı. Karnig Panyan’ın bu satırlarım okurken benim de yüreğim çarptı. Ancak sayfalan çevirince, içimi rahatlatan satırlarla yüz Yüze geldim. Çok önemli bir değişiklik yaşanmış, eziyetçi müdür görevden alınmıştı. Çocukları işkenceci müdürün elinden kurtaranın Halide Edib olduğunu düşünüyorum. Zira o sırada Karnig’in gördüğü gerçekten Halide ise, müfettişlik de onun göreviydi.
Panyan'ın anılarından Müdür Fevzi Bey’in gidişiyle ilgili bölümü aktarıyorum.
Ansızın yetimhanenin hizmetlilerinden Emine Hanım göründü ötede. Çocuklara yaklaştı ve alçak sesle fısıldadı: “Gidiyor! Gidiyor!"
Çocuklardan biri. “Kim gidiyor anam?" diye sordu. Emine Hanım, “Fevzi Bey olacak o dinsiz, imansız” diye cevapladı ve uzaklaştı. Sanki bayram günüydü. Yetimler havalara uçmaya, sağa sola koşup birbirlerine müjdeyi vermeye başladılar.
Onu ne bir öğretmen ne de bir yetkili uğurladı. Önünde selama dahi durmayan birkaç asker onun gidişine tanıklık ediyordu.... Ne olmuştu? Beklenmedik gidişinin sebebi neydi? Kimse birşey duymadı.
İki yıl süren trajedi son bulmuştu (3)
Çocuklar Fevzi Bey’in gidişini büyük bir coşkuyla kutlamışlardı.
Karnig Panyan, Fevzi Bey’in gidişini anlatırken, Halide Edib’in de onunla aynı düşüncede birisi olduğunu düşünmüş ve şöyle yazmıştı: “Halide Edib çocuklara bakıyor, birkaç yıla kalmadan onların Türkleşmiş olacağını hayal edip yüreği sevinçle doluyordu.”
Kamig’in falaka esnasında gördüğü öğretmen gerçekten Halide miydi? Belki hafızası onu yanıltıyordu. Belki de, sevgiye susamış çocuklara bekledikleri şefkati göstermek yerine görevi icabı durumu sessizce izleyen bir Halide çıkmıştı karşılarına. Bilmiyoruz.
Önemli bir değişiklik olmuş; Fevzi Bey’in yerine gelen Muhtar Bey, şiddet uygulamasına son vermişti. Bu bilgiyi de yine, o günlerde altı yedi yaşlarında olan 515 numaralı Karnig Panyan’ın anılarından okuyoruz.
Muhtar Bey müdürlüğü kısa sürse de çocukların gözündeki yaşları kurutmayı başarmıştı. Birisi, Karnig Panyan’a, Fevzi Bey’in gidişini sağlayan otoritenin Halide Edib olduğunu söylese belki onu bu cümlelerle anlatmayacaktı.
Yetimhane
1916 yılının Aralık ayında Halide Edib bölgeye işbaşı yapmaya gelirken yanında yetimhane için bir de müdür getirmişti. Çocuklara eziyet etmeden yetimhaneyi yönetecek bir isim aramış ve bulmuştu. Özenle seçtiği müdür Lütfi Bey sevilen bir Kızılay görevlisi ve birkaç çocuk babası idi.
Halide’nin bir arkadaşıyla evliydi. Halide de onu şefkatli bir kişi ve "baba yürekli bir adam” olduğu için seçmişti (4).
Halide yetimhanenin durumunu Mor Salkımlı Ev isimli anı kitabında şöyle anlatmıştı:
Yiyecek yok denilemezdi fakat gıda hiçbir intizama tabi değildi. Çocuklardan bir kısmı iskorbut’a tutulmuştu. Hemen hepsi küçük, büyük, hasta veya ayakta, artık insan yavrusu olmaktan çıkmışlardı. Hayvanlar nasıl bütün ihtiyaçlarını her yerde defederlerse, bu çocuklar da alenen yatak içinde veya dışında aynı şeyi yapıyorlardı. ...
Yeni müdür, yetimhaneyi dezenfekte ettirmekle işe başlamıştı. Kaynatılacak her şeyi kaynattırıyordu. Orduda görevli subaylardan Doktor Lütfi [Kırdar] yardıma gelmiş ve her şey yoluna girmeye başlamıştı? İstanbul'dan gelen Lütfi Bey’in morali bir türlü düzelmeyince, Subay Lütfi [Kırdar], yuvanın müdürlüğünü üstlenmeyi kabul etmişti. Depoda bulunan malzemeler değerlendirilmiş, marangozhane, terzihane ve kundura atölyeleri kurulmuştu. Her çocuğa bir yatak yapılmış, eldeki kumaşlardan kıyafetler dikilmiş, bitten geçilmeyen ortam sağlıklı bir görünüme bürünmüştü.
Yani baştan ayağa her şey değişmişti.
Halide Edib “Artık yemekhanede öğretmenlerle yetimler birlikte yemek yiyorlardı” diye yazmış.
Mart 1917’de Halide Edib Maliye Nazın Cavid Bey’e duygusal bir mektup yazmıştı. “Hiç değilse yeni kabine bu emsalsiz zulmün sonuçlarını hafifletemez mi?” diye soruyor, Ermenilere destek olmaya çalışıyordu. Bir önceki bölümde tamamına yer verdiğim mektuptan, Ermenilerin insanca koşullara kavuşturulması konusunda Halide’nin ne kadar ısrarcı olduğunu okumuştuk.
Zaten bu fikirleri tehlikeli bulunduğu için sokağında gizli polis bekliyordu. Biraz da bu yüzden İstanbul'dan ayrılması zorunlu kılınıyordu.
1917 Nisan ayında Halide’nin yeni nikâhlandığı ikinci eşi Dr. Adnan Suriye’ye geldi; Sağlık Müdürü sıfatıyla orduyu teftiş etti. Hayatı boyunca kendisini insanperver olarak tanımlayan Dr. Adnan nikâhtan sonra ilk kez Halide ile buluşuyordu. Birlikte yazı geçirmeye İstanbul'a gittiler, Halide, Eylül ayında görevinin başına geri döndü. Halide'nin yetimhanedeki müfettişlik görevi 1918 Martı’na dek sürdü. Halide bölgede bir buçuk yıl, yetim Karnig Panyan ise Ayn Tura’da üç yıl kalmıştı.
Türkleştirme ve Müslümanlaştırma konusunda şöyle savunmuştu Halide kendisini Mor Salkımlı Ev’de:
Esasen din dersi verilmiyordu. Yani Ermeni çocuklarını zorla Müslüman yapmak gibi bir gaye yoktu. Din ve milliyete dokunulmazlık taassubunun bazı feci vaziyetlerde hayati ihtiyaçlar karşısında kuvvetini kaybedeceğini o zaman hiç düşünmemiştim.
Halide Türkleştirme ve Müslümanlaştırma uygulamasına boyun eğmiş, ancak çocukların hayatta kalması için çalışmıştı. Ayn Tura’daki yetimlerden bin iki yüzünün hayatta kaldığı anlaşılıyor.
1915 tehcirinin sorumlularından biri olarak anılan Cemal Paşa, tehcire tabi tutulan otuz bin Ermeni’yi Havran’dan Lübnan’a götürme görevini Hasan Amca isimli bir İttihatçı subaya vermişti. Hasan Amca bu Ermenilere öylesine iyi muamele etmişti ki, tehcir kafilesindekiler onu hep iyi sözcüklerle artmışlardı. Hasan Amca’nın 1919 Haziranı'nda Alemdar gazetesinde yayımladığı hatıratında şu sözler yer alıyordu:
Bu dağlar, yaratılış tarihinden beri bu derece vahim sefalet taşımamış, görmemiştir. Dört gün devam eden bu seyahat, bana insan denilen mahlûkun ne derece yırtıcı, ne derecelere kadar dayanıklı olduğunu o kadar kati gösterdi ki; korktum, insan soyuna mensup olmaktan utandım.
Mide ve ihtiyaç ıstırabı, insan doğasında ne iğrenç tabiatlar doğuruyor. Hemcinsinin, ot, leş, kendi evladını yediğini görmekten, işitmekten insanlık ne hisseder? Bu duyguyu ve tesiri hangi kelimelerle izah eder! (5)
(İÇ/APK/EMK)
* İpek Çalışlar, Halide Edib/ Biyografsine Sığmayan Kadın, Yapı Kredi yayınları, 2021, s.158-162
(1) Robert Fisk, “Living Proof of the Armenian Genoside”, Independent, 9 Mart 2010
(2) Atay, Zeytinoğlu, s. 72
(3) Karnig Fanyan. Elveda Antura, Bir Ermeni Yetiminin Anıları. Aras Yayıncılık. İstanbul, 2018. s. 214.
(4) Mor Salkımlı Ev, s. 254.
(5) Aktaran Halil Özşavlı, “ Cemal Paşa’nın Suriye’de Ermeni Muhacirlere Yardımları ve Ayn-Tura Yetimhanesi”,; http//haypedia.cam/makale/Osmanlı%20Tarih/57af8493-5a62-4832-8e67-9798c09b094f.pdf