Muhafazakâr bir babanın, hamile kaldı diye kız evladını birlikte olduğu adamla zorla evlendirmesi, izdivacın ta en başından itibaren pek de sağlam olmayan temellere oturduğunun işaretiydi.
Farrah’nın boyun eğdiği bu dinamik sonucunda Curt ile üç çocukları olmuştu; fakat kocanın aşırı alkol alışkanlığı bir yana, ev içi şiddet de kendini sık sık hissettiriyordu.
Bu arada tabii ki Trump’ın Cumhuriyetçi propagandası ümit dağıtmaya devam ederken halkın fakir tabakaları zokayı kolaylıkla yutuyordu.
En büyük evlat Yancie kıt kanaat geçindikleri Colorado taşrasının kırsal kesiminde babasına sığır çobanlığında yardımcı oluyor, rodeolarda varlık gösterirken serpiliyordu. Abisine özenen erkek kardeşi tıfıl Crowley fiziksel olarak pek güçlü görünmese de kovboyluğa heveslendiği için dirayetle çabalıyordu. Ortanca kız kardeş Chaney ve anne Farrah, ailenin baskın erkekler dünyasında maço tavırlar benimsemek durumundaydılar.
Derken büyük oğul Yancie arkadaşlarıyla bir âlemden dönerken trafik kazasında ölünce aile altüst olup dağılmaya başladı. Farrah’la Curt boşandı, çocuklar ve bilhassa ufaklık Crowley onu çok sarsan kaybın tesiriyle kendine yeni dünyalar aramaya koyuldu. Savrulma ihtimali yüksekti, ne de olsa çocukluğu dramatik şekilde aniden geride kalmıştı.
Ziyadesiyle gerçekçi bir profil çizmesine rağmen anne Farrah ise fakir kırsal kesim refleksiyle çareyi dine sığınmakta bulmuştu.

Sığır çobanları
Kovboy (The Cowboy) adlı film içinizi cız ettiren Crowley’nin ön planda olduğu çaresiz bir ABD taşrası belgeseli, dolayısıyla bir güzelleme sayılmaz. Dünya prömiyeri Locarno’nun Eleştirmenler Haftası’nda gerçekleşmiş 2025 Almanya, ABD ortak yapımı 90 dakikalık film 10 yıllık bir süre boyunca bizi ABD’nin kırsal kesimine misafir edip kahramanlarıyla empati kurmamıza muhakkak ki imkân tanıyor. Sağlıkla alakalı harcamaların fakir insanların bütçesini aştığı, hayali düşmanların varlığında halkın ruhunu teslim almış korku paranoyasının her türlü silahlanmayı meşru hale getirdiği, hazin bir toplumsal profille karşı karşıyayız.
Yönetmen André Hörmann çocukluktan ergenliğe, genç adamlıktan neredeyse yetişkinliğe yol alırken mütevazı Crowley’nin hayata bir şekilde tutunuşuna şahit oluyor ve uçsuz bucaksız kırsal coğrafyada yalnız kalmanın, kendini köksüz hissetmenin, elindeki çok az şeye razı olmanın melankolisine seyirciyi gark ediyor.
Muhteşem manzaralara, gayet cilalı ışık yönetimi ve günümüz kovboyluğuna dair samimi sekanslara rağmen seyirci yeterince neşelenmiyor; aksine, yavan, renksiz ve ümitsiz ABD taşrası hüzne yol açıyor. Sadece kendi çıkarlarını gözeten Trump’ın tantanalı seçim propagandalarında bilhassa kırsal kesime yönelik olarak bangır bangır duyurulan vaatlerin birer aldatmacadan ibaret olduğu zaten günbegün ortaya çıkmıyor mu?
Kırsal kesime ihanet mi ediliyor?
Bilhassa kahramanlarımız çok konuşmuyor, mutluluk saçmıyor, kaderlerine razı olmuşçasına sanki boyun eğiyor. Gençlerin önünde çok parlak bir istikbalin olmadığı muhakkak; ona rağmen parmak çocuk tipli Crowley abisini model olarak belleyip ona duyduğu hayranlıkla hayata tutunuyor. Belgeselde babanın aile reisi rolünü layıkıyla yerine getirmediğini hissetmesine hissediyoruz da, şiddete meyilli olduğuna dair herhangi bir sekansa şahit olmadığımız için buna ancak anlatılanlardan vâkıf oluyoruz. Film ekibinin aile fertlerini sık sık ziyaret etmesine rağmen aradaki bazı dönemlerle alakalı malumatın eksik kaldığı kesin.
Crowley’nin üzerinden düşecekmiş gibi duran kıyafetleri nispeten yapılı abisinden devraldığını düşünüyor, ön dişlerini kaybettikten sonra uzun süre dişsiz dolaşmasını büyük sempatiyle izliyoruz.
Filmin minik kahramanı doğduğu evden uzaklaşmaya çalıştıkça bir mıknatıs sanki onu mütemadiyen aile yuvasına çekip duruyor.
Tamamıyla zıvanadan çıkmış ABD yönetiminin boyunduruğundaki mutsuz bir diyarın bu zarif tasvirini aradaki klişelere rağmen takdir etmemek mümkün değil.

Oyalama taktikleri
Fazlasıyla basit hitap şekli Trump’ı, bilhassa eğitim ve gelir düzeyi düşük halk kesimlerinde, elitist tavırlı Demokratlar’a göre avantajlı pozisyona getiriyor; zaten zengin ve doygun bir işadamı imajı, kendi çıkarlarından çok halkın çıkarlarını gözeteceği yanılgısına yol açıyor.
Bu arada Trump’ın mazisinde dinle hiç alakası olmamasına rağmen Evanjelist Kilise düsturlarını siyasetinde mütemadiyen sömürmesi muhakkak ki işe yarıyor; ülkenin medyatik din gurularının peşine takılan güruhlar hipnotize edilmişçesine çakma ruhani projenin müritleri haline geliyor. Koşulsuzca itaat edilen Trump’a bir kült lideri muamelesi layık görüldüğü gibi dinî jargon iktidarın tüm aktörlerinin diline pelesenk oluyor.
Mütemadiyen ekilen kin ve nefret tohumları Demokrat Parti ve taraftarlarının şeytanlaştırılmasına sebep oluyor, gittikçe muhafazakârlaşan toplum, ahlâksızlığın, sapıklığın; eşcinselliğin, transların, Demokratlar tarafından başlarına açılan belalar olduğunu düşünmeye sevk ediliyor.
Bariz olan Nazi taktiklerine, faşist pratiklere kayma tandansı Demokratların iktidara karşı söylemlerinde dile getirildiğinde Cumhuriyetçiler kopya çeken tembel öğrenciler misali mevzubahis argümanları, Trump tarafından resmen nefret etmeye yöneltildikleri düşmanlarına karşı hiç utanmadan kullanıyorlar.
Sudan sebeplerle çıngar koparmak da zaten refleks misali en fazla tekrarlanan şablon.
Kimi kandırıyorsunuz?
Belgeselimizde olduğu gibi, hayalî düşmanlara karşı çocukların da dahil edildiği korku atmosferinde silahlanma körükleniyor, her türlü kötülüğün sebebi olarak lanse edilen Demokratlar için ipe sapa gelmez sıfatlar kullanılıyor. Abartının inanılması zor seviyelerinde, dünyada pek örnekleri kalmamış olmasına rağmen Demokrat Parti’ye sosyalist, hatta radikal solcu yaftası yapıştırıldığı gibi üyelerine de terör örgütü mensubu diyecek kadar hayasızca davranılabiliyor. Ülkenin mazisindeki çoğu silahlı saldırının failleri aşırı sağcı olmasına rağmen bu hakikat gözardı ediliyor, en son Charlie Kirk suikastı başta olmak üzere, herhangi bir soruşturma başlamadan önce bile vaziyet, aşırı solcuları suçlayan senkronize bir “Vurun kahpeye” lincine dönüşüyor.
Daha geçenlerde bir Mormon kilisesine yapılan, 4 kişinin ölmesine, 8 kişinin yaralanmasına neden olan saldırının eski bir ordu mensubu ve Trump taraftarı tarafından gerçekleştirildiği anlaşılınca “radikal solcu” Demokratları suçlama fırsatı da kaçmış oldu.
Silah lobilerinin esiri haline gelmiş ABD’de, akli melekeleri nedense fazla sorgulanmayan Trump ve şiddetten yana ekibi tabii ki silah kullanımını kısıtlayıcı tedbirleri tartışmayı bile düşünmüyor.
Ülkenin rahatı yerinde değilmiş gibi Don Kişotvari tavırlarla Demokratlar’ın yönetimindeki şehirlere iç mihrak yaftası yapıştırılarak güvenlik kuvvetleri sevkediliyor; ABD, Cumhuriyetçiler’in kaybedeceği kesin, hatta mümkünse gerçekleşmesi istenmeyen ara seçimlere ve liderin yakında vefat etme ihtimaline hazırlık olarak sanki olağanüstü hale hazır duruma getiriliyor.

Birileri o arada parsayı götürüyor
Perişan durumda olan kırsal kesimdeki çiftçilere, dünyayı allak bullak eden ABD gümrük tarifelerinden “kazanılmış” dolarlarla yardım edileceği söylenirken, Trump’ın MAGA hareketi ancak taraftarlarının gözünü boyayabiliyor. Ama bu arada başta sağlık sistemi olmak üzere bilhassa fakir halkın zar zor yararlanabildiği hizmetler bile yapay zekâyla üretilmiş fantezilere kurban edilebiliyor.
“Yüksek yer”den emir almışa benzeyen, bilhassa ruh sağlığını yitirmiş gibi duran yaşlı lider deregülasyon düsturlarını kat kat aşarak tüm ABD sistemini allak bullak ediyor, kaostan nemalanmanın ne olduğunu yedi düvele kanırta kanırta ispat ediyor.
Donald atıp tutuyor, asıp kesiyor. Globalizasyona meydan okuyup gene de gezegenin başına geçmeye hazırlanıyor. Yangına körükle giden şürekâsı ortalığı velveleye veriyor, MAGA taraftarları galeyana getiriliyor, kendi memleketlerinde adeta yeni Haçlı Seferlerine soyunmaktan geri durmuyor.
Lakin Trump, dünya çapındaki muhtelif savaşları durdurduğu gerekçesiyle Nobel Barış Ödülü’ne kendisini aday ilan ediyor. Altına bez bağlanmış, ağlayıp sızlayan bebeğe benzetilmesine sebep olan tavır ve edasıyla sektirmeden her fırsatta şikâyet ediyor; alınganlık yapıp kin tuttuklarını intikam duygularını saklamaya gerek duymadan yok etmeye girişiyor.
Bir video oyunundaymışız gibi kötülük resmen prim yapıyor, empati duygusu tukaka ilan ediliyor.
Lakin gün geçmiyor ki Trump’ın evli barklı ve dini bütün ekibinden biri hakkında örtülmeye çalışılan “eşcinsellik dedikoduları” çıkmasın!
Sırtlanlar tetikte bekliyor
Süslü şürekâsı ve fondötenli Trump mütemadiyen suni gündemler yaratarak Epstein dosyalarının unutulması için aslında takdir edilesi, insanüstü bir çaba sarfediyor.
Dünyadaki en uzak ABD askerî üslerindekiler dahil, şanlı ordunun tüm yüksek rütbelileri Virginia’da bir salona tıkıştırılıyor; Trump’ın gözbebeklerinden savunma Bakanı Hegseth hepsini küstahça aşağlıyor, ordudaki kadınları küçümsüyor ve şişman askerlere tahammül edilmeyeceğini resmen ilan ediyor. Gittikçe şişmanlamakta olan Trump da ertesi gün tüm asfalyaları atmış bir demanslı tavrıyla, kendisine direnecek ordu mensuplarını “şak” diye kovacağını açık açık ifade ediyor.
Mühim olan gündemde olmak, dikkat çekmek, mümkünse ilgi görmek ve muhakkak ki alkışlanmak.
ABD bu arada mütemadiyen prestij yitimine uğruyor, tüm sağlam kurumları işlemez hâle getiriliyor, sanki bir üst akıl tartışmasız gücün kolay lokma olmasına giden yolu açıyor.
Sığır çobanlarımız Crowley ve müteveffa Yancie gibiler ise, ülkenin kanlı mazisinde büyük rol oynayarak adeta sembolü haline gelmiş kovboy kimliğine hapsolup mütevazı hayatlarını sürdürmeye sessizce talim ederken, filmdeki “sert” erkekler dahil, her iki cinsiyetten tüm seyircilerin de hislenerek gözyaşı dökmesine sebep olabiliyor.
Yoksa bu ağlanacak komplonun esas faili, hem Brokeback Mountain (Türkçesi İbne Kovboylar mıydı?) filminde yer alan O Benim Arkadaşımdı (He Was a Friend of Mine) şarkısındaki münasebetin iki erkek arasında vuku bulduğunu açıklamış, hem de giderayak Kovboylar Sık Sık Gizlice Birbirlerinden Çok Hoşlanır (Cowboys Are Frequently Secretly Fond of Each Other) adlı şarkıyı açık gey olan Orville Peck’le düet halinde seslendirmiş, ABD’nin millî halk müziği sayılan Country’nin duayeni Willie Nelson olmasın?
(RL/TY)







