Her fırsatta “su yaşamdır” der, yere göğe kondurmayız. Öyledir de. Her Dünya Su Günü’nde kutlamalar yapılır, politikacılar nutuklar atar. Gelin biz bu dünya su gününde, su yönetimi günümüze gelene kadar nasıl değişti? Önem verdiğimiz/vermemiz gereken su, hak mıdır, haksa kimin/kimlerin hakkıdır? Kaynak mıdır, varlık mıdır? Su yolculuğunun ekolojisi nedir? Bunları konuşalım.
Su mülkiyetinin tarihi
Su; medeniyetlerin, toplulukların, geleneklerin ve dinlerin önemli öğesi, dayanak noktasıydı. Mazide geçimlik üretim yapan köylüler, su varlıklarını “doğa ana”nın kendilerine ödünç verdiği toplumsal varlıklar olarak görür ve ona göre kullanırlardı. Çünkü su onlar için yaşamla eş anlamlıdır, bu yüzden de suyla canlı varlık gibi ilişki kurar, saygı duyar, korurlardı. Ta ki imparatorluklar ve modern devlet yönetimlerine kadar… Yani son 4-5 bin yıllık dönemde mülkiyete konu edildi.
Ancak imparatorlukların kendi yasalarını ve hukuklarını oluşturmalarıyla birlikte su, kişisel mülkiyetin konusu haline geldi. Böylece imparatorlukların orduları bir kişisel mülkiyet konusu olan suyu korumaya başladılar.
İmparatorluklardan daha modern olan devletler, mülkiyet hukukunu daha da geliştirdiler. Devletler işin içine girince, suya ilişkin politikaları belirlemeye ve yönetmeye başladılar. Su politikalarını yönetebilmek için ordulardan yararlandılar. Orduların donanımı için vergiler topladılar. Topladıkları vergilerin bir kısmıyla yönettikleri yaşam alanlarına kanallar, kanaletler yaptılar; akarsular üzerine köprüler inşa ettiler, köy çeşmeleri gibi yapıları kullanıma sundular. Ama halktan toplanan vergiler ve su düzenlemeleri giderek arttı. Böylece toplumu daha kolay yönetebilir hale geldiler.
Şimdi ise su, mülkiyet hakkının korunması çerçevesinde tarif edilen ekonomik zorunluluklarla korunuyor. Günümüzde mülkiyet hakkı ekonomik zorunluluk, şirketlerin para “hakkı” demektir. Para “hakkı” için su, canlı ve cansız varlıkların hakkı olmaktan çıkarılıp, şirketlerin kâr “hakkı”na feda edilecek politikaların konusu haline gelmiştir.
Şirketlerin kârı uğruna gelenekler, dini inanışlar, kültürler ve canlı haklarının tamamı yok sayılmaya başlanmıştır.
Günümüzde şirket hakları; devletler tarafından canlı ve cansız varlıkların yaşam hakkının üstüne çıkarılıyor. Fakat su söz konusu olduğunda bütün canlıların eşit biçimde gözetilmesi gerekir. Su söz konusu olduğunda paradan asla söz edilmemelidir.
Su varlık mı, kaynak mı, insan hakkı mı?
Gazete ve televizyonlarda her gün su ile ilgili haberler görürsünüz. Bu haberlerde kirlenen akarsular, kirli su içtikleri için hastalanan insanlar, zehirlenenler, kirlenmiş ve oksijensiz kalmış su yüzünden ölen balıkların akarsu ya da deniz kenarına vurmuş görüntüleri vardır.
Yine haberlerden kuraklık sonucu susuzluktan ölen Afrikalı çocukları, çorak topraklarda ürün yetişmeyen köylülerin yağmur duasına çıktığını, bir akarsuyun hastalık üretecek kadar kirlendiğini, bu akarsuyun salgın hastalık kaynağı olduğunu ve bu suyu tüketen insanların ve hayvanların hastalandığını öğreniriz.
Zaman zaman suya bağlı kıyamet senaryolarına şahit olursunuz: Örneğin haberlerde ya da çevre programında küresel ısınma nedeniyle eriyen kutup buzullarını ya da kutuplardan yine İstanbul büyüklüğünde bir buz kütlesi koptuğunu öğreniriz… Kutuplardaki buzulların erimesiyle denizler yükselecek, böylece kıyı yerleşimleri sular altında kalacaktır.
Ya da aynı kaynaklardan, kurak bir yılda, sel sularına kapılarak ölenlerin olduğunu öğrenir ve şaşırırız.
Bazen öfkeli insanlara rastlarsınız bu haberlerde; köylerinde yeterince su yoktur, üstelik köylerinin bulunduğu ve tarım yaptıkları topraklar çoraktır. Ama bu köylüler kendilerine su getirecek baraja karşı çıkarlar, baraj yapılmaması için eylem düzenlerler…
Siz bu karmaşık haberlerin verdiği bilgiyi anlamlandırmaya çalışırken okulda, evde ve bulunduğunuz yerlerdeki ilan panoları ile yazılı ve görsel basın tarafından sürekli uyarılırsınız:
- Suyu boş yere harcamayın!
- Muslukları açık bırakmayın!
- Dişlerinizi fırçalarken musluğu kapatın!
- Suyu kirletmeyin, denize çöp atmayın!
Bu uyarılar peşinizi bırakmaz. Bütün uyarılara dikkat edersiniz ama durum sürekli olarak kötüye gider.
Siz, suyu kullanırken dikkatli olmaya çalışırsınız ama anne-babanız eve her ay gelen su faturasına tepkilidir. Aileniz, kullandığınız suya ayrı, atık-suya (çöpleşmiş su) ayrı, şehir su şebekesi için de ayrı para ödemektedir: Suya biçilen maddi değerden fazla para, su faturası adı altında bilmediğiniz yerlere ödenmektedir. Fatura her yıl katlanarak artar.
Evde ve okulda musluktan akan suyu kokusu ve rengi nedeniyle içemezsiniz. Damacanalarla temiz su almak zorunda kalırsınız. Cebinizdeki paranın bir kısmı şişelenmiş suya akıp gider.
Suyu boşa akıtmazsınız ama kurak geçen bir yılın sonucunda musluğunuzdan su akmaz olur, paranız varsa marketlerden su alırsınız, paranız yoksa bidonlarla uzak yerlerden su taşırsınız. Sizin musluğunuzdan su akmaz ama otellerin, villaların havuzları suyla doludur ve tenis kortları, golf sahaları gibi yerler düzenli olarak sulanır.
Ölen nehirleri izlersiniz televizyonlarda; nehrin kendisi ölmekle kalmamış aynı zamanda çevresinde yaşayan insanlar dâhil tüm canlılar, hava ve toprak bile ölmeye başlamıştır.
Yoksa su, eskilerin kabul ettiği gibi doğal varlık değil de tüketilen bir kaynak mıdır, yani mülkiyet midir?
Hava ve su tüm canlıların doğal hakkıyken ve gezegende yaşamın oluşma sebebiyken neden biz suya para ödüyoruz?
Su, paranın “kör cahil” ettiği bütün milletlerin bir araya gelerek aldığı karar doğrultusunda bir insan hakkı mıdır?
Evet, dünyanın su ile sınavına, insanın gelecekte neler yaşayacağına, gezegenimizdeki canlıların yok olmasına ya da ekolojik denge içinde yaşamalarına, gelecekteki coğrafi şekillere, hatta savaş ve barışa yön verecek olan şey “Su nedir?” sorusuna vereceğimiz cevapta saklıdır. Peki ne olduğuna karar vereceğimiz ne kadar suyumuz var?
Sadece iki damla suyumuz var
Bugün fiyatı yoksul semtlerde bir litre su fiyatının yarım litre akaryakıt ederine ulaştığı, şişelenmiş suların yer yer akaryakıt ile yarıştığı, eğlence yerleri ve lüks restoranlarda akaryakıtın birkaç katını aşan kullanılabilir tatlı suyun gezegenimizdeki miktarı ne kadardır?
Bu konuyu bir sürahi örneği ile açıklamaya çalışayım.
Bir sürahinin içine üç bardak su dolduralım. Sürahideki su, dünyadaki toplam su kadardır. Sürahimizden üç kaşık su alıp ayıralım. Sürahideki kalan su, deniz ve okyanuslardaki toplam su kadardır. Ayırmış olduğumuz üç kaşık su, dünyadaki toplam tatlı su rezervini gösterir. Bu üç kaşık suyun iki kaşığı buzullarda, bir kaşığı ise yer altındadır.
Kaşığı ıslatan yaklaşık iki damla su nehirlerde ve göllerdedir. Denizlerde yaşayan canlılar dışında dünyadaki hayat, bu iki damla su sayesinde devam eder.
Peki, toplamdaki 2 (iki) damla tatlı su insanlar tarafından nasıl kullanılıyor?
Toplam tatlı suyumuzun 1-5 damlasını sulama amaçlı olarak tarımda kullanırız. Geri kalanını da sanayide kullanırız. İki damlanın sadece yüzde sekizini, yani gösteremeyeceğimiz bir miktarını içme suyu ve yaşamımızda yemek, bulaşık ve temizlik gibi işler için kullanırız.
Dolayısıyla suyu dikkatli kullanma ve kirletmeme uyarılarında haklılık payı olsa da bireylerin kişisel bakımları nedeniyle uyarılması anlamsızlaşıyor. Çünkü tatlı suyun tamamına yakını tarım, sanayi ve maden işletmelerinde kullanılan kimyasallar ile kirletiliyor.
Akarsuyun yolculuğu
Su denizlerde, nehirlerde, dağlardaki pınarlarda, gökkuşaklarında, başımızı çevirdiğimiz hemen her yerde karşımıza çıkar. Yağmurlarla, dalgalarla, sellerle dünyayı şekillendirir, canlı yaşamına can verir, hayatiyet sağlar.
Gelin o zaman su ile bir yolculuğa çıkalım.
Akarsular, karaları şekillendirecek kadar güçlü varlıklardır. Üzerinden aktıkları arazileri aşındırır, geniş vadileri oyarak yeryüzünü şekillendirirler.
Akarsuyun doğduğu âna, bebeklik dönemi denir. Bebeklik dönemi, en saf ve temiz dönemidir. Akarsuyun da en temiz evresidir. Akarsuların bebeklikten sonraki gençlik, orta yaşlılık ve yaşlılık dönemi vardır. Nehirler, yaşlarının verdiği olanaklar ölçüsünde arazileri şekillendirirler.
Nehirler gençken, genellikle şelalelerden ve sarp yerlerden hızla düşer, düştüğü yeri derin şekilde oyar, kumları ve çakılları sürükler, götürüler. Aşağılara doğru ilerledikçe araziyi aşındırırlar, aşındırmaya bağlı olarak yamaçlar şeklini alır. Böylece vadileri oluştururlar.
Nehrin ulaştığı kısımlar orta yaş halidir artık. Buralar düz yerlerdir. Düz yerlerde nehirler orta yaş temposu ile ilerler, yani biraz yavaşlar. Yavaşladığı oranda aşındırma gücü azalır. Menderes oluşturur; ilerlemesine kıvrımlarla ve güçlükle devam eder. Vadileri oluştururken biriktirdiklerini taşıyacak gücü kalmamıştır. Denize ulaşmadan bu birikintileri bırakır ve deltalar oluşturur. Bu deltalar yaşam için bereketli topraklardır. Akarsuyun yolculuğu deniz ya da göllerde son bulur.
Su aştığı bunca yolda temas ettiği canlıları besler ve bu temastan dolayı kendisi de beslenir ve arınır. Özgür akan temiz sular sağlıklı tarımın vazgeçilmez temelidir. Engellenmemeleri durumunda deniz ile buluşma öncesi deniz canlılarının üremelerine yatak görevi gördüğünden dolayı, deniz ekolojisinin devamlılığı için nehirlerin özgür akması gerekli değil, zorunluluktur!
(AA/VC)