"Hrant'tan hepimize..."
Bir kitap…
Kitapta bir dip not…
Uluslararası Hrant Dink Vakfı tarafından Haziran 2008’de yayınlanan “Hrant Dink – İki Yakın Halk İki Uzak Komşu” adlı kitaptaki dipnotta şunlar yazılı:
“24-25 Eylül 2005 tarihlerinde Bilgi Üniversitesi’nde düzenlenen “İmparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri: Bilimsel Sorumluluk ve Demokrasi Sorunları” başlıklı konferansta, 25 Eylül Pazar günü, Hrant Dink tarafından sunulan gayrı-akademik tebliğin tam metni…”
Hrant Dink’in konuşması…
Gayrı-akademik konuşmasının başlığı “ Ermeni Kimliğinin Yeni Cümleleri Veya Su Çatlağını Bulanda…”
Konuşanın anısı, Fransa’dan gelip Sivas’ta ölen 70 yaşında bir hanımefendinin öyküsü…
Hrant, bu öyküsünü neden anlatmış?
Ermeni Konferansı olarak bilinen bu konferansta, 24 Eylül 2005 günü “bir hanımefendi”; “İnsanların öldüğünden bahsediyorsunuz ama Osmanlı’nın kaybettiği topraklardan bahsetmiyorsunuz” cümlesiyle sözlerine başlayınca Hrant Dink, konuşmasında bu cümleleri alkışlayarak protesto ettiğini anlatıyor…
Hrant Dink, bu cümle ile insan ve toprak kaybını özdeşleştiren anlayışı eleştiriyor. Dink “bir şeyi anlamak lazım” dedikten sonra sözlerine devam ediyor ve; “soykırımdan” diyor, “hadi o kelimeyi kullanmamış olayım, o olan bitenden ne anlıyorsak ne algılıyorsak size anlattım: Kökünden koparılmak. Çünkü bu kök öyle bir kök ki o toprakların dibine kadar iner, göğün üstüne kadar çıkar. Burada 4 bin yıldan beri yaşadığı topraklardan koparılan insanların Türkiye’ye bakışından bahsediyoruz. Bir öyküyle bitireyim, hatta öykü değil bizzat yaşamışlık, bizzat ben yaşadım. Her yerde tekrarlıyorum…”
Hrant Dink, yaşadığı öyküyü anlatıyor…Köklerinden koparılan Beatris’in ölümüne dair…
“Sivas’ın bir kazasından yaşlı bir bey telefonla aradı. Dedi ki "Oğul aradık seni bulduk, burada bir yaşlı kadın var, herhalde sizden. Kadın Allah’ın rahmetine kavuştu. Yakınını falan bulursan gönder, gelip alsınlar ya da biz burada namazımızı kılıp gömelim.”
"Peki amca ararım” dedim. Verdi adını soyadını; Beatris Hanım diye biriydi, 70 yaşında. Fransa’dan oraya tatile gitmiş.
Aradım, 10 dakika içinde buldum yakınlarını...Sonuçta biz birbirimizi biliriz, çok azız çünkü.
Gittim dükkanlarına sordum: "Böyle birini tanır mısınız?” Dükkandaki orta yaşlı kadın döndü, "O benim anam” dedi. Sordum: "Annen nerede?” Fransa’da yaşadığını, senede 3-4 kere Türkiye’ye geldiğini, ama İstanbul’a ya uğradığını ya uğramadığını, doğrudan terk ettiği köyüne gittiğini anlattı. Anlattım kızına durumu. O da kalktı gitti.
Ertesi gün telefon açtı. Bulmuş ve tespit etmişti anası olduğunu, ama ağladı birden. Ağlamamasını istedim, naaşı getirip getirmeyeceğini sordum. "Abi” dedi "Ben getirecem ama burada bir amca var bişeyler diyor” dedi ve telefonu ağlayarak amcaya verdi. Kızdım amcaya, "Neden ağlatıyorsun kızı” dedim. "Oğlum” dedi, “Bir şey demedim... Kızım! Anandır, malındır, ama bana sorarsan bırak kalsın, burada gömülsün... Su çatlağını buldu dedim”.
Ben işte o anda döküldüm. Anadolu insanının ürettiği bu deyişten, bu algılamadan döküldüm. Evet, su çatlağını bulmuştu...
Doğrudur hanımefendi, Ermenilerin hakikaten bu ülkede, bu topraklarda gözü var. O zaman yazdığımı şimdi size de tekrarlayayım. O sıralarda Sayın Cumhurbaşkanı Demirel "Ermenilere üç çakıl taşı bile vermeyiz” diyordu. Ben de bu kadının öyküsünü yazmıştım ve demiştim ki:
"Evet biz Ermenilerin bu topraklarda gözü var, çünkü kökümüz burada, ama merak etmeyin; bu toprakları alıp gitmek için değil, bu toprakların gelip dibine girmek için...”
Teşekkür ederim...”
Ben, sen, o, biz, siz, onlar ve hepimiz…
Su çatlağını bulanda…
Hrant Dink’i kim öldürdü?(Fİ/EÜ)