Yazlıkçı burjuva kadınlarının aksine dönemin moda olan kıyafetlerine yüz vermez, Isadora Duncan havasıyla taşıdığı birbirinden ilginç elbiseleri ve zarif davranışlarıyla dikkat çekerdi. Mükemmel seviyede bildiği İngilizce ve Fransızca dışında İspanyolca ve İtalyanca konuşur, Almancanın en yüksek ifadesi olarak kabul edilen Hochdeutsch'u düzgün konuşanların diksiyonunu bilhassa takdir ederdi.
Kurulduğu 60'lı yıllarda Adalar Su Sporları Kulübü'nün (ASSK) hevesli bazı kadın üyelerine su balesi dersleri vermişliği bile vardı. 70'li yıllarda ideallerinden yavaş yavaş uzaklaşmakta olan ASSK'nin deniz havuzunda senkronize yüzme hareketlerini artık tek başına yaparken, dar görüşlü bazı azaların şaşkın ve alaycı bakışlarına maruz kalırdı; nazik ama başına buyruk Dorothea kimseyi kale almaz, Kanada'da öğrendiği egzersizlerine şevkle devam ederdi.
Müessesenin kabinlerini değil de, gökkuşağı motifini andıran rengarenk soyunma tulumunu kullanarak ıslak mayosunu herkesin ortasında değiştirmesi de muhafazakarların Dorothea'yı iyice garipsemesine sebep olurdu.
Zaten ilerleyen yıllarda kendini ada ahalisinden iyice soyutladı, Burgazada'nın yokuş tırmanarak ulaşılan, nispeten sakin mahallesindeki muhteşem aile villasının bahçe duvarlarını zevkine göre boyadı, geniş hayal dünyasının mahsulü resimlerle sokağa renkli kimliğini yansıttı.
Dorothea Leitner'in 80 seneyi aşkın hayat macerası uzun süren bir hastalık döneminden sonra geçen hafta sona erdi. Son yıllarda artık uğrayamadığı ama daima çok sevdiği Burgazada'nın Hristos tepesinde, bir zamanların pagan mabedinin temellerinde yükselen kilisede, sade bir törenle uğurlandı.
Cenaze ayinini yöneten Protestan din görevlisinin kadın olması ve Dorothea'nın, aslında Ortodokslara ait mezarlığın diğer Hıristiyanlara tahsis edilen köşesine defnedilmesi İstanbul'un girift kozmopolit mazisinin sanki göz kırpması gibiydi.
Su baleti mi!
Dorothea gibi garipsenen ama emeline kavuşmak üzere antrenmanlarını azimle sürdüren Giovanni'nin Hollanda'nın senkronize yüzme branşındaki ilk ve tek erkek sporcusu olabilmek için verdiği mücadeleye ne demeli?
17. Selanik Belgesel Festivalinde yer alan Giovanni and the Water Ballet (Giovanni ve Su Balesi) adlı belgesel bir oğlan çocuğunun toplumun önyargılarına karşı çıkışına tanıklık ediyor.
Prömiyerinin yapıldığı Amsterdam'daki IDFA'da ödüllendirildikten sonra Berlinale'de de boy gösteren şirin yapım kadınların hakim olduğu bir spor dalında bir erkeğin direnişini belgeliyor.
Sakin, sevimli ve mutlu bir çocuk olan Giovanni erkek bedeninin kısıtlamalarını elinden geldiğince aşmaya çalışırken, faaliyetlerini büyük bir hırs ve iddiayla değil, hayaline kavuşmak üzere zevk ve sebatla sürdürüyor.
Etrafındaki çok sayıdaki kadınla gayet iyi anlaşıp arkadaşlıklar kuruyor, bazılarıyla uzun süreli flörtler de yaşıyor. Bir "kız sporu"yla iştigal ettiği için tabii ki erkek yaşıtlarının alaylarına ve ayrımcı davranışlarına epeyce maruz kalıyor, ama çoğunluğun baskıcı kanaatini yok sayıp yoluna istikrarla devam ediyor.
Yönetmen hanesinde Astrid Bussink'i gördüğümüz, orijinal adı Giovanni en het waterballet olan belgeselin sonunda kahramanımız başarıya ulaşıyor; darısı tüm sürülerin kara koyunlarının başına! (MT/YY)