‘Stres Yönetimi’ esasen kurumsal hayatın içinde yer alan bireylerin mevcut stres faktörlerine yönelik algılarını yeniden şekillendirerek, farklı yorumlayabilmeleri ve kaygı seviyelerini kontrol altında tutabilmeleri amacıyla düzenlenen eğitimlerden biridir.
Pilates ve benzeri sportif aktiviteler de bireysel ve kurumsal dengelenme unsuru olarak bu tarz eğitimlerde sıklıkla tavsiye edilir. Lakin içinde bulunduğumuz salgın sürecinin dinamikleri stres yönetimi ve egzersiz ilişkisi üzerine yeniden düşünmemizi gerektiriyor.
Kontrol kaybı hissi ve belirsizlik
Birey olarak en temel psikolojik ihtiyaçlarımızdan biri ‘yaşantımızı kontrol edebilecek güce sahip olmaktır’. Bu ihtiyacımızın dış faktörler tarafından engellenmesi iç çatışmaya neden olur.
Salgın sebebiyle ortaya çıkan karantina ve sosyal izolasyon gerekliliği bu gücü kaybetmiş olduğumuz hissiyatını yaratabilir.
Güç ve kontrol kaybı düşüncesi, salgının sonlanma tarihine dair belirsizlikler ve öngörülen maddi sıkıntılar ile birleşerek, stresle bağlantılı kaygı bozukluklarını tetikleyebilir.
“Savaş ya da kaç” komutu
Stres 21.yüzyıla ya da modern toplumlara ait bir olgu değildir. Binlerce yıl önce yaşayan insanlar da doğa şartları karşısında pek çok stres faktörüne maruz kalıyordu.
Bizlerse bugün küresel ve görünmez bir düşmanla karşı karşıya olduğumuz hissiyatıyla kaygılanıyoruz.
2020 yılının mevcut stres faktörleri insanlığın bugüne kadar karşılaşmış ve defalarca üstesinden gelmiş olduğu faktörlerden çok farklı olmadığı gibi, bedenimizin verdiği kimyasal tepkiler de atalarımızınkinden zannettiğimiz kadar farklı değil.
Bedenimiz tehlike hissettiği durumlarda seri hareket kapasitesini yükseltmek için Noradrenalin salgılar. Tehlikeli bir düşmanla mücadele etmek için bu nörotransmitter’a yani sinir taşıyıcısına ihtiyacımız vardır.
Bu esnada mevcut kaygı son derece işlevseldir; artan vücut enerjimizi değerlendirerek, hızlı kaçmamızı ya da iyi savaşmamızı sağlar.
Böbreküstü bezlerimizden stres hormonu olarak da bilinen kortizol salgılanır, tiroid fonksiyonlarımızda ve glikoz dengemizde değişimler meydana gelir.
Bağışıklık sistemimiz başlangıçta görevini çok işlevsel bir şekilde yerine getirebilse de, sürecin uzaması halinde zayıflayabilir.
Ne bedenimizi, ne de zihnimizi bu komutun yarattığı gerginlik ve beraberinde gelen kimyasal tepkimelerle uzun süre yönetemeyiz. Çünkü esasen karşımızda fiziki olarak savaşacağımız ya da koşarak kaçabileceğimiz somut bir düşman bulunmuyor.
Adaptasyon
Bireysel olarak bizim için temel mesele, salgının ne zaman sonlanacağı, tedavi ve aşı uygulamalarının ne zaman sonuç vereceğinden ziyade, bedensel ve zihinsel adaptasyon kapasitemizi nasıl yükseltebileceğimiz olmalıdır.
Mevcut nesnel koşullarımızı değiştiremediğimiz için öznel beklentilerinizi değiştirmek durumundayız. Koşullar ve beklentilerimiz arasındaki farkı ne kadar azaltırsak, bu kısa dönemli karantina durumuna adapte olup, stres seviyemizi de o kadar başarılı kontrol etmiş oluruz.
Bu adaptasyon sürecinde, üzerinde hiçbir etkimizin olmadığı alanlardan beklentimiz de olmamalıdır. Kontrol edemeyeceğimiz şeylere odaklanmak bizi belirsizliğe sürükler.
Odak noktanın belirsizliği bedenimiz tarafından tehdit olarak algılanır ve karşısında tıpkı somut bir düşman varmış gibi kortizol salgılanır, kaygı seviyemiz tekrardan yükselir. Bu sürdürülebilir bir durum değildir.
Halen bizim elimizde
Somut olarak kontrol edebileceğimiz alanlara odaklanmalıyız. İşte fiziksel aktivite yani egzersiz tam da bu yüzden önemlidir.
Hayatımızdan geriye kontrol edebileceğimiz çok az alan kaldığı düşüncesine kapılsak bile, bedenimizin kontrolü halen bizim elimizde.
Spor yapmak bize bedenimiz üzerinde kontrolümüzün olduğu gösterecektir. Kontrolü yeniden inşa etmek de mevcut kaygılarımızı azaltacaktır.
Salgınla bağlantılı kaygı
Stres yönetiminde temel davranışsal yöntemlerden biri “değiştirilemeyecek durumun kabullenilmesi yani tolere edilebilmesidir”.
Salgınla bağlantılı izolasyon durumumuzu kısa bir süre daha değiştiremeyeceğimiz için, mevcut duruma yönelik tepkimizi değiştirmeliyiz.
Öfkelenmek ve umutsuzluğa kapılmak yerine, dönemsel olarak koşulları tolere etmeyi öğrenmeli, enerjimizi faydalı ve pozitif alanlara yönlendirmeliyiz.
Kaygıyı işlevselleştirmemiz mümkün. İnternetten, salgının boyutlarını komplo teorileriyle besleyip sunarak kaygıyı tetikleyen videolar yerine, Pilates ve yoga benzeri meditatif nitelikleri olan ve evde uygulamanın kolay olduğu egzersiz videoları için faydalanabiliriz.
Online platformların çok sayıda seçenek sunduğu bir süreçteyiz.
Beden kimyasına etki
Pilates ve yoga tarzı fiziksel aktiviteleri sadece kilo kontrolü ile ilişkilendirmemiz çok eksik bir yaklaşım olur.
Spor yapmak beynimizin salgıladığı endorfin, dopamin ve serotonin nörotransmitter’larının işlevselliğine de katkı sunar.
Endorfin vücudumuzun güçlü ağrı kesicilerinden biridir, rahatlama ve mutluluk hissi yaratır. Serotonin de mutlu ve zinde hissettirir.
Ruh halimizi, uyku durumumuzu, öğrenme kapasitemizi ve sosyal davranışlarımızı düzenler. Düşüklüğü, uyku bozukluklarına ve depresif ruh haline yol açar.
Dopamin ise haz alma hissi sırasında beynimiz tarafından ödüllendirme amacıyla salgılanmaktadır. Bir şey yapma, öğrenme ve hareket etme isteğimiz azaldığında çok daha fazla ihtiyaç duyarız.
Dopamin azlığı enerjisizlik, odaklanamama ve uzun vadede depresyon olarak kendini gösterir.
Pilates ve benzeri egzersizler ise, serotonin, dopamin ve endorfin kimyasallarının işlevselliğini destekledikleri için, stres kaynaklı kaygılarımızın giderilmesinde rol oynayabilir.
Bedensel hakimiyeti pekiştirir, kaygıyı azaltır
Kapana kıstırılmışlık hissi ve belirsizlikten beslenen anksiyete döngüsünün içinden sıyrılmamız elbette ki mümkün.
Bazı açılardan aslında tarihe tanıklık etmekte olduğumuz bu dönemde, online platformlardan pilates ve yoga egzersizleri ile bedenimizi ve dolayısıyla zihnimizi kontrollü bir şekilde güçlendirmek için de faydalanalım.
Sporu korona virüse karşı güçlü bir mücadele aracı haline getirelim.