"Acı kaçınılmaz, ama acı çekmeyi sürdürmek bir seçenek" diyor Steffen, İspanya'nın Galiçya bölgesinde yer alan Fisterra'taki ormanda yavaş adımlarla yürürken...
Kendisi 1990 senesinde Çöl Fırtınası Harekatı'nda görev almış; şu anda, bir insan hakkı olan içilebilir suya erişim konusunda çalışmalar yapan bir barış aktivisti.
"Almanya'nin kuzeyinde, Elbe Nehri önünde arabamın içerisinde oturarak, nehre bakıyordum. Kendime sordum: Şimdi ne yapmalı?"
"Her şeyimi kaybetmiştim. Savaş sonrası yaşadığım travma ve ardından gelen boşanma... Dahası bir arkadaşımın beni çeyrek milyon Euro dolandırması... Artık hiçbir şeyim yoktu. İşsizdim, paramı ve eşimi kaybetmiştim."
''O sırada düşündüm: İki seçeneğim var. Ya arabayı suya sürüp, boğulacağım ve her şey burada son bulacak. Ya da suya gideceğim. (Steffen burada 'suya gitmek' ile aracını Fransa'da yer alan Lourdes'e sürdükten sonra Atlantik Okyanusu'na yürümeyi kastediyor. 'Suya gitmek' yeni bir hayata başlamak için kullandığı bir metafor). Sonra cebimde yalnızca 500 Euro kaldığını fark ettim. Almanya'nın güneyinde yani benim geldiğim yerdeki insanlar, dünyanın en cimri insanlarıdır. Asla parayı çarçur etmeyiz. Düşündüm, eğer bu 500 Euro'yu harcadıktan sonra hâlâ yaşamak istemiyorsam, o seçeneğim hâlâ olacaktı".
Depoyu doldurdum, kendime bir sırt çantası alıp içerisine her şeyi yerleştirdim ve Kuzey Fransa'ya, Lourdes'e sürdüm arabayı. Kalan 350 Euro'm vardı. Üç gece arabamda uyudum. Kimsenin haberi yoktu.
Aralarında kirayı ödeyemediğim için beni evden atan kadının da bulunduğu beş kişiye "ben artık yokum" şeklinde bir e-posta gönderdim.
Fransa sınırına geçince telefon hattımın artık çalışmayacağını düşünüyordum çünkü Avrupa'da geçerli bir hattım yoktu. Ne yazık ki Fransa'daki Orange Telekom'un, Alman Telekom sirketi ile anlaşması varmış. Öyle olunca ailemden bir telefon geldi. Beni anladıklarını ve tek önemli şeyin güvende olmam olduğunu söylediler.
Lourdes'te adını Meryem Ana'dan alan güzel bir plaj var. Kalan son 250 Euro'mu da orada kaybettim. Artık ne geri dönebiliyordum ne de yoluma devam edebiliyordum. Sonra geriye dönmek istemediğimi fark ettim. Orada ne olduğunu biliyordum. Param olsa da olmasa da Camino'yu yürüyecek ve Fisterra'ya - dünyanın sonu dedikleri yere - gidecektim. (Camino: Santiago de Compostela hac yoludur.)
Yolda masaj konusunda bilgim olduğunu hatırladım. Orduda olduğum dönemde gerekli olduğundan, eşimden öğrenmiştim. Kendisi bir doktor asistanıydı, bu sebeple biliyordu. Sonrasında orduda benim yaptığım iş oldu. Sahra hastanesindeki askerlere masaj yapıyordum.
Bu yol boyunca bunu yaptım. Yol üzerindeki hostellerde konaklayan yol yorgunu diğer hacılara (Santiago de Compostela yolunu yürüyenlere 'hacı' deniyor) masaj yapıyordum. Hosteller de bunun karşılığında ücret ödemeden konaklamama izin verip bana yemek veriyorlardı. Böylece yol boyunca kalacak yerim ve yemeğim oldu. Fisterra'ya kadar bu şekilde geldim.
Aradan dokuz sene geçti, şu an tamamıyla farklı bir hayat yaşıyorum. Dünyanın sonu dedikleri yerde, Fisterra'da, bu güzel kasabada yaşıyorum. Santiago Yolu'nu çeşitli sebeplerle yürüyen pek çok insanla tanıştım. Evet, "Acı kaçınılmaz, ama acı çekmeyi sürdürmek bir seçenek". Hayatımızda her daim acı olacak ancak acı hayatımızı tanımlamıyor. Bizi tanımlayan, acı karşısında verdiğimiz tepkidir. (ST/AÖ)
Projeye ait sosyal medya hesabı: https://www.instagram.com/autruitr