"Sovyet Uygarlığı... Telaşla onun izlerini kayda geçiriyorum. Tanıdık yüzler. Sosyalizm hakkında soruyorum. Aşk, yaşlılık, kıskançlık, çocukluk hakkında soruyorum. Hikayeler arıyorum. Kaybolan hayatın binbir ayrıntısı. Yetişemiyorum. Yetişemeyenlerdenim ben. Sosyalizme uçarak giden trenden, hızla kapitalizme giden trene atlıyor herkes. Ben geç kalıyorum."
Svetlana Aleksiyeviç
Issız, terkedilmiş, tozlu, uzunca bir yoldan geliyorum. Böyle bir yerin varlığına dair olan inancımı tam yitirmişken, demirin soğukluğunda pejmürde bir kapıyla karşılaşıyorum. Ardına uzanmış uzun patikadaki izlerden ve yeşilliğin içerisinde gizli saklı kalmış pembe evlerden buradaki kadim yaşanmışlık hissettiriyor kendini. Geçmişin kapısından geçerken, ayak izleri geziniyor ruhumda. Evet. İşte oradalar! Şaşkın bakışlarla gülümseyen koca bir tarih karşılıyor beni.
Yıkık bir binanın hemen önünde, eski bir avluda sohbet ederken buluyorum onları. Geçmiş anılarını konuştuklarını varsayıyorum. Beni fark ettiklerinde gülümsemelerine rağmen tedirgin olduklarını yüzlerinden hemencecik anlıyorum. Önce 'Ajan mısın?' diye soruyorlar. 'Değilim' diyerek cevap veriyorum.
Ütopya sandığımız birçok şeyin bir zamanlar gerçekten yaşanmış olduğunu duyup geldiğimi ve bir kez daha onlardan dinlemek istediğimi söylüyorum. Geçmişin ve geleceğin kayıp kuşağı olarak, bizden çalınanlara karşı kendime bir yer edinmek istiyorum. Ağaçtan yeni toplanmış taze kiraz ikram ediyorlar. Sonra herkes rahatlıyor. Kiraz kırmızısı geçmiş ütopyalarını anlatmaya başlıyorlar...
Tiflis'e 50 km uzaklıkta, isimsiz ve gizemli bir yerleşim yeri burası. Yerleşim yerinde yaşayanlar burayı 'Number 5' verici (radyo) istasyonu olarak adlandırıyor. Kafkaslardan ulaşan anti-Sovyet propagandaların radyo yayınını önlemek amacıyla 1950'lerin başında kurulmuş ve o dönem SSCB'nin her yerinden 100'den fazla insan çalışmak için buraya taşınmış. Bu tesiste çoğunlukla iletişim uzmanları, radyo teknisyenleri görev almış ve aynı zamanda yetiştirilmiş.
SSCB'de gizli radyo frekanslarını karıştıran tesisin asıl amacı; Voice of America, BBC, Voice of Israel, Deutsche Welle gibi SSCB'yi eleştiren, anti-Sovyet propagandalar yapan radyoların yayınını önlemek ve aynı zamanda Sovyet propagandası yapmaktı.
Yerleşim yeri her zaman gizli tutuldu ve özel güvenlikler tarafından korundu. O kadar gizli tutuluyordu ki dış dünyayla sadece tek bir posta kutusu aracılığıyla iletişim kuruluyordu. İstasyon, emirleri direkt olarak Moskova'dan alıyordu. Tesis faal durumdayken istasyon çalışanları günlük hayattan izole bir şekilde yaşadı. Okul, sinema salonu, kütüphane gibi ihtiyaç duydukları çoğu şey yerleşim yerinde mevcuttu. Böylece buradan hiç ayrılmak zorunda kalmıyorlardı.
Buradaki eski çalışanların çok azı hayattaydı. Sovyetler Birliği'nin dağılmasından 27 yıl sonra, eskiden olduğu gibi istasyonun hemen yanında bulunan bu yerleşim yerinde hayatlarına devam ediyorlardı. Bazısı burada evlenip kalmış, çocukları burada okula gitmiş ve burayı hiç terk etmemiş. Geçmişleri onları terk etmiş olsa da, onlar buraya sıkıca sarılmış. Yaşadıkları iki katlı küçük pembe evler tüm tahribata karşı ayakta kalmayı başarmış.
Tesiste eski bir radyo teknisyeni olarak çalışan Tsira Chkhikvadze (75), burada evlenmiş ve hayatının neredeyse tamamını burada geçirmiş. Çocuklarını burada büyütmüş.
Biraz sitem ve biraz özlemle şunları anlatıyor:
“İstasyonda çalışmak büyük bir sorumluluktu. Çalışmalarımız sıkı bir şekilde kontrol ediliyordu. Burada gördüğünüz çoğu şeyi kendi ellerimizle yaptık. Herkes buranın iyiliği için kaldı. İstasyonumuzun yıkılmasına çok üzüldüm. Köyümüzün yıllardır statüsünü istiyoruz. Sovyet döneminde olduğu gibi, yerleşim alanımız hala bir harita üzerinde gösterilmiyor. Kimse bizi duymuyor. Kim hayal edebilirdi ki bu zamanlara geleceğimizi?”
SSCB'nin çökmesinden bir süre sonra radyo istasyonu yıkılmış ve her şey büyük hasar görmüş.
Gürcistan hükümeti burada yaşayan insanları görmezden gelerek çoğu haklarından mahrum bırakmış. Burada yaşayanlar sosyal yardım almak için, yetkililerin yerleşimlerini bir köy olarak tanınmasını, haritada gösterilmesini veya Bazaleti köyünün bir parçası olmasına izin vermelerini istiyorlar.
Ütopyanın distopyaya uzanan sarsıcı yolculuğuna tanıklık edenleri dinlerken, coğrafyanın kaderini yaşamanın ne demek olduğunu ve insanlık tarihinin her iklimde, her çağda birçok kara parçasında benzer yıkıntı ve duygularla sınandığını bir kez daha hatırlıyorum.
Yüzlerindeki yılgınlık, bakışlarındaki çaresizlik, kendi topraklarında vatansız olmanın çıplaklığını sorgularken, bir arkadaşımın şu dizesi düşüyor o an aklıma: “Hüznün adı değişse de, aslı hep yüzümüzde kalacak”. (DA/EKN)
* Fotoğraflar: Damla Atak (Haziran 2018)