Ailece çok önceden kararlaştırdığımız Sri Lanka gezisine 6 Eylül günü Siirt'ten başladık. Öğleden sonra Jet Taksi'den bir araç isteyerek THY bürosuna giderken iki tehlike atlattık. Birincisi Polis evi çıkışında, ikincisi ise Hayat Hastanesi karşısındaki yolda oldu.
Eşek şakası korkuttu
Arkamızdan gelen bir taksi korna çalıp boş yolda bizi sıkıştırmaya başladı. Bizim şoför az sonra durup, hışımla taksiden fırlayıp önümüzde duran aracın şoförüyle kavga etmesinden endişelenirken sohbete koyulmaları çok garibime gitmiş ve şu cevabı almıştım: "Arkadaşım çıktı; benimle şaka yapmış!"
Ona, bunun "arkadaş" değil, "eşek" şakası olduğunu hatırlattım. Gülmekle yetindi. Ben ise Trafiği arıyordum.
Bahşişli şoför mahalli
Siirt'ten Batman Hava Limanına yolcu taşıyan minibüsler yer numarası vermediği için düzenlemeyi simsar yapıyor ve her defasında erken gidip şoför mahallinde otururken "kadın yolcu var" deyip beni arkaya postalıyordu. Bu sefer THY bürosunun efendi yöneticileri Ali Muvafık ve Ekrem Üney dostlarım şoför mahallini ayırmışlardı. Bu sürprizi simsara hatırlatınca kapıyı açıp bu yerin bahşişi var demesin mi? İyi ki vermedim, güneşte yandık.
Minibüs bizi Havaalanına götürecekti. Ama Batmana girdikten sonra bir Trafonun arkasında duran bir başka Minibüse adeta Afgan göçmenleri gibi araca doldurdular ve Hava Terminalinin yolcu salonunun önüne değil de giriş kapısına bırakıp adeta kaçarcasına terk ettiler.
"Dikene bekko du kalıp sabun"
Yeni Batman Sivil Havaalanı dışarıdan görkemli gözüküyordu. Ancak içine girince çok erken açıldığı ve sayısız eksikliği olduğu görülüyordu. Elektrikler kesik, büfesi açılmamıştı. Yani yerel bir deyimle "DİKKENE BEKKO DU KALIP SABUN". Türkçesi "Bekkonun dükkanı, içinde 2 kalıp sabun var"
Ancak Yönetici ve Polislerin ilgileri ve YOL göstericiliği her türlü aksaklığı unutturuyordu. Özellikle alanın duayeni sayılan Alaettin (Ali) Dağ'ın herkese gösterdiği yakınlığa tüm yolcular adına teşekkür ediyorum.
Çünkü dönüşte de bagaj bandı çalışmadı ve görevliler içine girip bavul ve çantaları adeta kuyudan kova çıkarırcasına bize ulaştırdılar. İstanbul'dan Dubai'ye 400 kişilik 777.200 BOİNG ile gidip, 777-300 ER BOİNG'le dönüş yaptık.
Gidiş-dönüş 10 saati bulan uçuşumuz çok rahat geçti. Körfez ülkelerinin ortaklığıyla kurulan ve son model 80 uçağı bulunan "Emirates" uçağına girişte Hosteslerin sıcak karşılamaları eski dostların buluşmalarını andırıyordu.
Uçaktaki Konfor
Her türlü konfor ve ikramlar üst düzeydeydi. Oturduğumuz yerin karşısındaki koltuk arkasında televizyon ekranı vardı. Seyredebilecek her dilde yüzlerce film izlemek ve binlerce müziği dinlemek için kulaklık verdiler. Örtünmek için battaniye dağıttılar. Oturur oturmaz kolonyalı mendil yanı sıra ıslak ve sıcak küçük havlular (kompres) getirip rahatlattılar. Ayrıca kredi kartıyla ödemesi yapılan telefon ahizesi de emre amadeydi.
Uçakta mahalle gezisi
İkramlar çok zengindi. Her serviste en az 10 çeşit yemek ve 10 çeşit içki, çay, kahve, meyve suyu sunuluyordu. Uçağın birinci sınıfı ise 5 yıldızlı otelden farksızdı. Bizim salonda 10 kişilik koltuklara karşılık Lüks bölümde her sırada 4 koltuk vardı ve açılınca upuzun çok rahat yatak haline geliyordu. Egzersiz için spor aletleri de vardı. Biz ise yürüyüşe çıkarak bu ihtiyacı gideriyorduk. Ben her seferimde yürüyüşe çıkarken eşim Gülhüner ve oğluma "yukarı mahalleye kadar gidip geleceğim" diyerek gülümsetiyordum.
Dubai-Sri Lanka havaalanları tezat abidesiydi
Dubai havaalanı çok moderndi. Gümrüksüz mağazalarında dünyanın bütün markaları sergileniyordu. Burada geçirdiğimiz gönül açıcı manzaralardan sonra indiğimiz Sri Lanka'nın tek Havaalanı BUNDERNEKE adeta bir gecekonduyu andırıyordu.
Çiçek çelengi her lükse bedeldi
Fakat buradaki karşılama beni çok duygulandırdı. ABANS TOURUS'un güler yüzlü personelinin adımızı taşıyan levhalara bakmadan boynumuza çiçekten çelenk asmaları her türlü lüksten çok daha değerliydi.
Sömürgesi olduğu İngilizceyi Resmi dil olarak kabul eden Sri Lanka'da direksiyonlar da sağda. Hurda araçlarının çoğu TATA marka. Fakat yolları kaplayan TUTO denilen 3 tekerlekli Tripöterler de adeta sürüler halinde yol boyunca üzerinize geliyor.
Çünkü yollar hem dar, hem çok virajlı, ama doğa bunların hepsini unutturan vahşi ve güzel, yoldan gelip geçen maymun ve sincaplar çok muzipti.
Sri Lanka'nın (Seylan) en eski çay fabrikasında
Sri Lanka en kaliteli çay üreten bir ülke. Eski adı da çayı çağrıştıran SEYLAN. Biz de ilk molamızı ülkenin en eski 150 yıllık "Mavi Çatı" adlı çay fabrikasında veriyoruz. Çevrede harika bir doğa var. İrili ufaklı şelalelerle çevrili.
Fabrikayı turistlere gezdiren Sri Lanka'lı kadınların yerel giysileri de Fabrikanın çatısı gibi Masmavi. Güler yüzlü, candan ve sempatik. İçim kaynıyor gülümseyerek "ALLAHU EKBER" diyorum.
Seviniyor ve Tarzanca soruyor: İSLAM? Meğer onlar da Müslüman. Elimle işaret ederek "İYD" yarın diyorum. Ama anlıyorum ki bu ülkede Bayram Perşembe günü değil, Cuma günü kutlanacak.
Tamil Gerillaları şimdi işçi
Fabrikadan ayrılırken vardiya değişimi düdüğü çalıyor ve işbaşı yapan yoksul işçilerle tercümanımız aracılığıyla konuşmak istiyorum. Çoğu geçen yıl Devletle barışan Tamil Gerillası. Hepsi yoksul ama barış onların zenginliği olmuş. Çok az bir ücretle çalışmalarını şimdilik bilmek istemiyorlar. Burada odun yakılan fırınlarda kurutulan çay daha sonra şehirlerdeki modern fabrikalarda 40 çeşit çay çok lüks ambalajlarda satışa sunuluyor.
Sri Lanka'da dinler, diller ve renkler kardeşliği
Kandy şehrine girerken öğleydi. İlk açık gördüğüm Camiye girdim. Cemaat dağılmıştı. Ertesi gün kutlanacak Ramazan Bayramı için son hazırlıklar yapılıyordu. Etrafta en belirgin şey sadaka kutusuydu. İlk bağışı ben yapınca Takkeli genç bildiği tek Arapça söz alan "Zekat" diye mesaj verdi.
Sri Lanka'daki Müslümanların dili Sri Lanka'caydı. Ama ezanları ve Kur'anı Kerimi Arapça okuyorlardı. Ertesi sabah müşfik bir ses tonuyla ezanla uyanmış Bayram namaz öncesi okunan "Rahman" süresini huşuyla dinlemiştim.
Buda Tapınağı'nda
Ertesi sabah ta ülkenin en büyün Budizm Tapınağındaydım. Önce Manastırın önünde satılan Buda'ya sunu okit çiçeğinden almaya sıra gelince gayri ihtiyari Siirt'teki meslektaşım siyah meleği Hayrettin Kesici'nin hoş bir değinmesini hatırlayıverdim:
"Kilise, milise
Her ne ise
Eğer Cumhur görmese
Kızacak Hazreti İse"
Ayakkabı çıkarılan mabetler
Buna göre yarında bir Kiliseye ve arkasından Hindu Tapınağına gidecektim.
Bu mabetlerin kilise dışındakilerin hepsinde ayakkabınızı çıkarmak zorundasınız.
Budist tapınağında müzeye girer gibi bilet kestik. Ayakkabımızı çıkarıp içine de çoraplarımızı koyup vestiyere teslim ettik. Çıkışta ona da ücret ödedik.
Müzeli tapınak
Duvarları işlemeli değerli eserlerle doluydu. Müzede fotoğraflar ve inşaatta çalışan ve fosili giydirilen bir Fil vardı. Fakat en önemli bölümde önce elimdeki çiçekleri sunup iki elimi birleştirip alnıma götürerek göğsüme indirdim ve Peygamber efendimize salavat getirip, Allah'tan hayırlar dileyip dualar ettim. Zaten bir görüşe göre Buda'nın Nebi olduğunu söyleyenler var. Ben de Buda'nın da Allah'ın sevgili kulu olabileceğini düşündüm.
Budanın dişi
Daha sonra tapınağın duvarına sırtımı dayayıp, başımı önüme eğip, Arapça-Türkçe yakarılarımı sürdürdüm. Ayağa kalkıp dışarı çıkınca uzunca bir çardak altında küçük esans şişelerine doldurulan itinayla hazırlanan Hindistan cevizi yağıyla tütsü ve mum yakıyorlardı. Bende ne yağ, ne tütsü, ne mum vardı. Bir aile imdadıma yetişip, buradaki ritüeli de yerine getirmeme yardım ederek iki elini göğsünde birleştirip dua etmeye başlamıştı.
Dışarı çıkınca Budist şoförümüz Kirşanda'ya bu tapınağın ne özelliği olduğunu sordum: "Burada Buda'nın bir dişinin gömülü olduğu kabul ediliyor" dedi. Hiç acayip görmedim. Çünkü birçok Dinde benzerlikler vardı.
Hindu Tapınağında
Kiliseden yeni çıkmıştım ki, karşıdaki HİNDU tapınağından dua sesleri geliyordu. Hemen koşup minare yüksekliğinde heykelciklerle süslü Dev tapınağa hevesle girmek istedim. Önce ayakkabımı çıkar dediler. Hemen çıkardım. Kendi dilleriyle sorduklara cevap verip el-kol hareketleriyle içeriyi gezip, fotoğraf çektirmek istediğimi anlatmaya çalışıyordum. Bana ayine katılamayacağımı yine onların dilinden anlayan Şoför Kirşan söyleyip, işaretle yarın geliriz diyordu.
Kilisede
Başkent Colomboya gittiğim gün Katolik Kilisesindeki haftalık ayin yeni bitmişti. İçeri girdim ve etrafta günah çıkarma kulübesini aradım. Vaaz dinlenen sıralara oturup dinlendim ve inandığım Allah'ıma niyazlarda bulundum.
Otelde bile "ok"u, çekmecede İncil ve Budist öğütleri
Günlük yaşamda Din özgürlüğünü doya doya yaşarken yorulmuş ve anvele olmuştum. Otelde kendimi yatağa atar atmaz tavanda yeşil bir OK gördüm. Bu Müslümanlara Kıbleyi gösteriyordu. Hemen kalkıp yıkandım. Çıkıp kurulanır ve iskemlede dinlenirken önümdeki masanın da çekmecesini karıştırmaya başlamıştım ki orada İngilizce bir İNCİL ve Buda'nın öğütleri kitabı görmüştüm.
Doğal eczanenin ilaç bahçelerinde
Sri Lanka'nın tek Uluslar arası Bandaranaike havaalanından boynumuzda "hoş geldin" çiçekleriyle ayrıldıktan sonra ilk molayı Botanik bir bahçede verdik. Burada Müslüman olduğunu Budist rehberimizden öğrendiğimiz bir Halk Hekimi, adlarını Baharatçı dükkânlarından öğrendiğimiz envai-türlü kokulu ağaçların dal ve yapraklarını koparıyor eliyle oğuşturarak ilaç ve merhem haline getirerek hemen üzerimizde denemeye kalkışıyordu. Hazırladığı "Lokman Hekim" ürünleri birkaç dakika içinde etkisini gösteriyor, ellerinizdeki kırışıklıkları gideriyor ve rahatsız eden kılları bir dakikada yok ediyordu.
Otelde piyano eşliğinde dinlenme
İlk konakladığımız yer Kandy şehrindeki İngiliz sömürge döneminden kalan Tarihi otel EARL'S REGENCY'di. Birinden diğerine geçilen ilginç odaları, yüksek tavanlı ferah bir mekan. Odamız hazırlanırken yine ıslak havlu getirip ferahlattılar. Hemen arkasından tropikal renkli hayat iksiri gibi bir meşrubat sundular. Her katında piyano eşliğinde müzik dinleyerek sohbet edip dinlenme olanağını sunuyorlar.
Nan-Fatayor-Gözleme
Birden fazla self servis, alakart ve açık büfe restaurantları her ülkeden yemek çeşitleriyle damak tadınıza saygı gösteriyorlar.
Hatta bir açık büfede Kürtlerin "NAN"ı, Arapların "FATAYOR"u ve Türklerin "GÖZLEME"si yan yana kardeşçe bulunuyorlardı. Köri adlı baharat türünün ise insan bedenine ağır kokusuyla nüfuz ettiğinden yabancıların bundan uzak durduğu gözleniyordu. Ben ise yine her yeniye hemen adapte oluyor, her sofrada Köri arıyordum.
Yerel giysili folklorik düğünler
Otelin birden çok kapalı salonunda ve bahçelerinde o gün çeşitli düğünler vardı. Rengarenk özel ve yöresel kostümler içindeki erkeklerin yanında küçük çocuklar, takılarla süslü gelinlerin yanında da aynı şekilde küçük kız nedimeler refakat ediyordu. Gelinin düğün salonuna girişinde de baba ve annesi eşlik ediyor, yerel oyun ekipleri de akrobatik hareketlerle gösteri yapıyorlardı.
İkinci uğrağımız NUWERA ELİYA şehrindeki dağ başındaki GRAND HOTE'di. Harika bir doğayla çevrili bu asude yerde sarı renk adeta yok olmuştu. Her taraf yemyeşil, önündeki bahçeler de en modern bir anlayışla düzenlenmişti.
Tit tir titriyoruz
Siirt'te 40 derece sıcakta pişerken burada tir-tir titriyorduk. Akşam yemekten dönerken şömine yanmış, yataklarımızın üzerinde nadide bir çiçek ile sekiz dilde yazılı İYİ AKŞAMLAR kartı itinayla bırakılmıştı.
Türk parası geçmiyor
Sekiz dilde "İyi akşamlar" dileği arasında Türkçe yazılı bir ifade yoktu. Üzüldüğümüz bir başka husus paramızın ne Otelde, ne bankada bozdurulmamasıydı. Sri Lanka'da Türkiye'nin ne Elçiliği ne de Konsolosluğu vardı. Diplomatik işlemler Hindistan'daki Fahri Konsoloslukta yapıldığını öğrendim.
Toprikal meyve zenginliği
Lokantalarda, büfelerde ve Türkiye'de olduğu gibi yol boyunca tropikal meyveler öbek öbekti. Altı çeşit Muzları var. Mango, Avakado, Elis, Ananas ve adeta Kola gibi içilen Hindistan Cevizleri. Hararet basınca hemen bıçakla cevizin alt tarafı kesilip doğal bir delik açılıyor. Oraya sazdan pipeti sokup içiyorsunuz. Bir bardak dolusu suyu bitince bu sefer cevizi ikiye bölüp içindeki ince beyaz tabakayı yiyor ve ferahlıyorsunuz çok yönlü ilaç etkisi de cabası.
Restaurantlar rengarenk
Kaldığımız dört ayrı otelin restoranları birbirinden farklı mutfaklara sahipti.
Regency ve Grand İngiliz asilzadelerine hizmet amacı güderken, Safari yapacağımız doğal yaşam bölgesinin yakınındaki yeni otel müstakil evlerden oluşuyor ve çok sakin gizemli bir havaya sahipti.
Son konağımız Başkent Colombo'daki HİLTON oteliydi. Dünyadaki geniş oteller zincirinin başında gelen Colombo Hilton'un en önemli özelliği Dünya mutfaklarını bir araya getirilmesiydi.
İtalya, Japon, Çin, Fransa, Hind yemekleri yapan yerlerin yanında, balık ve et lokantaları da ayrı ayrıydı.
En pahalısı Angus yemeği
Hilton Otelinin en pahalı kral yemeği porsiyonu Türk parasıyla 80 lira (milyon) olan perde pilav tenceresinin kapağını andıran ANGUS yemeğiydi. Eti Avustralya'dan özel olarak getiriliyordu.
Burada her masanın özel bir garsonu vardı ve kısa sürede adeta ailenin bir ferdi ve fotoğrafçısı oluyor yediğiniz etin özelliğini anlatıyordu. Bu biftek yemeğinin etlerinin elde edildiği hayvanın göğüs etlerinin kalınlığı için her gün insan eliyle masaj yapılıyormuş.
Balık ürünleri açık büfesi
Hilton'un onlarca çeşit balığın sergilendiği açık büfesinin fiks ücreti 150 lira (milyon)du. Masamıza önceden işaret ettiğimiz 15 çeşit balık gelmişti. Özel ekmekleri bir tasın içine sıvanan hamurla takke şekli alan zar inceliğindeki yufkaydı.
Tablo gibi sofra
ANGUS yemeğinin etrafını süsleyen çok az miktardaki garnitürler arasında mantar, soğan, fasulye, havuç, brokili, karnabahar, domates ve çeşitli baharatlar vardı.
Özel garsonumuz Müslüman olduğumuzu anlayınca masadan hemen şarap kadehlerini kaldırıyor ve boşalan su bardaklarınızı kaşla-göz arasında "ikmal" ediyordu.
Yemek öncesi de iştah açıcı olarak kocaman bir buz kütlesi içinde çeviz büyüklüğünde ağzınızda hemen eriyen bir macun sunmuşlardı.
Yemek önümüze getirilince garson tarafından kapağı özel alaşımlı tabağına çarpıtılarak bando sesi çıkarılıyor ve desenli bir halı gibi önünüze seriyordu.
Masaj salonunda
Colombo Hilton'un Uluslar arası şöhrete sahip masaj salonunda da sihirli parmaklardan hamur gibi yoğurlanmayı denememek olmaz. Ben de 45 dakikalık Full seans aldım. Darısı başınıza!.
Kanalda timsah ve yılan balığı çiftliği
Her metrekaresi doğal güzelliklerle bezeli Sri Lanka'nın dağları, ovaları ve bayırları gibi nehirleri de bir ayrı güzel. Bir motor kiralayıp yerel mihmandarla Denize dökülen Kanalda kökleri toprak yerine denize uzanan sarmaşıklar arasından kah kafamızı eğerek, kah ağaçlara tünemiş sürüngen hayvanlardan korunarak yol alırken rengarenk Balık kuşları bizi izliyordu.
Bahşiş alan maymun yavruları
Derme çatma iskelelerden çıkan bir tahtadan oluşan daracık kanolardaki küçük çocuklar maymun yavrularını elimize verip bahşiş bekliyorlardı.
Motorumuz az sonra gölün en geniş orta yerinde bariyerlerle çevrili bölümlere ayrılmış bir havuza yanaştı. Elimizden tutarak sahneye çektiler. Göl'de bölümlere ayrılmış daha küçük havuzlarda canlı deniz ürünleri kaynıyordu. En ilginçleri yılan balığı ve timsah yavrularıydı.
Havuzun bakıcısı beklenmedik bir hareketle küçük timsahı yakalayıp elime verince çığlığı atmıştım. Diğeri de aynı şekilde upuzun yılan balığını elime verince hemen arkamdaki su üstü barakaya sığınıyordum.
Doğal ilaç imalathaneleri
Birbirinden güzel ağaç türleri arasından nehir ortasındaki adanın kıyısına yanaşarak toprağa ayak bastık.
Buda fotoğraflarıyla süslü toprak damlı evin sahibi olan yerel giysili Budist bizim gibi turistlerin siparişini tamamlayıp yandaki bahçeye geçti. Seçtiği bir ağaçtan uzun bir dal keserek evin önündeki alanda gösteriye başladı.
Önce dalın kabuklarını özel bıçağıyla sıyırıp içindeki özü çıkarıp koklamak için burnuma uzattı. Hiç hoşuma gitmeyen bir rayiha olduğu halde beni yoksul mutfağına götürerek pişirmeye başladı.
Tsunami: Denizin öfkesi ya da depremi
Kanal gezisinden sonra yolumuz geçen yıl yaşanan Tsunami faciasının yerle bir ettiği yerlerden geçerken "Denizin öfkesi" yada "Deniz Depremi" olarak adlandırılan "Tsunami" için dikilen modern heykelleri ve kaybolanlar adına yazılan deniz kıyısındaki kitabeleri ibretle okuduk.
Pasifikten sonra Hint Okyanusu
Yıllar önce Amerika'ya gitmiş San Francisco'da Pasifik Okyanusunda denize girmiştim. Bu sefer de Hint Okyanusunun kıyısındaki otelden denize girmek için yol alırken üniformalı bir görevli plaj kapısındaki kırmızı bayrağı gösterip "yasak" dedi.
Çünkü o gün deniz dalgalıydı ve yasak herhangi bir felaketi önlemekti. Ama Siirt'teki "Moyzır şi" (bir şey olmaz) ricasıyla sadece girip-çıkacağım sözüyle izin kopararak denize girip daha sonra da otelin hijyenik havuzuna girip "HATOS" (Dalıp) aklanarak arındım.
Fillerle selamlanıyoruz
Sri Lanka gezimizin en renkli ziyareti Yala kentindeki Birleşmiş Milletler'in koruması altındaki en önemli Doğal Parkındaki safarimizdi.
Burada avlanma ve gezi araçlarından inme yasağı vardı. Sadece fotoğraf çekebiliyorsunuz. Bu parkta doğal olarak yaşamını sürdüren canlıların beslenmesi de doğal olarak karşılanıyor ve havadan herhangi bir yiyecek atılmıyor ve şebeke ile su götürülmüyor.
Yollar taş, toprak ve kaya olarak en doğal haliyle zahmetli yolculuklar yaptırılıyor. Hayvanlar su ihtiyaçlarını doğal göletlerde toplanan yağmur sularından karşılıyor.
Muson yağmur kuşağındaki safari alanında bu yüzden su sıkıntısı olmuyor. Hatta birçok hayvan türünün susuzluklarını giderirken görülebiliyor.Ama Jaguarlar insanların bu beklentisini bilircesine kolay kolay saklanabiliyor ve su başına inmiyorlarmış.
Nitekim bizi özel safari Willys Jeepiyle gezdiren mihmandarımız dürbün gözlü şoförümüz iki aydır Jaguarın görülmediğini söylerken aniden durup sevinçle bağırıyor: "Çok şanslısınız. Şu anda Jaguar karşıdaki tepede istirahat ediyor."
Evet 200 metre yakınlıktaki Jaguarı adeta Siirtlileri azametle karşılıyor gibi görüyor. Hatta daha yakınına gidebilsem bana "EHLEN U SEHLEN FİL İSİRDİYE" (Siirtliler hoş geldi; Safalar getirdi) dediğini işitecektim.
Az sonra bir fille karşılaşıyoruz. O da adeta bizi selamlıyor. Fillerin dişileri ve çocukları birlikte gezdiklerini bildiğimden bunun bir erkek fil olduğunu anlıyor, Budist mihmandarımıza teyit ettiriyor ve yavaşlamasını istiyorum.
Koca bir ağacın dallarını adeta dürüm yaparak hortumundan midesine indiren erkek Fille mesafemiz 4-5 metreye inerken burnuna harika bir koku geliyor. Mihmandarımız merakımı anlamış gibi açıklamaya başlıyor.
Çapkın filler, korkak timsahlar
"Filler tek başlarına gezdiklerinden cinsel buluşma isteğini bu kokuyu yayarak dişilere davette bulunuyor. Ama gerdeğe kuytu yerlerde girmeye özeniyorlar. Geceleri de far yakarak yol almak yasak olduğundan bugüne kadar hiçbir turist bu anı kamerasına alamamış"
Bir su göletinin kıyısında üç dört metre uzunluğundaki timsahın, kendisine doğru gelen bir filden korkarak kendini suya atması bana timsahların korkaklıklarını gösteriyordu.
Safaride ilk Siirt'liler
O gün dünyanın dört tarafından gelen onlarca turistin elinde dev objektifler ve son sistem kameralar olmasına karşın, bizde mütevazı bir Fotoğraf makinesi ve kamerası bulunuyordu.
Ama biz yine bu ülkeye ve bu Safariye katılan ilk Siirtli aile oluyorduk.
Safari alanını gezerken yırtıcı hayvanlardan korunan sevimli geyikler çok kuşkuluydu.
Maymunlara üst geçit
Bizonlar, yaban öküzleri ve maymunların daha bir serbestçe dolaştıkları görülüyordu. Fakat hem burada hem şehirlerde gördüğümüz maymunların muzipliklerine diyecek yoktu.
Bizim şehirlerimizde okul önlerinde öğrenciler için üst geçitler yapılırken Sri Lanka yollarında karşıdan karşıya gerilen tellerin üzerinden oynaşan maymunların kendileri için yapılan bu telli üstgeçitler üzerinde akrobatik hareketlerle altta geçen otomobillere nanik yapıyorlardı. (CK/EÖ)
(*) 52 yıllık gazeteci Cumhur Kılıççıoğlı, aynı zamanda Siirt Mücadele gazetesi sahibi.