*Görsel: Pixabay.
Olimpiyat Oyunları'nın düzenleyicisi olan Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC), Ocak ayında yayımladığı bir kılavuzla, sporcuların 2020 Tokyo Olimpiyatlarında siyasi mesaj içeren el hareketleri, diz çökme, işaretler gibi fiziksel hareketleri ya da tişörtler ve kol bantları gibi siyasi bir karşılığı olan öğeleri kullanmalarını yasakladığını açıkladı.
24 Temmuz-9 Ağustos tarihleri arasında yapılacak olimpiyatlar öncesi yayınlanan "Uluslararası Olimpiyat Şartının 50 Kuralı" isimli kılavuzda ilgili bölüm şöyle yer aldı: "Olimpiyat sahalarında, mekanlarda veya diğer alanlarda hiçbir gösteri veya siyasi, dini veya ırksal propaganda yapılmasına izin verilmez."
IOC Sporcular Komisyonu Başkanı Kirsty Coventry, bu yasak kararını, sporun politik olmadığına ve temel prensibinin tarafsızlık olduğuna inandıkları için aldıklarını söyledi.
Ancak Coventry'nin yanıldığı bir nokta var: Spor doğası gereği politiktir ve içinde bulunduğu dünyadan ayrı olarak değerlendirilemez.
Spor, tarih boyunca emperyalizmin bir silahı olarak kullanılması ve en bilinen örneklerden biri olan Hillsborough faciası gibi trajik olaylarla her zaman siyasete bağlanan bir olgudur.
Bazen kötü emellerin gerçekleştirilmek istenmesi sebebiyle iktidar tarafından siyasileştirilir, bazen de mağdur edilmiş; haklı olduklarını düşünen, haklı olan, ezilen, ötekileştirilen kişi veya toplulukların, çağrı ve taleplerinin daha geniş kesimlerce duyulması amacıyla.
Spor tarihinden, spor-politika ilişkisine dair verilebilecek binlerce örnek var.
Ancak sadece olimpiyatlar özelinde değerlendirsek dahi bu yasaklama kararının; olimpiyatların ruhunun, tarihinin ve sporun toplumu daha iyi hale getirme gücünün doğrudan reddedilmesine, insanların susturulmasına yönelik bir hamle olduğunu anlayabiliriz.
Siyah güç selamı
İnsanlar olimpiyatları severler.
Çünkü bizler, sporun arkasında yüzlerce hikaye olduğunu bilir ve aslolarak o hikayeleri severiz.
Spor, sadece o hikayelerin duyulması/dillendirilmesi için bir araçtır ve bu araç; dünyada mağdur edilen, yoksul bırakılan ve haklarını arayan insan sayısındaki artışa paralel olarak politik bir hal almış ve almaya da devam ediyor.
ABD'li atletler Tommie Smith ile John Carlos, 1968 Meksika Olimpiyatlarında verdikleri ve sonradan efsaneleşen 'Siyah Güç Selamı' ile Amerika Birleşik Devletleri'ndeki ırkçılığı ve ırk eşitsizliğini protesto ederek bu soruna küresel ölçekte dikkat çekti.
Bu olay, yarattığı kırılma sebebiyle, "Olimpiyat" denince akla gelen en önemli üç olaydan biri olmasının yanı sıra ABD'deki eşitlik mücadelesinde yeni bir dönem başlatması itibarıyla da günümüzde bir dönüm noktası olarak görülür.
ABD'deki ırk eşitsizliğine karşı verilen bu mücadele, Smith ile Carlos'un olimpiyatlardaki protestosu öncesinde de vardı ancak hükümet nezdinde bu ayrımcılığa karşı harekete geçilmesi, protestonun dünyanın en çok takip edilen ve en prestijli spor organizasyonlarından biri –belki de en prestijlisi- olan olimpiyatlarda yapılmasından sonra gerçekleşti.
Dört halkanın gölgesi
*Sarah Attar.
Smith ile Carlos örneğinde de olduğu gibi bazı sporcular, sadece bir kişi/grup/toplumun sesi olmak, o sesi geniş kitlelere duyurabilmek için o dört halkanın gölgesi altında olmak isterler.
Onlar, benimsedikleri ideolojinin, inandıkları şeyin politik temsilini gerçekleştirmek için o podyumu isterler. Oraya, sportif başarılarını sergilemekten ziyade varlıklarını ispat etmek, bir başkaldırıda bulunmak için giderler/gitmek isterler.
Tıpkı Sarah Attar ile Vudjan Ali Seraj Abdülrahim Şahrahani gibi. Attar ile Şahrahani, 2012 Londra Olimpiyatlarında yer aldılar ve olimpiyatlarda yer alan Suudi Arabistanlı ilk kadın sporcular olarak tüm dünyanın dikkatini çektiler.
Ülkeleri adına bir ilk olmalarının sebebi ise kendilerinden önceki Suudi kadın sporcuların sportif olarak başarısız olmaları değil, Suudi Arabistan'da kadınların olimpiyatlara katılmasının yasak olmasıydı.
2011 sonlarında Suudi kadın hakları aktivistlerinin, olimpiyat oyunları aracılığıyla bir kamuoyu yaratması ve olimpiyat komitesinin girişimleriyle bu yasak kalktı ve çoğu insan Suudi Arabistan'da kadın sporcuların önünde böyle bir engel olduğunu yine spor ve özellikle olimpiyat oyunları sayesinde öğrendi.
"Kadınların hayali gerçek oluyor"
Ezilen, dışlanan, ötekileştirilen bir grubun mensubu olan her sporcu gibi Attar ve Şahrahani de olimpiyatları, sportif olarak başarılı olmaktan çok tüm dünyayı kendi ülkelerindeki kadınların durumundan haberdar etmek için, yani politik amaçları doğrultusunda kullandılar.
Attar'ın, olimpiyatlara katılacağını öğrendiğinde verdiği "Kadınların olimpiyatlara katılma hayali gerçek oluyor. Bu büyük bir onur. Bunun sporda daha fazla kadının temsil edilmesine yardımcı olmasını umuyorum" demeci, bunun en güzel örneği.
Atletik performans için motive edici faktörler genellikle -doğal olarak- politik bir şeye bağlıdır.
İnsanlar, siyasi yapılarının çizdiği sınırlardan kurtulmak veya onları güçlü bir şekilde sergilemek için sporu kullanırlar. Spor dünyasındaki etkilerini, kendileri gibi olanlarla bir dayanışma içerisine girmek için kullanırlar.
Neticede doğru olanın kendi ideolojileri olduğunu düşünür ve bu ideolojinin toplumu daha iyi bir yer haline getireceğine inanırlar.
Örneğin futbol; ırkçılık, cinsiyetçilik, islamofobi, homofobi ve transfobi gibi pek çok insan haklarına aykırı yaklaşımla mücadele ediyor.
Sporda LGBTİ+ bireyler
*Bournemouth ve Manchester City maçı.
Kadın sporcular hakkında her gün binlerce cinsiyetçi yorum yapılıyor. LGBTİ+ sporcular, diğer sporcular ve spor kamuoyu tarafından ciddi bir psikolojik şiddet görüyor.
Siyahi futbolcuların maruz kaldığı ırkçı olayların sayısı her geçen gün artar vaziyette ve Megan Rapinoe, Raheem Sterling, Rachel Mckinnon, Kalidou Koulibaly ve Amreen Kadwa gibi sporcular, sporcu kimliklerini ve sürekli göz önünde olmanın avantajını kullanarak, tüm bu ayrımcılıklara karşı harekete geçilmesi yönünde çağrılar yapıyor.
Sanat ve spor camiasından önemli isimlerin, günümüzde yükseliş trendinde olan ırkçılık, cinsiyetçilik, homofobi vb. yaklaşımlara karşı farkındalık yaratmaları, sorumluluk alarak bunlara dikkat çeken ve bu gibi yaklaşımların önlenmesine yönelik çağrılarda bulunmaları, toplumdaki konumları itibarıyla bir sivil toplum kuruluşuna oranla çok daha etkili olabilir.
Geçmiş, buna dair örneklerle dolu.
Yukarıda saydığımız isimler gibi buna karşı harekete geçmeye hazır onlarca sporcu var ve milyonlarca insana ulaşabilme potansiyeli itibarıyla dünyanın daha sağlıklı, eşit ve adaletli bir yer olmasına dair mesajlar verip çağrılar yapmak için olimpiyatlardan daha uygun bir platform sayısı bir elin parmaklarını geçmez.
Ancak Uluslararası Olimpiyat Komitesi, aldığı bu kararla bu sporcuların seslerini kesmek istiyor ve bu, olimpiyatların ruhunu baltalıyor.
Sebebiyse yöneticilerin, sporun tarafız bir aktivite olduğunu ve politik düşünceleri açıklamak için uygun bir platform olmadığını düşünmesi.
Bayrakları yarıştıran, ülkeleri birbirleriyle rekabet ettiren bir organizasyon politik değil midir? Bu kararı sporun tarafsız olduğu gerekçesiyle aldıklarını söyleyenler, tarafsızlığın da bir politika olduğundan haberdar değil midir? Politik olana kim karar verir?...
Sporun politik olmadığı argümanını, bunun gibi onlarca sorunun yanı sıra tek bir cevapla da çürütebiliriz: Doğru olup olmadığından bağımsız olarak, bir düşüncenin, görüşün, benimsenen ideolojinin açıklanması ifade özgürlüğü kapsamına girer ve ifade özgürlüğü de politiktir.
(ASK/PT)