Denktaş'ın görüşmeciliğinde bir çözüme ulaşılıp ulaşılamayacağı; Rum tarafının 1 Mayıs tarihine yaklaşımından duyulan şüphe; Türkiye'nin yoğun diplomatik taarruzu; Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) arabuluculuğu gibi konulardaki "medya bombardımanı" bizleri etkisi altına alıp "bu kez iş bitti" havası oluşturuyor.
Sorunun tarafları aslında kendi pozisyonlarını, siyasi perspektiflerine dayanarak korumak veya yeniden oluşturmak istiyorlar.
Türkiye'nin kaygısı, "müzakere tarihi"
Türkiye öncelikle, Aralık'ta Avrupa Birliği'nden (AB) üyelik müzakerelerine başlama tarihi alma kaygısıyla hareket ediyor. Bunu başarabilmesi için uluslararası siyasi aktörleri, Kıbrıs sorununu çözme konusunda istekli, kararlı (ve hatta son günlerde öncü) olduğuna ikna etmesi gerekiyor. Bu arada, çözümsüzlük halinde 1 Mayıs'tan sonra oluşacak anomalileri önleme telaşı da yaşanıyor.
Bu durumu "iyileştirmek" için yapılması gereken ise, "masada kalmak".
Tarafların yaklaşımları
Denktaş önceki günlerde karşı çıktığı bir plan ile ilgili konuşmaya henüz başlamadı. Şu anda, "görüşme yöntemi" konuşuluyor. Bu nedenle, Plan ile ilgili istekleri karşılanmadığında alacağı tavır, henüz belirsiz. Görüşmecilikten istifa etmekten masadan kalkmaya kadar; her türlü olumsuz adım ihtimali, Denktaş için her zaman bâki.
Öyle bir durumda sorunun nasıl çözümleneceği, Türkiye'nin nasıl bir tavır alacağı ise, henüz belirsiz. Çünkü Türkiye kamuoyu, Denktaşsız bir çözüme kesinlikle karşı; Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ise yerel seçimler öncesinde Türkiye halkını karşısına alacak güce ve niteliğe sahip değil.
Denktaş'ın böyle bir tavrı, Kıbrıslıtürklerin ciddi tepkisine yol açsa da, istifa yönünde atacağı bir adım süreci engelleyeceği; yani Kıbrıslırumları 1 Mayıs'ta doğrudan AB üyeliğine taşıyacağı için, görüşmeler başka bir çerçevede, başka bir bahara kalacaktır.
Papadopulos'un tavrını değerlendirirken, öncelikle Kıbrıs Halkının İlerici Partisi'ni (AKEL) ve ardından Rum Ulusal Konseyi'ni değerlendirmek gerekir. Çünkü, siyaseten yapıcı olmayan bir kişilik olarak nitelendirilse de, Papadopulos'un yalnız başına ele alınması çok da anlamlı olamaz.
AKEL, her ne kadar Plan'dan tatmin olmasa da, Kıbrıs'ta çözüm yönünde atılacak adımları engelleyecek bir yaklaşıma da sahip değil. Aksine, böyle bir süreçte "kendi doğası gereği" baskın olmaya çalışacak; mümkün olduğunda belirleyici olmaya kalkışacaktır. Süreci, bugünkü sistemin değişmesi adına engellemeyecektir.
Rum Ulusal Konseyi'nin de, AKEL'in etkisi ve özellikle Plan'ı destekleyen Demokratik Birlik Partisi (DİSİ) ile Birleşik Demokratlar Partisi'nin (EDİ) olumlu yaklaşımı ile yapıcı tavır alması ihtimali yüksektir.
Yunanistan'da genel seçimlerin yaklaşması yeni PASOK Başkanı Papandreu'nun etkisini bir ölçüde zayıflattı. Ama kendi inisiyatifi ile iç kamuoyunda etkili çıkışlar yapması ve Simitis döneminden beridir dış politikada ve özellikle Kıbrıs sorununda geniş siyasi bir vizyona sahip olması; yapıcı tavır alacağı yönünde rahatlatıcı unsurlardır.
"Çözüm için çözüm olamaz" ya da "çözümsüzlük çözümdür"
Türkiyeli AB yanlısı aydınlar arasında son günlerde, "çözüm için çözüm olamayacağı" gündeme gelmeye başladı. Müzakere tarihi için Türkiye'nin elindeki tek koz olarak Kıbrıs sorununu gören bu çevreler, iki konuyu öne çıkarıyorlar.
Bir, AB Komisyonu her ne kadar olumlu görüş belirtse de başta Fransa olmak üzere bazı Avrupa devletleri Türkiye'ye müzakere tarihi verilmesine açıkça karşılar. "Özel statü" adı altında Türkiye'nin AB'nin içinde değil yanında durmasını savunuyorlar.
İkincisi, yasal düzenlemeler tamamlanmışsa da, birinci eğilimi gözeterek Türkiye'nin önüne Kopenhag kriterlerine uymadığı konusunda ciddi engeller koyabilirler.
Bu da sonuçta, bir tür felaket senaryosu olur. Tam da bu nedenle, Türkiye'nin kaderi ile Kıbrıslıtürklerin "kaderi" kendilerince ortaktır.
"Tarih verirlerse çözüm sağlarız" diye düşünüyorlar. "Çözüm için çözüm olamaz" yaklaşımı, Kıbrıslıtürkleri her açıdan Türkiye'ye entegre etmeye çalışan ve AB karşıtı olmadıklarını belirten "Çözümsüzlük çözümdür" anlayışı ile neredeyse aynı mantığa dayanıyor.
AKP'nin de bu yaklaşımda olduğunu görmek için, özel bir çaba sarf etmek gerekmiyor. AKP'li gazetecilerin, "Bu iş 1 Mayıs'a kadar bitmez, Aralık'a bakmak gerek" yollu yaklaşımlarına kulak vermek bile yeter.
Geriye, Irak savaşında itibar kaybeden ve yaş tahtaya basmayacağını açıkça ortaya koyan Birleşmiş Milletler'in (BM) kararlı tutumu kalıyor. Kıbrıslıtürklerin güvenebileceği tek kuruluş, BM.
Denktaş'ı çok iyi tanıyor ve ona güvenemeyeceğimizi biliyoruz. Ancak, Kıbrıslıtürklere değer vermeyen, hamasi konuşmaların üstadı Tayyip Erdoğan başkanlığındaki AKP'ye güvenmenin de aynı ölçüde mümkün olmadığını belirtmek istiyorum. (BB)