"Ne iyi ki oğlum yok" dedi.
"Onların da birer anneleri var!" dedim.
Sesini çıkaramadı.
Sözün bittiği yer burasıydı!
Onların da birer annesi var. Daha da fazlası var:
Eşleri var, kardeşleri var, sevgilileri yavukluları var...
Hayalleri, düşleri, geleceğe dair planları var!..
"dı!"
Yani artık yok!
Çünkü onlar yok!
Ölüm yokluk demek çünkü.
Oradan öte köyün olmadığı gibi.
Oysa ölmek zor; ölmemek kolay! Öldürmemek çok daha kolay!
Ölümü istememek, ölümü yüceltmemek, ölümü olumlamamak çok kolay!
Aslında her şey çok kolay...
Gelin bir hayal kuralım. Ama gerçekleşecek bir "hayal" olsun! "Barış"ın hayalini!
Bu hayali kurarken başka bir yerden bakalım olan bitene, yaşanan, yaşadıklarımıza.
"Ben" denilen her yere savaşılan, öldürülmesi, yok edilmesi istenenleri koyalım.
Bir kez olsun. "Empati" yapmak için değil! Yalnızca bir hayal kurmak için!
Ne diyorlar? "Barış istiyoruz!"
Ne düşlüyorlar? "Var ve eşit olmak!"
Ne düşünüyorlar? "Düşündüklerini kendi dillerinde anlatmak!"
Ne istiyorlar? "Kendilerine dair kararları kendileri vermek!"
Başka?
Başkası yok!
Herkesin sahip olduğu her şeye ulaşma fırsat, koşul ve olanağı kendileri için de olsun!
Aç kalmasınlar, açık kalmasınlar, işleri, hastalandıklarında başvuracakları bir doktorları olsun.
Teslim olmanın anlamı
Bunlara karşılık ne deniyor?
"Teslim olun!"
Teslim olmak, "barışmak"la aynı şey değil.
"Teslim olarak, üstünlüğünü kabul ederek barışmak olur mu; buna barış denebilir mi?"
Üstelik üstünlüğün kimde olduğu çok da belirgin değilken.
"Benim silahım çok, benim ölecek askerim çok" denilebilir.
Ama silahla sağlanan üstünlük, üstünlük olur mu gerçekten!
Onların yerinde başkası, örneğin herhangi birimiz olsaydık, siz olsaydınız ne yapardınız?
Silah bir barış aracı değildir.
Bunun tersini söyleyenler yalan söylüyor!
Dünyanın hiçbir yerinde şimdiye kadar "silah"la barış olmadı. Hiçbir yerde de olmayacak!
Dünyanın hiçbir yerinde bir etnik grup, topluluk sonsuza kadar baskı altında tutulamaz.
Fizik, biyolojik, psikolojik kurallara aykırı bir durum bu!
Öldürerek tümden yok edilemez
Dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir zaman bir etnik grup ya da topluluk salt öldürülerek tümüyle yok edilememiştir, edilemez de!
Savaşarak yaşanmış son bireyine kadar yok edilmiş hiçbir topluluk yoktur; olamaz da!
Asıl üstünlük buradadır. Bunun yapılamayışındadır.
Öyle görünebilirler; "...mış gibi" yapabilirler.
Siz istediğiniz için bu oyununuza katılabilirler.
Ama yok olmazlar, yok edilemezler.
Beş bin yılı aşkın tarihlerinde toplam beş yüz yıl etmeyen bir gerçek barış dönemi yaşamış olmalarına karşın, tersinden söylersek bu beş bin yılın "onda dokuzunu" savaş altında, çatışma içinde yaşamış olmalarına karşın yok olmadılar; seksen yılda, kırk yılda, yirmi yılda, on yılda bunun yapılabileceğini sanmak da ham bir hayaldir.
"960" yıldır bu coğrafyada yaşayanlar bu süre içinde onlar kadar bile "barış" içinde yaşayamadı. Ya fethetmek için ya da korumak için bu toprağın insanları hep kan döktü, kanları döküldü! Yani savaş hep oldu.
Bu coğrafyanın tüm topraklarında "acının" izleri var.
Biraz susup bu coğrafyanın iç sesleri dinlenildiğinde bu acıların çığlıkları duyuluyor.
Tek tek tarihleri sıralamak gereksiz! Çok gerileri değil, örneğin son yüz yıla bir bakmak yeter! Balkanlardan Arap çöllerine kadar uzanan bu coğrafyada, kan, acı, ıstırap, gözyaşı hiç eksik olmadı. İşte "Yemen", işte "Derzor", işte Sakarya, işte "Dersim", işte "Botan, Amed!"
Bu toprakların insanları ölmekten yoruldu!..
İnsanlık yoruldu!
Zulüm sonsuza kadar sürmüyor
İşte Saddam, işte Mübarek, işte Kaddafi!.. Pek çok başka isim de sayılabilir.
Esad'ın birkaç günü kaldığını söylemek kehânet olmaz.
Peki sonra?
Barış savaştığını severek, savaştığınla dost olarak, savaştığınla el birliği ederek; karşı karşıya durarak değil, yan yana gelerek, el ele vererek yapılır!
İstenilenler çok fazla bir şey değildir.
Evrensel ilkeler, herkesin kendi varlığı üzerinde tek egemen olduğunu kabul etmiştir.
Kendi kendini yönetmek herkes için hem bir hak hem de görevdir.
Bunun nasıl olacağını belirleme yetkisi de herkesin kendisine aittir.
Dil de böyledir: İnsanlar bir topluluk halinde yaşıyorlarsa birbirleriyle anlaşmak zorundadır. Bunu birbirlerini en iyi anlayacak dilde yapmalarından doğal bir şey yoktur.
Başka bir ülkeye giden, iki kardeş orada birbirlerini anlamak istediklerinde oranın diliyle konuşmazlar. Analarından öğrendikleri dille konuşurlar. Bundan daha doğal bir şey yoktur.
Bir bedeni ortadan kaldırmaktan daha kötü bir şeydir onun ana dilini yasaklamak, ana dilinde anlaşmasını yasaklamak. Sabah uyandığında birisi artık kendi dilinde hiçbir şey yapamayacağını söylese, sudan çıkmış balığa döner. Canı yanıp da "ah" demeye kalktığında bunu annesinden öğrendiği dille yapamayanların acıları sağalmaz, tersine büyür, çoğalır.
Böyle bir istemin savaş gerekçesi olması kadar akıl dışı bir şey olamaz.
"Savaş istemek" eğer bir hastalık hali değilse, o zaman tek bir neden kalır geriye: savaştan ve savaşmaktan bir yarar sağlamak.
Savaşı isteyenlerdir asıl suçlular ve sorumlular; barışı isteyenler değil.
Anaların gözünün içine bakarak
Bir çocuğu dokuz ay karnında barındırıp, sonra acılarla dünyaya getiren bir kadından, bir anneden daha iyi kimse bilemez, o doğurduğu, can verdiği, bedeninden bir parça olan varlığın ölümünün, yok olmasının, soluk verememesinin, sana artık bakamamasının ne demek olduğunu.
Bir kez de öyle bir annenin var ettiği bir erkek olarak değil de, o annenin yerine kendini koyarak söylenmelidir aynı sözler: "Teslim ol, barış istiyorsan!"
Denilemez, söylenilemez.
Bunu yapmayanlar, bir dahaki çatışmada oğlu ölecek annenin gözlerinin içine bakarak haykırmalıdır, savaş isteklerini.
Savaş bir "afât"tır. Ama hiçbir zaman "doğal afet" değildir!
Doğada hiçbir afet yoktur ki, başka bir afeti yok ederek daha da büyüsün, genişlesin.
Bir deprem başka bir depremi yok etmek için gerçekleşmez.
Bir su baskını başka bir su baskınını yok etmek üzere oluşamaz.
Onun için savaş da doğal bir afet değildir.
Savaş insanların salt kendi çıkarları için, başkalarını egemenlikleri altına almak ya da o egemenlik altından kurtulmak için icat ettikleri bir yoldur.
Savaşın yerine geçmesi gereken "barış" ise bunların hepsini ortadan kaldıracak tek çaredir.
Yalnızca savaştan çıkarları olanlar bu çareyi yok saymak ya da yok etmek isterler.
Seçme hakkı var!
Gerçekten "savaş"ı yeğleyenler, bunu açıkça ifade etme cesaretinde de olmalıdır.
Çünkü bu savaşta ölme ihtimali olanların bunu bilmeleri haklarıdır.
Savaşacak insanlar kendi istem ve iradeleriyle savaşmalıdır.
Çünkü yaşamla ölüm arasında bir seçim yapmak da bir insanın kendi kararıyla olmalıdır.
Bu seçimi ölecek olanlara bırakmak gerekir.
İnsanlar ölüme gittiklerini bilirlerse bundan vazgeçebilir.
Çünkü hiç kimse bile isteye "ölmeyi seçmez".
Barışı istemek zor değildir; gerçekleştirmek de!
Ama ilkini yapmadan ikincisi asla olmaz, olamaz.
Gerçekten "savaş istiyorum" diyen ve savaşmaya yeltenen genellikle ilk önce vurulur.
O yüzden kimse gerçekten "savaş" istemez.
Yalnızca başkalarının kendileri adına savaşmasını isteyenler barış istemez.
Bu da değişmez bir kural ve gerçekliktir.
Ölümsüz savaş olmaz!
Herkes için olduğu gibi "savaş isteyenler" için de son ana kadar bir "seçme" hakkı ve şansı vardır. Bu seçimi yapmaktan ve ifade etmekten kimse sonuna kadar kaçamaz, kaçınamaz!
Savaş isteyenler şunu bilmelidirler, hiçbir savaş ölümsüz olmaz!
Ölümü istemeyenler "savaş" yerine barışı seçmelidir.
Yaşamak isteyenler "barış"ı seçmelidir!
Barışı "var" etmenin de başka bir yolu yoktur zaten.
İşte o yüzden bir kez daha tüm gücümle sesleniyorum:
Barış, barış, barış! Hemen, şimdi, daima, herkes için ve hep birlikte! (MS/YY)