Quentin Tarantino politik doğrucuların saçlarını havaya dikecek son filmi Soysuzlar Çetesi'nde, Holokost filmleriyle açık açık dalgasını geçen intikam fantezisi temalı bir mock-epik sergiliyor. Tarantino'da görmeye alıştığımız zeki diyaloglar, filmin muhteşem açılış sahnesi, Albay Hans Landa rolündeki Christopher Waltz'ın muhteşem performansı ve filmin şimdiye kadar gördüğümüz hiçbir şeye benzemezliği Amerikalı eleştirmenleri iki kutba ayırdı. Genellikle New York merkezli, asık suratlı entelektüel çevrelerden 'filmi yerden yere vurmak istemekle vuramamak arasında kalınmışlığın açıkça belli olduğu' eleştiriler gelirken, politik doğruculuğun diz kapağı tendonuna dönüşmediği çevrelerde, filmin neşeli ve alaycı yaklaşımının altında yatan sert eleştirinin takdirine varan okumalar görmek mümkün.
Ülkemizin 'adı çeviriye kurban giden filmler' listesindeki -ki genelde çevirmenden ziyade dağıtımcı firmanın inisiyatifinde film adları Türkçeleştirilir ve bizim gayet uzun olan listemizle uluslararası rekabetteki ezici üstünlüğümüz tartışmasızdır- haklı yerini gururla koruyan Soysuzlar Çetesi, orijinal adında geçen ve kasıtlı olarak yazım hatası içeren 'Inglourious' kelimesiyle ('şanlı, şöhretli' anlamına gelen glorious kelimesinin zıt anlamında, 'utanç verici; onur, şan, şöhret getirmeyen') epik anlatıyı zıtlayan bir hikâyenin ilk işaretini veriyor. Enzo G. Castellari'nin, resmi adı Quel maledetto treno blindato olan, ancak Bastardi Senza Gloria adıyla da bilinen filminin Amerika'ya transfer edilirken aldığı pek çok alakasız isimden -demek ki iki film bu açıdan da ortak bir kader paylaşıyorlar- biri de bu ikinci ismin İngilizce çevirisi olan The Inglorious Bastards'tır. 1978 yapımı bu filmden esinlenilerek adlandırılan Soysuzlar Çetesi, öyküsü itibarıyla İtalyan adaşıyla alakasız. Tarantino'nun en sevdiği filmlerden biri olması sebebiyle ona ilham kaynağı teşkil eden film, adından gelen mock-epik tınıdan dolayı bu filme isim babalığı yapmışa benziyor.
İntikam fantezisi
Filmin adındaki kasıtlı yazım hataları, filmin çok-dilli anlatısına bir gönderme olsa gerek. Ayrıca, 'inglorious' kelimesinde ikinci hecede fazladan türeyen 'u', u sesi için 'o, u' seslerini bir arada kullanan Fransızca'yı -ki glorious sıfatının Fransızca karşılığı (eril kelimeler için) 'glorieux'dür- anıştırarak, 'basterd' kelimesi de alt orta tabaka İngilizce-konuşanlara (ayrıca İrlandalılara) has bir yanlış kullanım olarak, filmde özellikle de Brad Pitt'in canlandırdığı Teğmen Aldo Raine karakteri özelinde işlenen 'Amerikalıların İngilizce'den başka bir dil konuşamıyor olmaları'na yönelik eleştirinin, 'zaman zaman İngilizce bile konuşamadıkları' imasını da bünyesinde barındıran bir metaforu gibi okunabilir.
Bu çok-dilli savaş ortamına dahil olan ve Diane Kruger'ın canlandırdığı Alman işbirlikçi aktrist Bridget von Hammersmark haricinde, içlerinde kendi dilinden başka ikinci bir dil konuşabilenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmeyen Yahudi, Amerikalı, Fransız ve Alman karakterlerin arasında, İngilizce, Almanca, Fransızca ve hatta İtalyanca'yı muhteşem bir akıcılıkla konuşan entelektüel SS subayı Albay Landa genele zıtlık oluşturmasıyla dikkat çekici bir hale getiriliyor.
Filmde, Albay Landa ile Nazilerin önemli bir yönünün altı çiziliyor; ki bu da sorumlusu oldukları dehşet ve vahşete rağmen bu adamların medeniyetten nasibini almamış, cahil, kültürsüz hayvanlar olmadığı. Bu da zaten arkalarından gelen dönemin düşünce ve edebiyat tarihinde Nazi sorunsalının en büyük açmazlarından birini oluşturan ve modern tarihin "medeni insan" paradigmasını tehdit eden en dehşet verici hakikat. Tabii ki Albay Landa filmin hâkim tonunu bozacak şekilde ciddiye alınan bir karakter değil, yer yer filmin en komik unsurlarının altında kendisini gördüğümüz, Nazi yönetimi için yaptığı "muhteşem" hizmetlere karşın onlara en büyük ve nihai ihaneti de eden karakter. Ancak Albay Landa, Goebbels ve Hitler gibi, bir Nazi parodisi oluşturmak için hayli karikatürize edilmiş karakterlere olan zıtlığıyla ve filmin o vurucu açılış sahnesinde Fransız köylüsü LaPadite ile aralarında geçen diyalogda filmin politik doğrucuların tepesinin tasını attıran ama acı gerçek kabilinden tek ciddi mesajı olan 'temelsiz ideolojik nefret' analiziyle, filmin çuvaldızını çok yönlü batıran kimliğini oluşturuyor.
Albay Landa aracılığıyla taşınan mesajın rahatsız ediciliğinin Nazi yanlılığı olarak yorumlanmasını engellemek istediği için mi, Holokost sinemasıyla dalgasını geçmek için mi ya da Yahudilere bir 'ödeşme ilüzyonu' vererek soykırımın anısı tüketilemeyen acısını dindirmek için mi, yoksa bunların hepsi için mi bilinmez ama tarihi gerçeklerden sapmak ve gerçeğin trajedisini hafife alan alaycı bir alternatif tarih yazmaya niyetleniyor olmak pahasına Tarantino 'Sinema Operasyonu' adını verdiği görev bünyesinde filmin finaline damgasını vuran alaycı ve vahşetli bir 'intikam fantezisi' yaratıyor. Zaten, beş bölümden oluşan ve bölümleri savaş romanlarının anlatısına benzeyen geçişlerle kurgulanan filmin ilk bölümünde, izleyici gerçek olmayan bir şey izleyecekleri konusunda uyarılıyor. İlk bölümün girişinde 'Bölüm 1' yazısının altında 'Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, bir gün Naziler Fransa'yı işgal etmişler' (diye çevrilseydi pek güzel olurdu) ibaresi yer alıyor. Masal anlatısı girişiyle metin iki sezdirimde bulunuyor: Birincisi, izleyeceğimiz şeyin masallar kadar fantastik olduğu, ikincisi de bu işgal öyküsünün ancak bir masal kadar ciddi ele alındığı.
Tabii peri masallarının edebiyat eserleri içinde politik doğruculuğu örnekleme unsurları olmadığı ve ideolojik önyargı ve değerlerin en çıplak biçimde bu eserlerde yer aldığı (bkz: Andersen ve Grimm Kardeşler masalları) gibi bilgilerin de ışığında filmi değerlendirirsek, Tarantino'yu biçimine ve içeriğine uygun bir janr seçmiş olduğu için ancak takdir edebiliriz. Filmin, savaş ve savaş dışı hayatı bir arada anlatan, epik bir öykü yerine savaşın dehşetini vurgulamayı amaçlayan (çoğu 20. yüzyılın iki büyük savaşının ardından yazılan) edebi savaş romanlarının uyguladığı 'bir olayın parçaları' şeklinde, devamlılık prensibine göre metni bölümlendirme tekniği yerine kullandığı; farklı olayların anlatıldığı, farklı karakterlerin merkezde olduğu ve günümüzde dizilerde de kullanılan epizodik bölümlerle metin kurgulama tekniğini "kurguda eksiklik" olarak yorumlayan eleştirmenler için de, ancak bu türlü savaş romanlarını yeterince okumadıkları için kendilerini düşürdükleri komik durumdan dolayı üzülebiliriz.
Geçmişin karları nerede şimdi?
Sinema Operasyonu, filmdeki adıyla Operation Kino (Kino kelimesi Almanca'da sinema anlamına geliyor), filmin sinema kavramı üzerinden yönelttiği çok yönlü eleştirisini tek bir çatı altında toplayan, şiirde bağlayıcı metafor denilen türden bir metafor. Soysuzlar Çetesi'ni Hollywood'un Yahudi Soykırımı üstünden nemalanma geleneğinin (başka bir tabirle Holokost sinemasının) bir eleştirisi olarak görmek çok mümkün. Tarantino, filmde bize, Hitler dahil üst düzey Nazi yetkililerinin tamamının bir arada, pek de zor olmayan bir biçimde ve toplama kampları misali yakılarak öldürüldüğü bir "mutlu son" vererek, o geçmişin acısıyla hesaplaşmak için çekilmiş olan pek çok dram filmine bir cevap gönderiyor, amaç intikamsa, bu, o geçmişin intikamını almanın en güzel yoludur herhalde.
Bu intikamın bir sinema salonunda alınması da sembolizme bir kat daha anlam katıyor. Çünkü yakın kültür tarihinde gördüğümüz üzere Yahudi Soykırımı'nın acısıyla hesaplaşmanın en "başarılı" yolu filmini yapmak. Tabii bu filmdeki intikamın, film yapmaktan ziyade film yakarak alınmasının da bu anlamda gönderdiği kinayeli bir mesaj var gibi. Bu iş film yaparak değil, ancak nitrat bazlı film bobinlerinden bomba yaparak olur, dercesine...
Sinema en büyük propaganda aracıdır. Holokost filmleri de bir karşı propaganda aracıdır. 3. Reich döneminin propaganda bakanı Goebbels'in sinema ve kültür ürünlerinin yetkisini elinde bulundurmak istemesi ve bu yetkinin ona verilmesi boşuna değil. Goebbels'in sinema sanatını ideolojinin aracı haline getirme çabasına (bu çaba, 1933-45 yılları arasında sinema sektörünün ulusallaştırılmasına yönelik kapsamlı çalışmalar, Hollywood filmlerinin yasaklanması, çekilen filmlerin içeriğine müdahale edilmesi, en iyi örneği The Eternal Jew (Ebedi Yahudi) olan anti-semitist içeriğin ve Nazi propagandasının bu filmlerin temel yapıtaşı olması gibi detaylar içerir) filmde, yine aynı alaycılıkla yer veriliyor. Goebbels filmde 'Ulusun Gururu' (Stolz der Nation) adlı epik filmin prodüktörü olarak karşımıza çıkıyor.
Daniel Brihl'ün canlandırdığı Er Zoller'in gerçek kahramanlık öyküsünü anlatan, başrolünü yine Zoller'in kendisinin oynadığı ve onu Fransız sokaklarındaki Alman askerlerinin kendisinden imza istediği (Tarantino'nun çift taraflı2 kinayeciliğine bir diğer örnek de budur) bir şöhret haline getiren filmin epik olmaktan ziyade (vurulan askerin kuleden süs havuzuna düşmesi gibi) fars öğeleri içeren, neredeyse birbirinin aynısı sahnelerin arka arkaya montajlandığı ve senaryosunda durmadan birilerinin vurulmasından başka hiçbir şey olmayan abuk subuk bir film olması, uygulamaları aksi yönde de olsa gerçek bir sinefil olan Joseph Goebbels'i sorumlusu olduğu propaganda filmlerinden ötürü cezalandırmanın en güzel yolu herhalde.
Tarantino, Goebbels'in propaganda sinemasıyla dalgasını böyle geçiyor. Goebbels'in filminin, biçimindeki fars öğelere rağmen, içerik itibarıyla epik bir çaba içermesinden ötürü büyük bir huşu içinde beyaz perdeyi gözleyen tüm sinema salonunun aksine, fars öğeleri yakalayıp her seferinde kocaman ve pis bir kahkaha patlatan ve Goebbels'i "en iyi filmin olmuş" diyerek onurlandıran Führer'in ise filmi doğru alımlayan tek izleyici olarak karşımıza çıkması da bir diğer hicivsel detay. Ayrıca, fars ve epiğin filmin kendisinde olduğu kadar, 'film içindeki film' özelinde de bir arada kullanılması, mock-epik üslubun altını çizme işlevi görüyor.
Film, Goebbels'in ideolojik filmlerini hicvederek eleştirirken, onunkine karşıt bir ideolojiyle yapılan filmlerin de en az onunkiler kadar propaganda filmi olduğunu ima ediyor. Bunu da Nazi nefretinin açıkça dile getirildiği ve Nazilerin son derece rahatsız edici görüntülerle katledildiği bir film olarak ve "mutlu son"unda kitlesel bir Nazi katliamı sergileyerek ima ediyor. Film, 'Nazilerin Yahudilerden nefret ettiği gibi Nazilerden nefret etmenin Nazilikten ne farkı olduğu' açmazını ayrıca Aldo Raine üstünden de sorguluyor. Apaçi Aldo olarak da bilinen ve Kızılderili soyundan gelen Aldo Raine, ilginç bir şekilde, Nazilerin sopayla dövülerek öldürülmesinin çetesi için sinemaya gitmek gibi bir eğlence olduğunu söylüyor. Vahşice Nazi avlamak ve film izlemek arasında kurulan bu söylemsel eşitlik, Nazilerin kafa derilerini yüzen, tövbekâr Nazileri de yaptıklarının anısını ömür boyu taşımaları için alınlarına bıçakla kazıdığı bir gamalı haçla cezalandıran Apaçi Aldo'nun güdümünde gerçekleştirilen vahşet anlarının 'filmleştirilmesi' aracılığıyla daha da rahatsız edici bir hale getiriliyor. Ayrıca, zamanında Amerikalılar tarafından soykırıma uğrayan Kızılderili soyundan gelen Aldo'nun, kendisine uygulanan vahşeti, kendisine o vahşeti uygulayanlara hizmet sayılacak bir biçimde ve en ilkel eziyet yöntemleriyle Fransa'daki Nazilere uygulamasının, soykırım mağduru Yahudilerin torunlarının bugün Ortadoğu'da Filistinlilere yaptıklarını anıştırması da tesadüf olmasa gerek.
Sinema sektörüne yaylım ateşi
Filmin 'politik doğruculuğu katleden' ve eleştirmenlerden en sert tepkileri alma sebebi olan detayı ise, Albay Landa'nın (yukarıda filmin "acı gerçek kabilinden tek ciddi mesajı olan 'temelsiz ideolojik nefret' analizi" diye nitelendirilen) açılış sahnesindeki monoloğu. Albay bu monologunda Yahudilerin sıçan olduğunu söylüyor. Bu basit bir hakaret sözcüğü olarak kalsa, filmin, politik doğruculuk ihlaline dair herhangi bir eleştiri almayacağı açık. Ancak Albay bu kadarla kalmıyor. Nazilerin Yahudilere duyduğu ve nedensizliği sorgulanan nefreti hepimizin sıçan nefreti üzerinden somutluyor. Veba mikrobunun yok edildiği bir dünyada, sıçandan geçebilecek herhangi bir hastalığı onun gibi bir kemirgen olan sincabın daha bile kolay bulaştırabileceği gerçeğine rağmen neden hepimiz sıçanlardan nefret ediyoruz? Ve evet, hepimiz sıçanlardan nefret ediyoruz ve bu nefret Nazilerin Yahudi nefretinden daha anlamlı, daha sağlam dayanaklı ve daha az ideolojik bir nefret değil. Bu da filmin gerçek mesajı. Yani, film tüm hicivsel, alaycı, ciddiye almaz, fantastik, gerçek dışı ve absürd akışına rağmen, bu üsluba sahip bir filmde verilebilecek en ciddi ve en temel mesajı en baştan veriyor: Biz de Nazilerden ya da gerekçelendiremedikleri kötülükleri için Şeytani Kötü ilan ettiklerimizden çok farklı olmayabiliriz. Dahası bu fikir, 'dilde ve anlatıda politik doğruculuk' fikrinin, 'zenci değil Afro-Amerikalı' tarzı terminolojik bir duruma indirgenmeden önce üstünde yükseldiği ve peri masallarında iyi ve kötünün kurgulanışı incelenerek ileri sürülen yapısalcı çalışmaların sonucunda gündeme gelmiş bir fikir.
Albay Landa ile LaPadite merkezinde ilerleyen bu vurucu sahnenin bir diğer özelliği de Tarantino'nun kamera açıları ve görsel detaycılık açısından bu sahneye verdiği önem ve çekerken gösterdiği ustalık. Sahnedeki mesajın vurgusunu artırmak amaçlı olsa da, bu sahnenin iddialı kamera açılarıyla böylesi süslenip öne çıkarılması, büyük resmi kaçırıp sıçan metaforunun nasıl politik olarak yanlış olduğuna kızmayı tercih eden öfkeli eleştirmenlerin sahneye duyduğu tepkiyi katlamaya yarıyor maalesef.
Tabii ki Tarantino'nun sinema eleştirisinden, eleştirmenler de nasibini alıyor. Michael Fassbender'in canlandırdığı Archie Hicox (isim kimi hatırlatıyor acaba) Alman sineması üstüne uzmanlaşmış, hatta birkaç kitap yazmış bir sinema eleştirmeni olarak Sinema Operasyonu'na dahil oluyor. Ancak Alman filmleri üstüne uzmanlaşmış biri olarak, Almanlara has el, kol jestlerine aşina olmasını beklediğimiz film eleştirmeni, üç sayısını elleriyle işaret ederken trajik bir hata yaparak, dikkatsizliği, özensizliği ve belki de yetersizliğiyle bir arada olduğu ekibi mutlak ölüme, operasyonun selametini de büyük bir tehlikeye atıyor.
Soysuzlar Çetesi, Amerikan basınından bazı özensiz eleştirmenlerin görmek istediği gibi bir serseri mayın ya da maganda kurşunu değil, sinema sektörüne açılmış bir yaylım ateşi. "Film yapımından başka hiçbir şeye özen göstermeyen ve filminde bir detay olarak yer verdiği tarihi dramı kendi filmini aldığı kadar ciddiye almayan Tarantino" şeklinde yorumlar yapan Amerikan eleştirmenleri de, kendisine saplanan kurşunu sahte alçıyla ve dağ tırmanışı sırasında kırdığı bacak yalanıyla kamufle etmeye çalışan Bridget von Hammersmark'tan daha komik durumdalar. Soysuzlar Çetesi'nin, bir İkinci Dünya Savaşı filmi olmaktan ziyade, İkinci Dünya Savaşı üstünden somutlanan bir sinema eleştirisi olduğu göz ardı edilmemeli.(TP/BÇ)
notlar:
1 Mock-epik, İngilizcede dalga geçmek, bir şeyi taklit ederek onu alaya almak, kandırmak gibi anlamlara gelen 'mock' kelimesi ile epik gelimesinin birleştirilmesiyle türetilmiştir.
2 Kinaye çift taraflıdır, çünkü hem kamuoyunun yıldız düşkünlüğüyle, hem de Goebbels'in Alman sinemasına has bir yıldız sistemi yaratma çabasıyla dalgasını geçmektedir.