Tökezleme taşları soykırımla yüzleştirmeye yeter mi?
Stolperstein ya da tökezleme taşı yaklaşık 10 cm. uzunlukta kenarları olan bir taş küpü. Bir yüzünde pirinç bir levha yapışık. Levhanın üstündeki yazı “ BURADA YAŞADI” diye başlıyor. Ardından bir isim, ismin sahibinin ne zaman doğduğu, nerede öldüğü, öldürüldüğü.
İlk cümledeki soruyu kendi coğrafyamızla ilgili olarak birkaç yıldır aklımda taşıyorum.
Tökezleme taşını birkaç yıl önce Amsterdam’da bir küçük sokakta yürürken gördüm ilk kez: yerde, kaldırımdan hafifçe kabarık bir küçük sarı plaka… Eğilip okudum üstündeki ismi, ismin sahibinin nerede öldüğünü.
Kızım anlattı ne olduğunu “Tökezleme taşı/Stolperstein ”nın. Dünyanın en büyük “anma/anıt projesi” olarak da adlandırılan “Stolperstein”ı Alman sanatçı Günter Demnig Yahudi soykırımı için düşünmüş/tasarlamış. Bir büyük soykırımın ardından öldürülenler için yaşadıkları yerlerin önündeki kaldırımlara yerleştiriliyor “tökezleme taşları”. (1) (2)
G. Demnig 1994’de Köln’de başlamış tökezleme taşlarını kaldırımlara yerleştirmeye. (1) Yirmi yıl sonra, 2015 Şubat ayında 18 Avrupa ülkesinde bin yüz şehirde soykırım kurbanları için kaldırımlara yerleştirilen tökezleme taşı sayısı 50 binden fazla.(3)
Peki biz ne halt edeceğiz?
Biz, yani bundan yüz yıl önce yaşanan bir büyük kıyımın; sürülmüş, öldürülmüş bir kadim halkın, Ermenilerin acısını yüreğinde hisseden, resmi tarihin yalanlarına kanmayanlar, Türkler, Kürtler, Araplar ya da başka halkları memleketimizin. Karanlık, kanlı, acılı; yok sayılan/geçiştirilen/kısık sesle konuşulan bir zaman dilimi belleğinden silinmişlerin dışında kalanlar yani.
Üstelik acı, cinayet, katliam hep varken ve sürerken bu coğrafyada. Hangisine yanmalı katledilenlerin, “devlet dersinde öldürülenlerin”...
Gezi direnişinde öldürülen gençlerimizin acısı yanı başımızda… Roboski, Cizre, Lice, Dargeçit… biraz daha… Mardin, Diyarbakır… azıcık daha geriye, biraz daha geriye, doksanların karanlığında JİTEM’in katlettikleri, kaybettikleri. Cumartesi Anneleri’nin aradıkları çocukları, eşleri, kaybedilenler. ya da Siirt Newala Qasaba (Kasaplar Deresi)… biraz daha geriye Sivas, Çorum, Maraş… biraz daha… Dersim… biraz daha 1915 Medz Yeğern kurbanları. Yazık ki ülkenin tarihinde kıyımlar, katliamların kanlı karanlık listesi çok uzun. Ne yazsak eksik kalacak. Ama bu kanlı yakın tarih yüz yıl geriden bir kocaman acının “Ağrının gölgesinde/derinliğinde” değil mi zaten.
Geçen ay Agos’un Hrant için manşetini anımsayın “Sekiz değil yüz yıl oldu”…
2007 19 Ocak’ının ardından geçen sekiz yıl adalet talebimiz, beklentimiz karşılığını bulmadı, tetikçinin gerisine doğru gidilen yol bir arpa boyu, ötesi karartılıyor hala.
Ya “yüz yıllık karanlık”, onu nasıl görünür kılmalı?
Rakamlar işe yarar mı?
Bu gün yüz bin kişinin altında olduğu söyleniyor Türkiye’de yaşayan Ermeni nüfusunun. Muhtemelen daha fazla olan kesin rakamın ne olduğunu gizli soy kodları ile nüfus kayıtlarını tutan devlet biliyordur. (4)
Yüz yıl ve daha öncesine bakanlar Ermeni nüfusu ile ilgili birbirinden farklı rakamlara ulaşacaktır.
Resmi Osmanlı istatistiklerinde 1881-1893 aralığı için Ermeni Gregoryen nüfus 988.887 olarak verilmektedir. Aynı dönem için bir arada ifade edilen Katolik Rum ve Ermeni nüfus 150.166’dır. Aynı kaynakta 1914 sayımında Osmanlı İmparatorluğu’nda Gregoryen ve Katolik Ermeni nüfusu toplamı 1 milyon 230 bindir. (5)
Ermeni Patrikhanesinin rakamlarıyla 1882 yılında Van, Bitlis, Diyarbakır, Erzurum, Mamuretülaziz ve Sivas vilayetleri Ermeni nüfusu 1 milyon 630 bin, Osmanlı İmparatorluğunda Asya ve Avrupa’daki toplam Ermeni nüfus 2 milyon 660 bin kişidir.(6) Aynı altı vilayet için bir Alman kaynağında 1896 yılında Ermeni nüfusu 651 bin 134 kişi olarak tahmin edilmektedir.(7)
Talat Paşa’nın özel arşivinden olduğu ifade edilen bir başka kaynakta notlar aktarılmaktadır.(8) Bu kaynağa göre Talat Paşa’nın defterinde, toplam on bir vilayet ve yedi sancakta “sevkolunan Ermeni mikdarı”, naklonunan nüfus 924 bin 158 kişi olarak belirtmektedir.
Cumhuriyet’in ilk sayımı 1927’de yapıldı. Bu sayımdaki anadilinin ne olduğu sorusuna “Ermenice” yanıtı veren kişi sayısı 64 bin 745’tir.(9)
Bu yazı “Osmanlı İmparatorluğunda Ermeni nüfusunun gerçekte ne olduğu” tartışması için yazılmamıştır. Sıralanan örnekler farklı kaynaklarda birbirinden uzak olabilen rakamları anımsatmak içindir. Ama 1927 nüfus sayımı sonuçları felaketin ardından başka tarif gerektirmeyen bir durumu ifade etmektedir.
Soykırım tartışmalarında “tehcirde ölen Ermeni sayısı” ile ilgili tartışmalar Ermeni nüfusunun ne olduğunu gündeme getirmekte ve çoğu zaman rakamlar üzerinden yapılan tartışma gerçekte yaşanan kıyımın, felaketin üstünü örtebilmektedir. Yaşananın bir topyekun imha çabası olduğunu bilerek aslında “Ne fark eder ki?” demek gerekiyor belki. Sayının “az ya da çok” olmasının önemi var mı? Az nedir? Çok nerede başlar? “Az” ölüm olsa da yapılanın bir halkı/soyu kırmaya, silmeye, yok etmeye denk düştüğünü daha ne kadar söylemek gerekecek? Gerçek olanı tabii ki aramak gerekir ancak rakamlara boğulmadan anımsamalıyız ki az ya da çok, ölümle, kıyımla, sürgünle anılan her “bir rakam” bir yaşam, bir akıl, bir can, “bir insan!”…
Ne çok tökezleme taşı gerekiyor
Ne çok tökezleme taşına ihtiyacımız var. Çağrımdır, bu ülkedeki ilk tökezleme taşını Hrant için yerleştirelim bir kaldırıma. Biliyorum, Agos’un önündeki kaldırıma Hrant’ın anısı için benzeri, daha büyük bir plaket yerleştirildi. Biz bu kez “Hrant Dink burada yaşadı” yazan bir tökezleme taşı yerleştirelim bir başka kaldırıma. Yüz yıl önce soykırıma uğrayan “memleketlilerimizden” devam edelim sonra… Öldürülen, katledilenler için “BURADA YAŞADI” yazalım yaşadıkları şehirlerdeki evlerinin önündeki kaldırımlara; İstanbul’a, Kastamonu’ya, Çanakkale’ye, Kayseri’ye, Adana’ya, Maraş’a, Çorum’a, Mardin’e, Diyarbakır’a, vs, döşeyelim tökezleme taşlarını. Yok edilmiş, katledilmiş insanlarımızın bütün şehirlerinde yaşadıkları yerlerin önündeki kaldırımlara, kapı eşiklerine döşenen tökezleme taşları orada yaşayanları anımsatsın, izleri silinmesin, iç sızımızı azaltmak için bir yol olsun.
Önce tökezleme taşlarıyla başlayalım acımızı sağaltmaya, sonra anılarını yaşatmak için daha fazlasını yapmaya çalışalım. Unutulmasınlar, unutmayalım.
Tökezleme taşları belki takılanların görmesini sağlar. “Tökezlemek “ belki resmi tarihin gözünü boyadığı, vicdanını görmez kıldığı insanların bu toprakların kadim halkı Ermenilerin yüz yıl önce yaşanan soykırımını gün yüzüne çıkarmaya yardım eder.
Bu umudu taşısam da ne yazık ki Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan milyonlarca insanın Türklerin, Kürtlerin, Arapların ve diğer halkların soykırıma körleştirilmiş gözlerini açmaya yetmez “tökezleme taşları”, biliyorum. Hrant’ın söyleyişiyle bir “kolektif amnezi” öyle kolay geri gelmez çünkü.
Üstelik yok edilmekle kalmayıp geride kalan izleri de silinen bir halk Ermeniler. Şehirlerdeki, kasabalardaki, köylerdeki evleri, malları Emval-i Metruke (terk edilmiş mallar) talimatnameleri, komisyonları ile paylaştırılmış, yağmalanmış yok edilmişken. Kaç yüz yıllık yurtlarından sürülen, izleri yok edilen bir halkın geride kalan toprağın altındaki ölülerine tahammül edilmemiş bir tarihi konuşuyoruz.
Mezarlar sadece ölüme dair değildir, yaşamışlığın ifadesidir bir yanıyla. Mezarda yatanlar yaşamışlar, ölmüşlerdir. Mezarlıkları nerede Ermenilerin peki?
Şimdi var olan İstanbul ya da başka yerleşim yerlerindeki kimi küçük örneklerden söz etmiyorum; geçen yüzyılda binlerce Ermeni’nin yaşadığı şehirlerden, yerleşim yerlerinden Erzurum, Sivas, Van, Elazığ, Diyarbakır, Bitlis’ten ya da Adana, Haçın, Zeytun’dan ve benzeri yerleşim yerlerinden söz ediyorum.
Çocukluğumun geçtiği ilçede okuduğum ilkokulun yanı başındaki “muallim bağı” olarak anılan, öğrencilerin öğretmenleri ile ağaç dikip yeşillendirdikleri, şehrin kıyısındaki büyük çamlığın altında mezarlık olduğunu çok sonraları tesadüfen öğrenmiştim. Mezarlıkların yok edilmesi/görünmez kılınması için taşlarını kırmak/yıkmak yetmiyor üstünü de örtmeli… Pangaltı veya Bitlis’te olduğu gibi otel, park, okul, stadyum yapmalı ya da…
Büyük ya da küçük yerleşim yerlerindeki mezarların imhası, yok edilmesi, görünmez hale getirilmesinin sadece düşmanlıkla açıklanabilecek, insanlık dışı bir tutum olarak değil “yaşamış/yaşanmış olanın, var olanın” yani geçmişin izinin görünmez/bilinmez kılınması, inkarı demek olduğunu da unutmamalıyız. Hiç kimse “ama” diye başlayan cümlelerle koşullardan, savaştan, başkaldırıdan/isyandan söz etmesin mezarlıkların dahi yok edilmesi için!
Tehcir yollarında, kuytularda, koyaklarda, akarsu yataklarında, uçurumlarda öldürülenlerin izleri nasıl bulunur, acısı nasıl diner bilmiyorum.
“Burada Yaşadılar”
Ermeni halkından söz ederken “Ama onlar da” demeden konuşabilecek, “BURADA YAŞADILAR” diyen daha çok sese ihtiyacımız var… Ermeniler burada yaşadılar! Yüz binlerce insanı bu toprakların, savaş, isyan gerekçesi/bahanesiyle yurtlarından sürülmeden, kıyılmadan, izleri yok edilmeden önce burada yaşadı.
Bu büyük felaketi, soykırımı yaşamış, kıyılmış Ermeni halkının acısını hissetmek veya acının paylaşılmasını beklemek için de görünürde -ne yazık ki- umut verici bir iklim yok. 24 Nisan 2015’e yaklaşırken egemen ideoloji dezenformasyon/karşı propaganda ve tarihi saptırma çabalarını hızlandırmaya başladı epeydir.
Mezarlıklar dahil Ermenilerle ilgili tüm izlerin neredeyse silindiği, inkarın en üst perdeden tekrarından vazgeçilmediği, daha önemlisi toplumsal bellekte yaşanan büyük felakete körleştirilmiş, milliyetçilikle zehirlenmiş milyonlarca insanın olduğu bir ülkede/zamanda, kaldırımlara orada yaşamış olan Ermenilerin adlarının, biliniyorsa nerede öldürüldüklerinin yazılması belki bir umutsuz çaba gibi görünüyor.
Karin Karakaşlı’nın deyişiyle “sesi elinden alınan bir halk” Ermeniler. Onların sesini duymaya çalışmak bu kadar zor olmamalı. Ama tabii ki sesi duyabilmek için önce “sağırlaştırılmış” bir hali aşarak dinlemek, insan olmanın gereğine yüzünü dönmek gerek. Yüzleşmeye giden bir yol buradan başlayabilir.
Baştaki soruyu tekrar edelim: Tökezleme taşları soykırımla yüzleştirmeye yeter mi?
Yetmez, biliyorum, daha çok çaba gerekiyor. Daha çok emek, daha çok zaman, daha çok… daha çok… Ama imkansız gibi görüneni istemek, yapmaya çalışmaktan başka yolumuz var mı? Belki o zaman daha çok insan anne babalarının nenelerinin, dedelerinin komşuları Ermenilerin nasıl birdenbire ortadan kaybolduğunu, yok olduğunu/yok edildiğini merak eder; anlatılan gerçekdışı resmi tarihi sorgulamaya yeltenir. Tökezleme taşları büyük insan gruplarının değilse de birilerinin akıllarının/yüreklerinin “tökezleyip” sorular sormasını, yüzleşmesini sağlar belki kimbilir.
Çünkü yüzleşmekle başlar acının sağaltımı. Sonrası bir uzun yol. (HB/YY)
Kaynaklar:
1) http://www.gunterdemnig.de/
2) http://www.stolpersteine.eu/en/home/
3) https://twitter.com/_Stolpersteine_
4) Balancar F., Nüfus Kayıtlarında Soy Kodu Damgası, Agos 01,08,2013 http://www.agos.com.tr/tr/yazi/5384/90-yildir-soy-kodu-ile-fislemisler
5) Osmanlı İmparatorluğunun ve Türkiye’nin Nüfusu 1500-1927, (haz. C. Behar), Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü, Tarihi İstatistikler Dizisi Cilt 2, Ankara, 2011,s.46
6) Marcel Leart (Kirkor Zohrap) “La Question armenienne a la lumiere des documents”tan aktaran: Kemal H. Karpat, Osmanlı Nüfusu (1830-1914), Tarih Vakıf Yurt Yayınları, İstanbul, 2003, s.95
7) Karpat Kemal H., Osmanlı Nüfusu (1830-1914), Tarih Vakıf Yurt Yayınları, İstanbul, 2003, s.96
8) Bardakçı M., Talat Paşa’nın Evrak-ı Metrukesi, Everest Yayınları, İstanbul, 2009, s.77
9) Yirmi Sekiz Teşrin-i Evvel 1927 Umumi Nüfus Tahriri: Mufassal Neticeler İcmal Tabloları, TC Başvekalet İstatistik Umum Müdürlüğü, Ankara, 1929, (k- IV, s. LXXIV)