Öncelikle şunu belirtmek gerek: En gelişmiş olanları Macaristan ve Polonya'da olmak üzere değişik sosyalist ülkelerde tarım ve hizmet sektöründe özel küçük üretim vardı. Üretim araçları özel mülkiyette değildi ama, üretenler -vergini verdikten sonra- ürünün bir bölümünü pazara götürmek hakkına sahipti. Sosyalist ülkelerin -bugünkü Küba örneğinde de görüldüğü gibi- tarım ve hizmet sektöründe başarısız olmaları, onları bu yola başvurmaya zorlamış ve böylece üretimde önemli artış da sağlanmıştı.
Sosyalist ülkelerde ortaya çıkan burjuvazi içinde küçük üretimden büyüyüp gelişen burjuvazinin payı çok azdır.
Sosyalist ülkelerdeki burjuvazinin kökeni seçkinler, yüksek bürokratlar ya da Rusça'daki gibi nomenklatura olarak belirlenebilir. Burada soru şudur:
Yıllarca kapitalizme karşı mücadele eden bu kesim ne zaman ve neden kapitalizm yandaşı olmuştur?
Bu kesimin "ihanetinden" söz etmek ucuz bir yaklaşım olur. Sosyalizmin değişik alanlarda yıllarca gösterdiği başarıda bu kesimin de önemli payı vardır.
Kaybettik, o halde...
Sosyalist ülkelerin ana hedefi başlangıçtan itibaren üretici güçlerin geliştirilmesinde kapitalizme ulaşmak ve onu geçmekti. Bu amaç marksizmle de uyum içindeydi. Marksizm toplumları üretici güçlerin gelişme düzeyine göre sınıflandırır. Bu alanda ileride olan daha gelişmiş bir toplumdur. Reel sosyalizmin de amacı bu konuma ulaşmaktı.
Ne ki, 1980'li yılların başlarında üretici güçlerin geliştirilmesinde kapitalizme yetişilemeyeceği açıkça belli olmuştu. Kapitalizm mikroelektrik ile birlikte otomasyon aşamasına geçmiş, sosyalist ülkeler geçememişti. Ek olarak, yıllarca dış borçlarla beslenen ekonomik büyümenin ve içerdeki sosyal refahın da sonuna gelinmişti.
Nomenklatura'nın değişik kesimlerinin bu durumda mantıkları şöyleydi: "Kaybettik, bu sistem gitmez! Bu durumda yeni sistemde durumumuzu garantiye alalım."
Sosyalist ülkelerde burjuvazinin ortaya çıkması nomenklatura'nın önemli bir bölümünün saf değiştirmesi sonucu gerçekleşir.
Nasıl zenginleştiler?
Üretim araçları ve dış ticaret devlet tekelinde olduğuna göre, devleti soymanın dışında hızlı zenginleşme yolu yoktur. Özellikle ekonomik alanda karar vermek yetkisine sahip olan kesim bu konuda geniş olanaklara sahipti. "Devleti soymanın" başlıca yolları şunlardı:
Birincisi: Yüksek fiyatla ithalat yapmak ve ilgili firmadan komisyon almak. Örneğin büyük bir işletme için çok sayıda bilgisayar alınır. Bu alımda önemli olan bilgisayarın özellikleri değil, ilgili firmadan alınacak komisyonun yüksekliğidir.
İkincisi: Sosyalist ülkelerde yiyecek maddelerinin fiyatları devlet desteğiyle yıllardan beri düşük tutulur. Piyasadan düşük fiyatla yiyecek toplamak ve bunları dünya fiyatları üzerinden özellikle komşu ülkelere satmak zenginleşmenin bir başka yoludur.
Üçüncüsü: Büyük işletmelerde kaçak üretim yapmak ve bunu karaborsada satmak.
Dördüncüsü: Fabrikaların kötü yönetim ve soygun sonucu büyük oranda zarar etmeleri, bu zararın devletten karşılanması ve gelecekte bu birimlerin ucuz fiyata satılmasının yolunun açılması... Bunları öncelikle kimlerin satın alacağını tahmin etmek zor olmasa gerek...
Örnekler çoğaltılabilir.
Her şey devletin tasarrufunda olduğu ve nomenklatura da devletin olanaklarını sınırsız kullanabildiği için karşısında herhangi bir rakip yoktur. Nomenklatura üyeleri zenginleştikçe ayrışırlar, düşman gruplar oluşur ya da varolan düşmanlıklar keskinleşir. Sadece bir konuda ortak hareket ederler: Ülkede halen sosyalist yasalar geçerlidir ve yasal olarak nereden geldiği belli olmayan bu zenginlik suçtur. Bu zenginliğin artık yasal güvence altına alınması gerekmektedir. Bunun da yolu özelleştirmenin geliştirilmesi ve özel mülkiyeti koruyan yasaların bir an önce çıkarılmasıdır.
Burada iki nokta önemlidir:
1. Politik nomenklatura için "gelecek bitmiş" gibidir... Çok partili ve "parlamenter demokratik" bir sistemde yıllarca komünist partisinde yöneticilik yapmış olmanın herhangi bir getirisi olmayacaktır. Bu kesim ancak ekonomik nomenklatura ile iyi ilişki içinde olabilirse zenginleşme yolları bulabilir. Ekonomik alandaki seçkinler ekonominin nasıl çalıştığını bildikleri için devleti soymak ve hızla zenginleşmek konusunda büyük avantaja sahiptiler.
Orta Avrupa ülkelerindeki nomenklatura'da iç rekabet güçlüdür. Bu iki kesim 1960'lı yıllarda sert bir mücadeleye girmiş ve çatışma politik kesimin başarısıyla sonuçlanmıştı. (Yazının sonraki bölümünde ele alınacaktır) Doğu Avrupa ülkeleri ve SSCB'de ise ekonomik ve politik seçkinler arasındaki ilişki daha iyidir, aralarında kayda değer bir çatışma yaşanmamıştır.
Orta Avrupa'daki sosyalist ülkelerde kapitalizme geçişte politik seçkinlerde yaşanan büyük tasfiyede geçmişteki bu çatışmanın da etkisi vardır.
2. Ekonomik nomenklatura'nın hızla zenginleşmesi ve ülkeye göre bu zenginleşmeden politik kesimin de yararlanması küçük bir grubun faaliyetiyle açıklanamaz. Örneğin büyük bir fabrikada -hammadde ve ara mallar devletten olduğu için- sıfır maliyetle üretim yapmak ve bunu karaborsada piyasaya sürmek için geniş sayılabilecek bir örgütlenme gereklidir. Bu örgütlenme içindeki yerine göre herkes devletten "sebeplenmiş"tir.
Bu dizinin son bölümünde iki örnek ülke, DAC ve Bulgaristan incelenirken somut bilgiler vermek mümkün olacaktır. Bulgaristan'da ülkeyi bölüşmüş iki büyük mafya grubunun eski başbakanlardan karakol polislerine kadar nasıl örgütlendiğinin açıklanması, devletin soyulmasındaki "kolektifliği" de ortaya koyacaktır.
Gelecek yazıda sosyalist ülkelerdeki sosyalizm tartışması konusunu ele alacağız. İlginçtir, 1989'da ulaşılan sonuç, neredeyse 20 yıl önce bazı kişiler tarafından ifade edilmişti.(EE/EÜ)