Bir sosyal patlama ihtimali var mı? Kim patlar ve nasıl patlar? Patlamamaları için ne yapılabilir? Patlarlarsa nasıl patlarlar, kime ve nasıl zarar verirler? Patlamamaları için ne tür yeni dengeler kurulup, nasıl yeni görüntü düzenlemeleri yapılabilir ?
Bu konu, çok farklı açılardan ele alınabilir; alınıyor da. Başka sözcük ve kavramlarla, bu ülkede yaşayan insanların, zaten insana yaraşır standartların altında olan hayatını standart dışı sürdürme yollarını arayan ve galiba çoğunlukla da bulan, emeğiyle çalışanların ya da emeğini verecek alan bile bulamayan işsizlerin, yani bu ülkede yaşayan insanların çoğunluğunun krizden ne ölçüde etkilendiği tartışılıyor, hatta tartışılmıyor bile.
Patlamadan ürkenler açısından
Sermaye sahipleri, yönetenler ve kriz sonrası hayatını şu ya da bu şekilde eskisinden biraz daha düşük standartlarda sürdürebilenler için çok açıkça bilinen ve alenen ifade edilen bir olgu var: Bu kriz, şimdiye kadar hiç olmadığı biçimde bu ülkede yaşayan insanların bir bölümünü - çok büyük bir bölümünü- patlayacak düzeyde etkiledi .
Bu süreçte kullanılan dil, seçilen sözcükler ve tartışmada ileri sürülen görüşlere, özellikle "patlamadan ürkenler" açısından baktığımda , öncelikle seçilen sözcük dikkatimi çekiyor: Patlama.
İsyan, başkaldırı, anarşi, terör, yıkıcı eylem, bölücü hareket, kökü dışarıda ideolojiler tarafından yönlendirilen çete hareketleri değil, solcuların bu kez pek adı anılmıyor. Oysa bu kavramlar bize ne kadar aşina değil mi?
Bu ülkede ne zaman bireysel ya da grup düzeyinde en genel anlamda bir itiraz hareketi gerçekleşse , en azından benim hayatım içinde bu harekete, hareketin muhatapları tarafından yapılan atıflar , bu sözcüklerden biri kullanılarak gerçekleşirdi.
Bir de "balon" var
Aklıma öncelikle bir balon geliyor patlama dendiğinde. Çok şişirilen bir balon patlar, başka... Sanırım, kendi içsel kapasitesi ve özelliklerine aykırı ya da genel düzeneğinden farklı bir dış etkiyle karşılaşan ve onunla başa çıkamayan her şey patlar. Yani patlama,bildiğim kadarıyla, bir nesnenin kendi içsel dinamiği yoluyla ve onunla uyumlu bir süreç yaşanırken gerçekleşen bir şey değil .
Bu durum sosyal olguları anlamak için kullanıldığında da aynı süreç gerçekleşiyor. Sosyal patlama, toplumun zor da olsa, önceden belirli bir "uyum" tutturmuş kesimlerinin, kriz yoluyla bu uyumlarının bozulacağı ve patlayabilecekleri fikrine dayanıyor.
"Suçlayıcı" değil, "doğal karşılayan" tutum
Hiç suçlayıcı bir kavram değil , aksine, eğer patlama olacaksa bunu doğal karşılayan bir tutuma gönderiyor. Sosyal patlamayı gerçekleştireceği düşünülen olası aktörler oldukça belirsiz olsa da, alışık olduğumuz "terörist, anarşist, devlet düşmanı vb." nitelemelerin onlar için asla kullanılmadığını görüyoruz.
Kimin patlayacağı belli değil , belli olan şu: Bu ülkede yaşayan insanların çoğunluğu, yani ücretliler , oldum olası emeğiyle ve sınırlı bir ücretle yaşamını sürdürmeye çalışan milyonlarca işçi, köylü ve işsiz, köysüz ... Masum insanlar ... Mazlumlar...
Masumiyetleri, bu ve öncekiler, yerel ya da küresel herhangi bir krizin sorumluluğunu doğrudan taşıyan aktörler olmamalarından geliyor. Mazlumlar, çünkü tabii oluyorlar, elleri kolları bağlı , donanımsız ve çaresizler. Patlamaları doğal, patlarlarsa, patlama biçimlerine göre "suçlu" olacaklar , şu ya da bu şekilde ve ölçüde ama ne olursa olsun patlamaları "meşru" sayılabilir, yasal olmasa da.
Mazlumların meşru gücü
Sosyal patlamanın isim babalarının kullandıkları dil ve akıl yürütme süreci, onları bu biçimde anlamamın mümkün olabileceğini gösteriyor bana.
Sosyal psikolojide insanlar ve gruplararası ilişkileri düzenleyen güç tiplerinden biri de "meşru güç"tür. Örneğin, bir annenin çocuğuyla ilgili bir karar vermesi - o, kendi kararlarını veremeyecek kadar küçükken tabii-, mesela soğuk su içmesini engellemesi, annenin çocuk üzerindeki meşru gücüne dayanır. Meşru gücün bir türü de "mazlumların, güçsüzlerin meşru gücü" dür.
Bir dilenciye sizden istediği para ya da yardımı vermeseniz de ona katlanırsınız . Alkolikler, deliler, herhangi bir nedenle zavallı durumunda olan herkesin böyle bir meşru gücü vardır.
Kollektif suçluluk duygusu
Mazlumların,onları dolaysız ya da dolaylı olarak bu duruma düşüren birey ya da gruplar nezdinde böyle bir meşru gücü vardır . Bu, bir tür paylaşılan ve aktarılan kollektif bir suçluluk duygusundan kaynaklanır ve bu gücün meşruiyeti ya da bu tür marjinal azınlıkların davranışlarına sadece bu nedenle hoşgörüyle yaklaşılması bir tür adalet duygusu , vicdani rahatlama verir insanlara, yaşanılan dünyanın daha adil bir dünya olarak algılanmasını kolaylaştırır .
Toplum olarak, hep beraber oluşturulan bir dünya tasarımı ve gerçek hayat, insanların bir kısmını adeta dışına itmiştir ve hepimizin onlara ödenecek bir sembolik borcu vardır.
Mazlumların, güçsüzlerin meşru gücü kavramı, "sosyal patlama" tartışmalarında, patlamanın aktörlerine atfedilen masumiyet ve meşruiyeti ve kullanılan dilin düşmanca olmayışını anlamama yardımcı oluyor. Ama bir gariplik var ve başka sorular sorulmalı.
Neredeyse, yalvaracaklar: Usulüne göre patlayın
Nasıl olup da bir ülkede yaşayan insanların çoğunluğu, patlamalarının, patlamanın muhatapları tarafından bile meşru görülebileceği ölçüde mazlumlaştırılabildi?
Hatta, "örgütlenmelisiniz, lütfen, patlayacaksanız, usulüne göre patlayın!" diye neredeyse yalvaracaklar. Bu süreç sadece yerel düzeyde işlemiyor. Küreselleşmenin giderek daha da mazlumlaştırdığı pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye'de de toplumun en "mazlum" kesimlerine Dünya Bankası ve başka uluslar arası örgütler, küreselleşmenin diyetini ödemeye çalışıyor; giderek artan sayıda insan, dünyanın her yerinde daha da yoksullaşıyor, mazlumlaşıyor. Küreselleşme karşıtı eylemlere yönelik genel sempatinin bir nedeni de belki bu.
Tutunamamış, becerememiş bir alkoliğe, eğer vermezseniz belki de yaşayamayacağını bildiğiniz bir içki parası vermek ve onun her türlü "taşkın" davranışını acıma ve hoşgörüyle karşılamak gibi...
Başka seçenekler de...
Bana göre mazlumların mazlum olmaktan başka seçenekleri de var.
Mazlum olmayı seçmek, bu insana meşru bir güç sağlasa da, Ahmet İnsel'in söz ettiği gibi, "içe doğru patlayıp kendini yok ederek" ama bir mazlum olarak yaşamaya devam ederek, oyunu kurallarıyla oynamayı kabul etmek, avuç açmak, bir diyetin ödenmesi için ağlamak, yalvarmak , aslında hiçbir gerçek güce dayanmayan bir meşru güce sığınmak ve hayatın kendiliğinden eskisi gibi en azından sürdürülebilir düzeyde kolaylaşmasını beklemek, bu arada ufak ufak patlamak ya da gerçek, görmezlikten gelinemez; bu ülkede ve dünyada hayatı etkileyebilecek bireyler ve gruplar düzeyinde pazarlık gücü olan örgütlü bir güç, bir taraf haline gelmek , başka bir dünyanın mümkün olduğuna inanmak...