sevgili arkadaşım ayça söylemez "sosyal hak ihlâlleri 2011 raporu"nun tanıtım ve sunum toplantısının haberini bianet'te sıcağı sıcağına yazdı. üzerinden bir hafta geçmesine karşın ne yazık ki başka kaynaklarda rapora dair bu bilgileri ve raporun ayrıntılarını göremedik.
kuruluşundan beri katkıda bulunmaya çalıştığım sosyal haklar derneği'nin bu yıl içinde yayınladığı ikinci rapordu bu. ilki 2010 yılına aitti ve onunla ilgili olarak da yine bianet'te bir haber yer almıştı.
raporların kitap olarak basılı olan son üçünde "sağlık ve hasta hakları ihlâlleriyle" ilgili bölümlerin başında birer değerlendirme yazım da yer alıyor.
sağlık ve hasta hakları alanındaki ihlâllerin seyrini ve bu ihlâllerin nasıl izlenmesi ve değerlendirilmesi gerektiğini o yazılarımda gündeme getirmeye çalıştım.
2011 raporunun sunumu sırasında ise kendi alanımdaki değerlendirmelerden daha çok "hak ihlâllerini ve "sosyal hak ihlâllerini izleme" faaliyetlerinin önemine dair düşüncelerimi izleyicilere anlattım. o toplantıya katılamayanlar için bir de burada gündeme getirmenin, tartışmanın yararlı olacağını düşünüyorum.
kölelik ve yeni/yarı kölelik
sunumun en sonunda söylediğimle başlayayım.
"yeni ya da yarı kölelik" kavramını geçtiğimiz ocak ayı sonunda türkiye'ye gelen ve birkaç konferans veren zizek'ten duymuştum ilk olarak. daha önce üzerinde kafa yorduğum bir tanımlama değildi. sonrasında üzerinde epey düşündüm ve düşündüklerim aslında başka bir yazının konusu; ama bu kavram ile "sosyal haklar ve ihlâlleri" arasında çok önemli ilişkiler ve bağlar var.
birinci kuşak insan haklarının tüm dünyada kabulü ve benimsenmesi, sıkça ifade edildiği gibi 1789 fransız ihtilali ile değil, insan hakları evrensel beyannamesinin kabul edildiği ikinci paylaşım savaşı sonrasında bile henüz dünya üzerinden silinmemiş olan "köleliğe" karşı verilen mücadele ile gerçekleşmiş ve ona koşuttur. insan hakları ve kölelik bağlamında tüm dünya üzerinde yaşananlar birbirleriyle olay, kişi ve gelişim olarak ilişkilendirilirse bunu doğrulayan çok sayıda dayanak bulunabilir.
"sosyal ve ekonomik haklar"ın bir birleşmiş milletler sözleşmesi olarak gündeme getirilmesi ve kabulünün üzerinden tam 56 yıl (1) geçmiş olsa da, ne yazık ki bugün genel olarak kabul görüp, dünya üzerindeki tüm insanlar açısından bir gerçeklik haline gelememiştir.
bence bu konudaki durum değişikliği zizek'in tanımladığı "yeni/yarı kölelik" düzeni ve buna karşı verilen "çok merkezli, çok toplumlu ama aynı zamanda eş zamanlı" gerçekleşen mücadele ile gerçekleşecektir. başka bir deyişle belki de kapitalizmi tarihin sayfaları arasına gönderecek "devrim" ya da "dönüşüm" sosyal haklar mücadelesi üzerinde yükselecektir.
hem kapitalizmin hem de krizinin de küreselleştiği günümüzde pek çok ülkede sürdürülen mücadelenin temalarına, mücadele eden yapılara, taleplerine ve müdahale ediş biçimlerine, kısacası bu mücadelelerin unsurlarına ve ayrıntılarına bakıldığında bu savıma dair çok sayıda dayanak bulunabilir.
kuşkusuz bunun bir "iddia" olduğunun farkındayım; ama sanırım öyle hemen reddedilemeyecek, belki de üzerinde çok tartışılması gerekecek bir iddiadır.
sosyal haklar görünür olmalı
işte tam da bu nedenle sosyal hak ihlâllerini görünür hale getirmek çok önemlidir.
çünkü görünür hale gelen her ihlâl bir durumu saptamaktan öte, o hakkın asıl sahiplerini ve ihlâlle ortaya çıkan mağdurlarını birbirleriyle buluşturmakta, yeni örgütsel birliktelikler oluşturmakta ve yeni mücadele dinamikleri yaratmaktadır.
sosyal hak mücadelesi veren grupların çeşitliliğine bakıldığında ve bunların ne zamandan beri gündeme geldiği irdelendiğinde bu kolayca görünebilmektedir.
diğer yandan bu izleme ve saptama faaliyeti, sistemin "zayıf noktaları"nı tespit ve teşhir etmeyi de sağlamaktadır. "yok canım o kadarı da olmaz" denilen durumlar bu ihlâl izlemeleri ve raporlarıyla gündeme gelebilmekte ve tartışılır olmaktadır.
insan hakları mücadelesinin hemen her alanında "hak ihlâlleri"ni izleme faaliyeti en temel, en kolay ve en önemli faaliyetler arasındadır. bu faaliyet örgütlerin gelişimi ve örgütlülüğünün pekişmesi bakımından da büyük öneme sahiptir.
çalışmanın özü itibariyle demokratik bir faaliyet olması, faaliyete katılanları eşitlemesi, sonuçlarının herkese sunulması ve herkes tarafından kullanılabilmesi de örgütlü mücadelenin yayılması ve yaygınlaşması için de önemli bir olanaktır.
öte yandan bu aynı zamanda sosyal katmanlar, sosyal haklar ve toplumsal dönüşüm/değişim konusunda bir düşünsel faaliyet ve kuramın/teorinin geliştirilmesi ve sınanması için de bir olanaktır.
sistem biliyor ve gizliyor
kapitalizm kendi açmazlarını çok iyi bilmektedir. dolayısıyla toplumsal dinamiklere, hele hele onların sosyal boyutlarına dair veri ve bilgileri birer "ticari ve/veya yönetsel sır" olarak kendine saklamaktadır.
bundan çok değil, 20-30 yıl önce hemen her resmi kurum tarafından toplanan, topluma, onu oluşturan bireylere dair temel veriler ve bilgiler ya artık hiç toplanmamakta, ya toplanmakla birlikte güvenilir olmamakta, ya da güvenilir iseler gizlenmekte veya bir karşılıkla topluma ve bu bilgiye gereksinim duyanlara sunulmaktadır.
üstelik yalnız hizmet sırasında toplanan bilgiler değil, akademinin bilimsel çalışmalar için yapmayı düşündüğü, istediği ya da planladığı araştırmalara da ya izin verilmemekte, verilse bile gerçekleri ortaya koyan ya da görünür kılan veriler yerine, onları "manipüle" eden şekilde ortaya konulmaktadır.
bu noktada medyanın gerçekleri ortaya koyma ve yayıma noktasındaki durumu da çok tartışmalıdır. çünkü medya aidiyeti ve konumu gereği, bu konudaki hak ihlâllerini sıklıkla görmemekte, ancak çok aşikar olanları görmekte, gördüklerin sıkça değiştirmekte ya da bozmaktadır.
tüm bu nedenlerle de hak ihlâllerini izleme ve raporlama faaliyeti gerekli ve önemlidir.
sosyal haklar derneği bu faaliyetine başlarken sadece medya kaynaklarını kullanmayı hedeflememiştir. doğrudan birinci elden veri toplamanın önemi ve doğruluğu konusunda bugüne kadar bir kaygısı da olmamıştır. ancak somut durumda en önemli ve en geniş kaynak yine de medyadır. medyanın sunduklarını değerlendirirken, onun toplumsal konumlanma ve duruş konusundaki yerini özenle dikkate almakta olsa da "asıl kaynaklara" ulaşmak ve onlarla bu işi yapmayı bir "iş ve ödev" olarak önüne koymuştur.
dolayısıyla bu raporların hem olgusal hem de içerik olarak görünürlüğü aynı zamanda bu bakımdan da bir "motivasyon" unsuru da olacaktır.
sonuç olarak sosyal hak ihlâllerinin izlenmesi ve raporlanması, hele hele bunun sürekli hale getirilmesi, içinde yer alan sosyal hak alanlarında oluşacak yeni / alana-olguya özel örgütlenmeler aracılığıyla ihlâllerin daha da "ayrıntılandırılması ve inceltilmesi" çok önemlidir. koşul ve olanakları sınırlı olsa da sayıları çok az olsa da altı yıldır böylesi bir çalışmayı sürdürdükleri için hem sosyal haklar derneği olarak, hem de onun üye ve aktivistleri olarak kutluyor ve teşekkür ediyorum. (MS/YY)
(1) "Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi" BM Genel Kurulu'nun 16 Aralık 1966 tarihli ve 2200 A (XXI) sayılı kararıyla kabul edilmiş, imzaya, onaya ve katılmaya açılmıştır. Yürürlüğe giriş tarihi 3 Ocak 1976'dır. Türkiye bu sözleşmeyi 15 Ağustos 2000 tarihinde imzalamıştır. Sözleşme bazı maddelerine çekince konularak 2002 yılında kabul edilmiştir. Anayasa'nın 90. maddesinde 2004 yılında yapılan değişiklik sonucu sözleşme kuralları bir "iç yasa" haline gelmiştir.