Nereden başlasam cümleye bilemiyorum gerçekten. Bazı cümleleri allasanız pullasanız da, yorumu nettir. Ben hiçbir şey yazmayıp sadece orijinal cümleyi koysam da, herkesin sonucu aşağı yukarı aynı olacaktır. Tabi ki gözlükleri çıkarmak kaydıyla. Deneyelim mi?
"Sorun sorun diyorlar. Sorun ne? Ben arıyorum sorunu bulamıyorum." Cümle size tanıdık geliyor mu? Ben çok aşinayım bu cümleye gerçekten! Sokakta, kahvede, öğrenciler arasında, altın günlerinde, pazarda yani sıradan iki kişinin bir araya gelip de iki dedikodunun yanına sos misali "kürt sorunu" hakkında bir şeyler söylemek istediğinde kurabileceği bir cümle. Ama cümle tabiri caizse o kadar içi (dışı) boş ki, çok değil birazcık okuyan, dinleyen, izleyen, düşünen, empati kurabilen herhangi biri "Yahu cahil cahil konuşma! Bu insanlar keyiflerinden mi bunca yıldır isyan ediyorlar. Hayır, madem sorun yok, bu kadar kan niye dökülüyor?" diye sorar.
En azından gözlük takan insanlar bana böyle şeyler sorduklarında en basit dille böyle bir açıklama yapıyorum. Ve onlara şunu öneriyorum "Çocuğum, kardeşim, ablacım böyle yorum yapma orada burada. Bak sen koskoca adamsın/ kadınsın/ üniversite öğrencisisin böyle cahilce konuşup kendini gülünç duruma sokma!" Tabi aradaki küçük bir farkla; ben içişleri bakanı değilim.
Ama sizler bu cümleleri AK Parti Ordu İl başkanlığının düzenlediği bayramlaşma programında İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin'den duydunuz.
"Sorun sorun diyorlar. Sorun ne? Ben arıyorum sorunu bulamıyorum."
Ama haksız mı Sayın Şahin? Ne sorunu kardeşim! Kim uyduruyor yahu böyle şeyleri. Görmüyor musunuz örneğin "Mehmet Arslan memleketini vatanını çocuğundan da daha çok sevdi ki vatanın bağımsızlığını sembolize eden bayrağı önce evine, sonra da hislerine hakim olamadı, oğlunun mezarının başına dikti." Siz hala sorun diyorsunuz. Bayrak diyorum, mezar diyorum, asmış diyorum. Ne sorunu!
"Uzaktan Çankaya'dan, Nişantaşı'ndan, Etiler'den boğaza bakarak denizi seyrederek, yeşilliklere bakarak, kağıdı kalemi eline almış, muhtemelen de saatine bakarak, içeceğini yudumlayarak yazı yazan birileri benim yaşadığım gerçeği, benim gördüğüm Hakkari'yi, Muş'u farklı yazıyorlar. Bunu da farklı anlatırlar." (İç ses; yarın bunu da yazarlar şimdi. Önlemimi alayım)
"Sorun yol mu? Sorun şarkı mı? Sorun kıyafet mi? Sorun ibadet mi? Sorun hastane mi?" Hangisi sorun? Yol desen duble yollar var. Şarkı desen, artık "Ahmet Kaya" da öldü gitti. İbadet desen zaten ortak paydaları "dinsizlik ve inançsızlık". (Ama bir dakika burada bir ayrım yapmak lazım, şimdi uluorta herkese dinsiz imansız dersem, dini de alet etmiş olmaz mıyım? İç ses- sus bi! Önemli bir şey anlatıyorum)
Ne demiştik. Tamam hatırladım. Sorun yoktu! Birleri oturup Nişantaşı'ndan, elinde içkisiyle, denize yeşile bakarak yazıyordu değil mi. Ha bir de din iman girmişti işin içine, iyi oldu. Arada böyle cümleler kurmak lazım ki halkımız görsün, öğrensin! Haydi devam;
"Nedir istediğin o zaman? Yatırım mı? İstediğin kadar. Özgürlük mü? Sınırsız."
Sınırsız özgürlükler ülkesindeymişiz. Ne güzel! Hazır özgürlük demişken "sayın bakanım ben soyadımla yaşamak istiyorum. Soyadımı korumak konusunda da özgür müyüm?" desem. Acaba o zaman da bana annem gibi, köşedeki bakkal amca gibi, yoldan geçen herhangi biri gibi "aman kızım, sen de taktın bu kadın sorunlarına!" der mi?
Aynı cümleyi de tekrar edebilir aslında;
"Sorun sorun diyorlar. Sorun ne? Ben arıyorum sorunu bulamıyorum."
Sorun şiddet mi? Sorun tecavüz mü? Sorun cinayet mi?...
Yoksa asıl sorun hiçbir sorunu görmek istemeyen zihniyet mi? (SK/HK)