Bebek ölümlerini soruşturan komisyon hastanede salgın olduğunu saptamış...
Çok yanlıştan hiçbir zaman bir ‘doğru’ çıkmıyor.
Her şey daha somut, her şey daha net artık. Araştırmalar ve sonuçları ortada.
Bütününe şöyle bir bakalım.
Sorunların kaynağına inmek...
Özel sağlık kuruluşları en kârlı alanlara yatırım yapıyor, en çok bu alanlarda hizmet vermeyi yeğliyor.
“Tüp bebek” bu alanların içinde. İyi kazandırıyor. Bedelini Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) ödüyor. Bazen sonuç alamama dışında, risk çok büyük değil.
Riski küçültmek için genellikle birden çok yumurta aşılanıp anneye yerleştiriliyor. Yönetmelikler bir sınır koymuş, en çok “üç” olabiliyor. Buna uygun davranılıp davranılmadığı, ancak “sorun” yaşanırsa fark ediliyor.
Bu tür gebeliklerde erken ve düşük tartılı doğum oluyor ya da bebekler müdahaleyle alınıyor. Bu bebeklerin bakımı zor, yaşamda tutmak güç, riski büyük ve maliyeti fazla.
Özel sağlık sektörü bir yatırım ve çalışma alanı olarak görmüyor.
Bu işlerle henüz tümüyle özelleştirilmemiş “kamu kurumları” uğraşıyor.
Bu alanda çalışan kamu kurumlarının sayısı az, olanakları noksan, yeterli uzman personeli yok. Çünkü “sağlıkta dönüşüm” kamu kurumlarına yatırımı ve onların eksiklerinin tamamlanmasını ve geliştirilmesini engelliyor. Çok sayıda sorun yaşanıyor ama genellikle büyük olaylar çıkana kadar “kol kırılıyor yen içinde kalıyor”.
Sağlık alanında en temel unsur “iyi yetişmiş sağlık çalışanı”. Sayıları az. Sendika ve oda biçiminde kendilerinin yönettiği ‘sivil’ örgütleri var.
Çalışma koşullarındaki zorluklar nedeniyle, sağlanan olanaklar nedeniyle zaman zaman seslerini duyursalar da, asıl olarak hizmetin nasıl verildiği ve sonuçları üzerinde ‘nadiren’ ses getiren işler eylemler yapıyorlar. Hizmeti dolayısıyla kendilerini sürekli ve düzenli olarak denetlemiyorlar.
Ancak bu örnekteki gibi genellikle sağlıksızlık, yaygın hastalık, sakatlı ya da ölümler gibi bir sorun çıktığında durumu ortaya koyuyorlar.
Kamuoyunun özellikle medyanın bu konuda gücü çok fazla ama, onlar da çıkarları öyle gerektirdiği için ancak “sansasyon” olduğunda konuyu ele alıyorlar.
“Sessiz çoğunluk” ise her zaman olduğu gibi sessiz, kaderine razı ve itaatkâr.
Böyle bir sorun yaşandığında, sorumlular sorun olmadığını, durumun “normal” olduğunu söylüyor ve olayı kapatmaya çalışıyorlar.
Araştırmalar, soruşturmalar “tarafsız olmayanlarca”, yani kendileri tarafından yapılıyor, “güneş balçıkla sıvanamıyor”, sorunu ve nedeni doğru saptıyorlar: “Eksikler, yanlışlar çok fazla!”
Bu araştırmaların sonunda bulunan “çözüm” tüp bebek merkezlerine “yoğun bakım üniteleri” kurulması. O da “taslak” olarak. Yani beyan dışında “somut” bir şey yok.
Fırtına diniyor ve her şey eskiden olduğu gibi sürüyor.
Yanlış yılda mı gidiyoruz?
John Lister, Sağlık Politikası Reformu kitabında soruyor: “Yanlış yolda mı gidiyoruz?”
Sorusuna uzun araştırmalar sonunda kendi bir yanıt veriyor: “Evet”
Ben aktarıyorum:
“Bunların asıl nedeni sağlığın ticarileşmesi ve özelleştirilmesidir. Sağlık hizmetinin bir metaya dönüştürülmesidir. Bunu kabul eden, bunu yeğleyen, buna bulaşan herkes sorumludur. Ölen çocukların ölmelerinin nedeni bu süreci böyle örenler ve uygulayanlardır. Sorumlular ellerini kollarını sallayarak, mutlu, mağrur ortalıkta dolaşıyorlar. Mağdurlar ise ölü bebekleri ellerine verilmiş karton kutularda, kendi halleriyle baş başa, sessiz çığlıklarla ağlıyorlar. ”
Burada değişen bir şey yok! Sessiz çoğunluk sessizliğini ve itaatini sürdürüyor. (MS/EZÖ)