Böylece, terörize edecekler, soluksuz bırakacaklar, kendileri gibi olamayanı yaşatmayacaklar akıllarınca.
Bu, kaynakları "kuş"lar, "böcekler" olanlarla, künyeleri belirsiz İnternet siteleri bu toplumu ve farklı düşünenleri zapturapt altına almakla görevliler ya da kendilerini görevli addedenler en çok da kendileri gibi olmayanların "para"sıyla, "para alışverişi"yle ilgililer nedense.
Son performans "Soros bombası patlıyor" şeklinde "düştü" ajanslara! Bunların "habercilik"lerini gördükçe, ne iyi etmiş de Bağımsız İletişim Ağı gibi bir proje başlatmışız demekten kendini alamıyor insan. Yani, BİA projesinin yerindeliğini, gerekliliğini hayat durmaksızın gösteriyor. Şiddetsiz bir hayat düşünemeyenler işte, Bianet'te asla görülemeyeceği üzere "bomba patlıyor" başlıkları atarlar.
Ne haberciliğin evrensel ilkeleri, ne etik, ne dil bunlara ulaşamıyor. Nasıl derler, ben herkese "kazanılabilir unsur" olarak bakıyor ve kendilerine artık iletişim fakültelerin okuma listelerine giren BİA Habercinin El Kitabı dizisini öneriyorum yine de. Okuyun, lütfen okuyun.
Ben, Türkiye'de yaygın medya dışında da bir modelin olabileceğine inanıyorum, ve benim gibi düşünenlerle bunu yapmaya çalışıyorum... Yakınmak yerine başka bir şey yapmaya uğraşıyorum. Hani küreselleşme var ya küreselleşme, bu da bizim gibilerin küreselleşmesi. Dünyanın her yerinde bizler gibi insanlar var, sadece medyadan söz ediyorsak, "bir başka medya mümkün" diyorum özetle. Mümkün olanı gerçek kılmaya katkıda bulunmaya uğraşıyorum.
O yüzden, üç dört yıldır bana/bize saldıranlar Bianet haberciliğiyle ilgili olumsuz bir cümle kurmayı başaramadılar.
Gelelim "Soros"a. Malum muhabir, "kaç para, kaç?" dercesine, "ne kadar aldınız?" diyor, "Açık Toplum Enstitüsü"ne proje sunup sunmadığımızı, sunduysak ne sunduğumuzu falan sormadan.
Kim kime para veriyor? Burada da, reklam gibi olmazsa eğer, Bilgi Üniversitesi'nin "Sivil Toplum Kuruluşları Eğitim Sertifika Programı"nı haber vereyim isterim. Meraklılarının bu programa başvurup, uygun bulunurlarsa, katılmalarını öneriyorum... Öğrenmenin yaşı yoktur.
Özetle, bayağılaştırılarak "para almak" denilen şeyi açıklamak gerekirse, şundan söz ediyoruz: Eğer kamusal bir "derdin" varsa, bunun için gerekli kaynağın tamamından yoksunsan, ama gene de onunla ilgili bir şeyler yapmak istersen, biz buna "proje" diyoruz, kaynak araman gerekir.
Bir STK olarak bu görevindir de. Her kaynak sana evet demeyebilir, yılmaz, araştırmaya devam edersin. Sonunda başvurduğun kuruluşlardan biri projeni desteklemeye, ona kaynak ayırmaya değer bulabilir. O zaman "hibe" verir, "bağış"ta bulunur, "fonlar".
Kimbilir, sivil toplum kuruluşlarının aldıkları fonlarla, bu memlekette bilinen "fon"ları mı birbirine karıştırıyorlar dersiniz? Hani ne oldukları, nasıl harcandıkları bilinmeyen, denetlenemeyen, hesap sorulamayan, dokunulamayan fonlar...
Herkesin, her konuda proje kurma, projesini gerçekleştirmek için kaynak bulma şansı, hatta daha ileri giderek söylersem, hakkı var. En sağdan, en sola her görüşle ilintili projenize dünyanın her bir yerinde destek bulabilirsiniz; mesleki projelere, dar ya da geniş amaçlı projelere, her şeye...
Ama, "kaç para kaç?" gazetecilerinin yazdığı gibi dünyanın hiçbir yerinde insanlara "al para" demezler. Benim içinde yaşadığım dünyalarda, "piyango bileti almadan ikramiye çıkmaz" misali, önce projen olacak, projen bir sosyal sorumluluk çerçevesine sahip olacak, piyasa dışında olacak vs vs..
Dünyanın nispeten gelişmiş ülkelerinden farklı olarak, Türkiye'de kamu fonları ne yazık ki çok sınırlı, üstüne üstlük yurttaş girişimlerine kaynak yaratmak bir yana dursun kamu da pek çok "sivil projesi"ni Avrupa Birliği başta olmak üzere Dünya Bankası ve benzeri kuruluşlardan aldığı desteklerle yürütüyor.
En son örnek, İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü, "İş Sağlığı ve Güvenliğinin İyileştirilmesi/İSGÜM Programı" çerçevesinde "Türkiye'deki iş sağlığı ve güvenliği standartlarının iyileştirilmesi"nde değerlendirmek üzere Avrupa Birliği'nden 8.16 Milyon Euro destek alıyor.
Bütün bunlar böyle de, BİA, "Soros'un" denilen Açık Toplum Enstitüsü'ne mali destek almak için proje sunmadı, dolayısıyla hibe de almadı.
Alabilir miydi? Evet, alabilirdi!
Peki, BİA, Açık Toplum Enstitüsü'nden destek alsaydı ne olurdu? Her şeyden önce bu bir sır olmazdı! Bunu keşfetmek için "araştırmacı gazeteci"ye gerek kalmazdı. Öncelikle, Bianet sitesinde, "Açık Toplum Enstitüsü'nün katkılarıyla" ibaresini herkes görürdü. Yani, bu "para alanlar" denilenler, saydamdırlar. Aldıkları desteği, hiçbir şey için olmasa bile, en azından teşekkür için yazarlar, ilan ederler. Kaldı ki desteği verenlerin, istisnası varsa bilmiyorum, esasta istedikleri tek şey vardır: Söz konusu projeye destek verdiklerinin proje sahiplerince duyurulması!
Meraklısına not kabilinden belirteyim: Yerleşik uluslararası usullere göre, hibeyi alan, onu, öngördüğü plana göre harcayıp harcamadığını destek veren kuruluşa belgelendirilerek rapor eder.
Proje sahibi kuruluşun genellikle, vakıf, dernek, kar amacı gütmeyen şirket olarak bir tüzel kişilik sahibi olması şart olduğundan, bu ülkede geçerli usullere göre ilgili kamu denetim mekanizmalarına da hesap verir.
Hiçbir şey gizli kalmaz. Kalamaz. Üstelik kalmamalıdır da. Projenin muhatapları, bu kaynağın nasıl kullanıldığını mutlaka bilmelidir. Başka hiçbir şey olmasa, bu, etik bir yükümlülüktür.
Sadece, BİA'dan konuşuyorsak, burada her şey saydam cereyan ediyor, her şey belgeli. Çalışanlar sigortalı, hem de gerçek maaşları üzerinden... Yöneticilerin mal beyanları da ilgili birimlere iletiliyor; zaten hayat standartlarına bakılsa, saydam verilerle çelişen bir durumu da görmek mümkün olmayacak..
Şimdi, bu vesileyle ben, saydamlık çağrısını herkese yapıyorum. Medya kuruluşları hesaplarını, aldıkları kredileri, hibeleri, açıkça ortaya koysun, çalışanların -sendika meselesi bir yana ( ne kadar bir yana bırakılabilirse!)-, sigorta durumları, kadro durumları, gösterilen maaşlarıyla gerçek maaşları, sınırsız kredi kartları falan -liste mutlaka uzuyordur ama benim hayal gücüm ve hayat tecrübem daha fazlasını yazmaya imkan tanımıyor- açıklansın..
Nadire Mater'e, BİA'ya, Bianet'e benzeri kişi ve kuruluşlara durmadan "açıkla" çağrısı yapanlar, kendi maaşlarını açıklasınlar, çalıştıkları kuruluşun hisseleriyle ilgili bilgileri okurlarıyla paylaşsınlar, bu bilgileri bilmiyorlarsa "gerçeği öğrenme hakkı" adına köşelerinde kampanyalar açsınlar, ya da diziler yapsınlar....
Tekrar, "BİA Açık Toplum Enstitüsü'nden destek alsaydı" ne olurdu sorusuna dönüyorum. Neden George Soros'un "parası", memleketteki herhangi bir medya kuruluşunun, ya da hayır sahibinin parasına göre daha "kabul edilemez"miş. Bunu biri açıklasa da öğrensek?
BİA projesi -hep açıkça belirttik- şu ana kadar Avrupa Birliği, Heinrich Böll Vakfı ve McCormick Vakfı'ndan destek aldı. Ama bu üç kuruluşla ilgili haber ve yazılar haber değeri taşıdığı ölçüde Bianet'te yer aldı.
Bu nedenle BİA'ya bu kadar saldıranlar şu ana kadar haberlerimizle ilgili tek eleştiri getiremediler. Mesela, "AB'den para alıyorlar, AB şakşakçılığı yapıyorlar" diyemedi hiç kimse.
Proje yapmakla ilgili, genel olarak yaygın medyada çalışanların anlamakta zorluk çekecekleri bir başka nokta da, projeyi yapanın sadece desteklenmesi kabul edilen kendi projesinde ortaya koyduğu amaçlarla bağlı olduğudur. Yani, bizim Bianet'te yaptığımız gibi, haberi yaparken bizi bağlayan sadece bianet habercilik ilkeleridir, başka bir şey değil. Destek veren kuruluşların da "benden yana ol" talebi olmuyor özetle.
Ben şahsen, bu burs olayına erken girdim. Benim kasabamda lise yoktu, devlet parasız yatılı sınavlarına girdim, kazandım, yani devlet bursuyla okudum. Bu burstaki koşul, sınavı kazanmak ve okul hayatın boyunca sınıfta kalmamaktı.
Üniversitede yine burslu okudum; alma koşulu sadece ailenin ekonomik durumunun bunu gerektirmesiydi, sürmesi için de sınıfları geçmek...
Devlet de benim bildiğim dünyadaki kuruluşlar gibi, 40 yıl önce bile bursu verirken, "benden olacaksın" diye şart koşmadı, ben de devletle arama, "devletten onca para almama rağmen" hep bir mesafe koydum.
Hatta, üniversitedeyken, hem boykotumuzu yapar, mitingimize gider, hem de bursumuzu alırdık; benim burs aldığım Sağlık Bakanlığı sadece derslerdeki başarıyla ilgiliydi.
İlerleyen yaşlarımda hibenin ve projenin, dolayısıyla fonun ne olduğunu öğrendim. Şimdilerde de, bizim gibi insanlar için kamusal amaçlarla fon almanın, proje sunmanın ne kadar "vatan hainliği", "bölücülük" vs olduğunu öğrenmeye devam ediyorum.
Ben kişisel olarak "Açık Toplum Enstitüsü"nde Danışma Kurulu üyeliği yaptım, İyi ki de yapmışım, böyle çalışmalar insanı "zenginleştiriyor". Hemen aklına "para" geleceklere uyarı: Yine yanlış düşündünüz para kastetmiyorum. Danışma Kurulu üyelerine para ödenmiyor. Danışma Kurulu'nda, önceden tanıdıklarımı daha iyi tanıma şansının yanı sıra yeni insanlar, dünyalar tanıdım. Tekrarlayayım; sahiden zenginleştiriciydi.
Bu, "Soros bombası" haberi şöyle bitiyor: "Gizli saklı projelerin adamı, spekülatif spekülatörün marifetleri Türkiye'de Açık Toplum Enstitüsü tarafından açıklanacak. Bakalım ortaya çıkan tablo kimlerin canını sıkacak?"
Bu iki cümleyi anlayan beri gelsin. Bu muhabir, editör ve derginin genel yayın yönetmeni, mesela asla Bianet'te çalışamaz. Bence, çalıştıkları yerde de çalışmamalılar. Her şeyden önce, dergilerinin yayın dili Türkçe'yi bilmiyorlar. Mantık ve muhakeme problemleri de var: "Soros, 'Açık Toplum Enstitüsü' kurup bu enstitü eliyle 'para dağıtıyor'," sonra da aynı " 'Açık Toplum Enstitüsü', 'spekülatif spekülatörün marifetlerini açıklıyor'." Ne "araştırmacı gazetecilik" ama!
Devamla; "tablodan can sıkılma meselesi" de, okuru peşinen yönlendirdiği için Doğan Yayın Konseyi'nin işi.
Bazı İnternet sitelerinde de, aynı haber "Muhalif medya panikte" başlığıyla iktibas ediliyor. "Çok özgürlükçü" oldukları için "İnternet medyasını tercih" ettiğini söyleyenler muhalif medyanın, kimi kastediyorlarsa, "panikte" olduğunu nereden biliyorlar, biriyle bile konuşmuşlar mı? Dahası, nasıl da sevinç tınlatan bir başlık değil mi?
Sahiden artık eğleniyorum, bu yazılar, diziler Bianet reklam kampanyası olarak sonuçlanıyor, ve Bianet'e yarıyor, tıklar artıyor, izleyenimiz çoğalıyor. Daha nicelerine dermişim...(NM)