Taksim'de meydan düzenlemesi adı altında, dünyanın parası harcanarak gerçekleştirilmekte olan pespayelik öyle bir noktaya geldi ki, artık görmeden geçmek imkansız. Kimi yerde insanın içinden yerlere yatıp gülmek geliyor. Sorun gözlerimizin önünde gerçekleşmekte olan bu şapşallık karşısında ne yapacağını bilememek...
Ocak 2014 tarihinde başlayan meydan düzenleme projesinin ihale şartnamesinde yer alan takvime göre 150 günde tamamlanmış olması gerekiyordu. 2014 Haziran'ında uygulamanın bitirileceği söyleniyor. İki senelik bir gecikme var ve daha ne zaman biteceği de meçhul. Gecikme bir tarafa, bu şekilde sürdürülen bir uygulamanın tamamlanması imkansız.
İpin ucunun elden kaçtığı belli oluyor: Çoğu yerde kaplamalar daha tamamlanamadan boşluklar oluşmuş. Bunlar baştan savma bir şekilde betonla, asfaltla doldurulmuş. Bazı yerlerde asfalt, beton, granit kaplama birbirine karışmış. Yüzbinlerce insanın geçtiği İstiklal Caddesi'nin girişi görme engelli insanların takılıp düşmesi için sanki özellikle tasarlanmış. Merdivenler ile meydan kaplamalarının yüksekliği tutturulamadığı için metro girişi kaydırağa dönüşmüş. Araçların indirme-bindirme yaptığı AKM önünde meydan kotu asfalttan düşük olduğu için mıcır serilerek bir rampa yapılmış... Daha neler, neler. Bunlar gibi bir dolu gariplik. Akıllara ziyan bir durum var. Daha yeni yapılan işler, döşenen kaplamalar sökülüp moloz olarak atılamayacağı için hatalar gizlenmeye çalışılmış. Ancak yapılan hataların gizlenmesi mümkün değil. Harcanan paralara, emeklere yazık. Büyükşehir yönetimi projeyi eline yüzüne bulaştırmış. Koskoca şehri yönetme iddiasındaki Büyükşehir bir meydan projesini yönetmekten aciz... Ne yapıldıysa, baştan aşağı yanlış!
Aslına bakarsanız, tünel ihalesinin gerçekleştirildiği 2012 yılında düzenleme projesi ile birlikte başlatılması gerekirdi. Ulaşımla ilgili projenin meydanın düzenlenmesiyle birlikte tasarlanmış, detaylandırılmış, düşünülmüş olması gerektiğini söylemeye bile gerek yok. Meydanla ilgili tasarım kararlarıyla, ulaşımla ilgili kararlar arasında bir ilişki olması gerekir. Projenin yönetiminde sorun var. Başka bir yerde olsa bu tür bir fiyaskonun sonucunda yöneticiler istifa eder.
Sorumlu kim, önce ona bakalım: Müteahhitler genellikle paralarını almak için işlerini bir an önce tamamlamak için çaba gösterirler. Yarım kalmış bir iş, bir müteahhit için yıkım demektir, iflas etmektir. Çünkü hakedişleri alabilmesi için uygulama kalemlerinin tamamlanmış olması gerekir. Meydan düzenlemesinde bir dolu bitmemiş, yanlış yapılmış iş olduğuna göre müteahhittin hakediş almamış olması gerekiyor. Müteahhittin işi yarım bırakması ya da sallaması bana zayıf bir ihtimal gibi geliyor. Cumhurbaşkanı'nın da gözü bu projenin üzerinde olduğuna göre, yaşanan pespayeliğin, dermeçatmalığın başka nedenleri olmalı.
Bunu anlamak için Karaköy, Eminönü, Beyazıt gibi şehrin ana meydanlarına bakmak yeter. Onlarda da durum hiç farklı değil. Her üç meydandaki proje hatalarını, kaosu, keşmekeşi, kullanıcıların hayatını zorlaştıran şapşallıkları saymaya sayfalar yetmez!
Taksim'in en güncel özelliği toplulukları, şehirleri, kamusal alanları tasarlanacak bir eşya gibi algılayan rejimlerin en küçük ve basit bir konuda bile nasıl kırılganlaştığını gösteren bir deney alanı halini alması. Sorun, tanık olduğumuz kaosun, keşmekeşin temel paradoksu tam da onu motive eden unsur olması. Tam da bu politik düşünce dünyasının tek-merkezli, hiyerarşik işleyişinin bu keşmekeşe yol açması!
Tasarım ve ihale yöntemlerinin de gösterdiği gibi yönetim birimleri şehri ayrışmış kurumsal hücrelerden, ulaşım, mimarlık, altyapı, peyzaj düzenlemesi, tarihi çevre gibi işleri paralel işleyişlerle yönetmeye çalışıyorlar. Oysa şehir ayrı temsil düzeylerinde kavranmaya çalışılsa da farklı bir mantıkla işleyen bir ağ oluşumu. Bu yüzden bir meydan düzenlemesinde bile keşmekeş ortaya çıkıyor. Çok farklı öncelikler birbiriyle ilişkilendirilemiyor, çoklu bir ortamda sorgulanamıyor. Bu yüzden örneğin şehrin içindeki devasa yeşil alan, Gezi bir türlü şehrin kamusal hayatına katılamıyor, değerlendirilemiyor. Bunun yerine parça parça inşaata açılıyor ve özelleştiriliyor. Sözde kışlanın rökonstrüksiyonu da ideolojik bir perdenin arkasında şehir yönetiminin kamusal bir nitelik üretemediğini gösteriyor.
Şehri bu birimlerin temsil etmesinin imkansızlığı yanında, müdahalenin teknokratik görünümü de üniversitelerden alınan danışmanlık hizmetleri sorunun üzerinin örtülmesine yol açıyor. Örneğin ulaşım için ilk akla gelen çözümün otomatik olarak "otoyol kavşağı" olması gibi. Bu durumda kamusallığın ana fikri boşlukta kalıyor doğal olarak. Proje müteahhitleri, danışmanları ve taşeronları ise piyasa aktörleri olarak sürece katılıyorlar. İhale ile elde edilen projelerin şartnamelerini bürokratlar hazırlıyor. Kamu yaratıcılığı, sivil toplumu içine almadığı, dışladığı için de yönetimin beynine kan gitmiyor.
Şehrin en önemli kamusal alanı bile bir fikir ortamı oluşturulmadan biçimlendirilmeye çalışılıyor. Bu mümkün olmadığı için de sonuç her seferinde bir fiyasko oluyor. Ama sorun başka yerde görüldüğü için ders çıkarmak da mümkün olmuyor. Yönetimler ne kadar özen gösterseler de, büyük bütçeler ayırsalar da imkansız bir iş yapmaya çalışıyorlar. Çünkü kamusal kararların içeriğini oluşturan plan, proje gibi hizmetler kereste, çimento gibi piyasadan ihale ile satın alınabilecek şeyler değil. Örneğin şehrin merkezindeki bu devasa kamusal alanın güncellenmesi, şehre yeniden kazandırılması için müdahalenin amaçlarının, hedeflerinin, yöntemlerinin tanımlanması lazım. Müzakere özürlü bir süreç içinde bu devasa rekreasyon ve kültür işlevinin tanımlanması, projelendirilmesi, yönetilmesi mümkün değil.
Belki ilk belediyecilik deneyimlerinde ve 1930'larda sınırlı bir alanda iş gören bu tepeden inmeci, şehri bir nesne gibi gören merkeziyetçi-hiyerarşik model işe yarıyordu. Ama bugün, şehrin çok-merkezli bir işbirliği ortamı yaratmadan, kamusal alanın içine yaratıcı deneyimleri, fikirleri almadan, dışlayarak tanımlanması, yönetilmesi mümkün değil.
Örneğin gene vitrindeki bir konuyu, İstiklal Caddesi'ni ele alalım. Önce bu işin geçmişte yapıldığı gibi tek kademeli bir tasarım işi olmadığını anlamak gerekiyor. Öncelikle bu iş zannedildiği gibi basit bir kozmetik operasyon değil. İstihdam yapısının geliştirilmesinden, küçük üretimin stratejik değerlerinin keşfedilmesine kadar bir dolu konu var. Bunlar için yönetimin bir an önce aklını başına alması lazım. Ama gidiş ters yönde.
En basitinden maddi bir konu gibi gözüken ve tam bir fiyaskoya dönüşen İstiklal Caddesi'nin taş kaplama işini ele alalım:
Projenin lokal kentsel tasarım, alana özgü çözümler boyutu var. Galatasaray'daki bir yerleştirmenin örneğin (Cumhuriyet'in 50 yılında Şadi Çalık tarafından tasarlanmış) zeminle ilişkisini sorgulamadan taşları düz olarak yerleştirmek mümkün değil. Ya da Tünel'deki Ayşe Erkmen'in yerleştirmesine bakalım. Zeminle ilişkisi, aydınlatması, meydanla ilişkisi... Keza Taksim Cumhuriyet anıtı da, simgeselliği, anlamlandırılması, kullanımı, restorasyonu, çevre düzenlemesi ile çok-boyutlu, çok-merkezli bir politik problematiğin konusu.
Bu anıtların tanımladığı meydancıkların da her birinin ayrı simgesel hafızaları var. Kentsel tasarım boyutunun dışında bir de ürün geliştirme boyutu var. Örneğin taşların kesilme yöntemi, mekanda yer alan mobilyaların, direklerin, çöp kovalarının, aydınlatma elemanlarının hem genel, hem de özel alanda yeniden değerlendirilmesi gerekli. Nihayet sistem detayları, modüler koordinasyon, kullanım biçimleri açısından ilişkilerini tanımlayan bir de tasarım rehberinin oluşturulması zorunlu. Çok boyutlu, çok öncelikli, çok taraflı bir yönetim planı hazırlanması ve bu misyonu odaklı işi temsil edecek bir yönetimin olması gerekli. Sonra da tasarımla ilgili kararların bu planla bağlantılı olarak verilmesi. Kamusal alanlarda yönlendirici bir plan ve misyon odaklı bir organlaşma olmadığı için, tıpkı İstanbul’un diğer önemli alanlarında olduğu gibi, Büyükşehir Belediyesi projeyi yönetmeyi başaramıyor. Çünkü bu iş müteahhitlerin ya da teknokratların gerçekleştirebileceği bir şey değil.
Oysa Büyükşehir Belediyesi üzerinden çöp kamyonlarının geçtiği ara sokakları, eğimli yüzeyleri bile ince karolarla kapladı, bir anda hepsi yerinden çıktı, kırıldı.
Daha ilk müdahalede bu işin basit bir kozmetik operasyon olarak görülmemesi gerektiği Büyükşehir Belediye Başkanı'na söylendi, hatta farklı ekiplerin birlikte gönüllü olarak hizmet vermesi bile kendisine teklif edildi. Ancak çevresindeki çıkar gruplarının etkisinde kalarak uyarıları dinlemedi ve sonuç tam bir fiyasko oldu.
Dünyanın parası harcanan İstiklal Caddesi için ne ortada bir plan, ne de proje bulunuyordu. Hazırlanan ilk çizimi gördüğümde dudaklarım uçukladı. Çünkü ortada proje yoktu. Yalnızca flomaster kalemle işaretlenmiş gibi müteahhitlerin malzeme miktarlarını belirten bir çizim vardı. Ne sistem detayları, ne tasarım kararları, ne altyapı ile ilişkiler, ne de kesitler... Hiç bir şey yoktu. Ancak bundan da bir ders çıkarılmadı ve aynı hatalar ikinci defa tekrarlandı.
10 başlıkta Taksim Meydan Düzenleme Projesi'ndeki pespayelik:
1. Uygulama projesinin detayları bile çözülmemiş:
İhale şartnamesinde çoğaltılacak yeşil alanlardan ve sert zemin yürüyüş yollarından söz ediliyor. Ancak uygulamada yeşil alan yok. Betonun üzerinde ağaç yetiştirmek imkansız. Sert zeminle kast edilen ve projenin ana uygulama kalemi olan granit taş kaplamaların kotlarında hatalar var. Merdivenler, asfalt yol kaplamaları, bordürler ile uyumsuzluk olduğu ve detayların çözülemediği görülüyor.
2. Yükseklikler, bağlantılar, ilişkiler; her şey hatalı:
Granit, asfalt, beton bir arada. |
Granit kaplamalar cadde kenarı bordürleri ile ilişkilendirilmemiş vaziyette. Henüz tamamlanmayan yerlere beton ve asfalt döküldüğü görülüyor. Çıkmış kaplamalar ve engeller görme engelli insanlar için olduğu kadar yaşlılar, çocuklar, hamileler için tehlike arz ediyor.
3. Ağaçlar mı? Onlar daha şimdiden kurudu:
Projede gösterilen ağaçların çok azı yerleştirilmiş durumda. Bu ağaçların betonun üzerinde dayanıklı olmayacaklarını uzmanlar söylemişti. Şimdi çoğu kurumuş vaziyette.
4. Meydan "meydan" olmaktan çıktı:
Eski meydan her ne kadar düzensiz olsa da, şimdikinden daha basit bir karara dayanıyordu. Dört tarafı yolla çevrelenmiş klasik bir düzendi. Şimdi hiç bir şeye benzemiyor.
Caddeler ile ana meydanın ilişkisi koptu. Yerinden edilen çiçekçiler "tescilli anıt eser" olan su sarnıcının ön cephesini kapatmış vaziyette. Girişlerde araç yığılması oluyor.
5. Metroya erişime yeni engeller eklendi:
Metro girişindeki eğimli zemin. |
İki senedir metro ana girişi kapalı. Halk, engelliler sorun yaşıyor. Geçitler, merdivenler, asansörler kullanıcı dostu değil. Cadde ile metro bağlantısı yok. Girişlerde yığılma oluyor.
6. Restorasyon, onarım işleri akla bile gelmedi:
Atatürk’ün direktifi ile gerçekleştirilen mevcut düzenlemedeki taş parapetler hala onarılmış değil. İşin kültürel miras, restorasyon, onarım, Gezi içindeki müdahaleler boyutu da keşfedilmeye, tartışmaya ve yorumlanmaya açık bir konu olmalı.
7. Projenin mimari ögeleri ortalıkta kaldı:
Havuz ve yeşillik olarak düzenleme için yapılan kümbetler tamamlanmadan eskimiş vaziyette. Projedeki oturma elemanları hala yerine konmadı.
8. Gezi'nin omurgasını oluşturan yaya bağlantısı unutuldu:
Yıkılan yaya köprüsü hala inşa edilmedi. Yerine, inşaat tamamlanana kadar geçici bir iskele de konmadı.
9. Merdivenler, beton bordürler, parapetler her şey dandini:
AKM önünde inşaat artıkları ile yapılan geçiş rampası. |
Gezi'nin kenarlarındaki devasa merdivenler ile mevcut düzenleme arasında hiç bir ilişki yok. Mevcut düzenlemenin özellikleri dikkate alınmadan yapılan müdahaleler daha büyük bir sorun teşkil ediyor. Toprak yığınından betonun üzerine çamur akıyor. Su birikintileri oluşuyor.
10. İşlevler birbiriyle ilişkili değil, çelişkili:
Taklit tramvay durağının özgün detayları. |
Sanki bir defada yapılan bir meydan düzenlemesi değil, geçici müdahaleler söz konusu. Geçişler düzensiz. Aydınlatma elemanları, duraklar, yaya yolları karmakarışık. Metro girişlerinin yerleri, yönleri, yayalarla ilişkisi kullanışlı değil, yağmura açık. Projeden hangi organ, hangi birim sorumlu belli değil. Proje hazırlanırken gerekli analizlerin, etütlerin yapılmadığı anlaşılıyor. Alan yönetimi yok.
Sonuç
Taksim yaşamakta olduğumuz güncel politik sorunların ve çözümlerin ne olduğunu anlamak için sanki bir laboratuvar gibi. Eğer bir an önce bu sorunla baş etmeyi öğrenemezsek, umursamaz bir şekilde devam edersek ne şehrin ne de ülkenin bir geleceği olacak.