Sevilenlerin ölmesi imkânsızdır, çünkü sevgi ölümsüzlüktür.
-Emily Dickinson
Beraber gömülmüş iki kişi, dünyaya beraber veda etmiş iki kişi. “Ölüm bizi ayırana kadar” lafına meydan okurcasına mezarlarında da birbirlerine sarılıyorlar, birbirlerinin yüzlerini okşarken öpüşüyorlar ve toprak altında bin yıllarca hiç ayrılmadan bekliyorlar. Geçen binlerce yılda her şey değişirken, sevginin tarihte kalıcı bir tablosunu oluşturuyorlar.
Çiftimizin adı “Hasanlu Âşıkları”. 1973 yılında, İran’da Hasanlu Tepe Arkeolojik Sit Alanı’nda keşfedilen çiftimizin milattan önce 800 yılında öldüğü düşünülüyor. Âşıklarımızın bulunduğu bölgede aynı zamanda ölmüş 300’e yakın daha iskelet kalıntısı bulunuyor. Hasanlu’nun işgali sırasında M.Ö. 800’de, diğer iskeletlerdeki şiddet izlerine bakılarak bir katliam yaşandığı sonucuna varılıyor.
Ancak Hasanlu Âşıkları’nın iskeletlerinde şiddet izine rastlanmıyor ve ölüm sebepleri “oksijen yetersizliği” olarak belirleniyor. Buradan da arkeologların vardığı sonuca göre, âşıklarımız işgal sırasında kaçmak için, iskeletlerinin de bulunduğu tuğla sandığa saklanıyorlar. Ancak işgal sırasında çıkan yangın ve yıkım sebebiyle burada mahsur kalıyorlar.
Oksijen git gide azalırken, Hasanlu Âşıkları, son anlarında öleceklerini anlayıp birbirlerine sarılıyorlar, öpüşüyorlar ve öldüklerinde de sonsuza kadar bu halde donup kalıyorlar: Sonsuz bir kucaklaşma ile sonsuza kadar âşık.
İskelet kalıntıları ilk bulunduğunda, bir iskeletin kadın, diğer iskeletin de erkek olduğu varsayılıyor. Ancak daha sonra DNA ve kemik analizleri üzerinde yapılan çalışmaya göre başka bir sonuca varılıyor: İki iskelet de erkek iskeleti.
Bu bulgu, bizi kuir tarihi ve özellikle hemcinsler arasındaki sevginin tarihteki ve günümüzdeki dışavurumunu tekrar düşünmeye itiyor. İki erkek arasında paylaşılan bu anlar, bir kriz anında, boğularak ölecekleri son zamanlarda ortaya çıkıyor. Tarihte evli çiftlerin beraber gömülmesine çok rastlıyoruz ancak ölüm anında yaşanan ve sonsuzlaşan bu an, çok doğal bir şekilde ifade edilmiş bir sevginin resmini çiziyor.
Modena Âşıkları
Bir diğer âşıklar ise “Modena Âşıkları”. Milattan sonra 4. ve 6. yüzyıl arasında öldükleri düşünülen âşıkların cesedi de ilk başta bir kadın ve bir erkek sanılsa da, sonradan iki erkek oldukları açığa çıkıyor.
Birlikte gömülen iki kişinin kalıntıları, yan yana ve el ele tutuşur bir pozisyonda bulunuyor. Etraftaki diğer tüm mezarlar sadece bir iskelet bulundururken, yalnızca bu mezarda ve bir çocukla yetişkinin gömüldüğü (ebeveyn ve çocuğu olduğu düşünülen) başka bir mezarda iki kişi bulunuyor.
Arkeologlara göre bu çağda iki erkeğin el ele gömülmesi hiç yaygın bir pratik değil ve bu yüzden aralarında özel bir ilişki olduğu sonucuna varılıyor.
Ancak o dönemde eşcinselliğin kabul görmediğini söyleyen tarihçiler, cenazeyi hazırlayanların iki erkeğin aşkını kabullenip onları beraber gömmesinin pek de mümkün olmadığını söylüyor. Bu sebeple iskeletlerin savaşta birlikte ölmüş askerler, kardeşler veya kuzenler olduğuna yönelik teoriler de var.
Fakat hem Hasanlu hem de Modena âşıkları, etraflarındaki bilinmezlerle günümüz anlamıyla “kuir” bir aşkın kesin bir kanıtı olmasalar da başka bir şeyi kesin olarak kanıtlıyorlar. Günümüzde yalnızca romantik anlamda sevgi değil, arkadaşlık sevgisi ve hatta bir baba ve oğul arasındaki sevgi bile heteronormatiflikle sınırlanıyor. Bir erkeğin başka bir erkeğe samimi ve açık bir şekilde, duygularını ortaya koyarak sevgisini göstermesi, sadece aşkta değil tüm ilişki biçimlerinde toplumsal bir tabu oluşturuyor. Erkeklerin birbirlerine sevgilerini ifade etmeleri, bir arkadaşlarına basitçe “seni seviyorum” demeleri bile garip karşılanıyor. Sevginin ve şefkatin açıkça gösterilmesi “kadınsı” görülüyor ve dolayısıyla heteronormatif düzende erkekler (kadınsı gördükleri her özelliğe karşı yaptıkları gibi) “eşcinsel gibi gözükmeme” çekincesiyle sevgiyi bastırıyor, ifade etmiyor. Ancak bu iskeletler tam tersini yapıyorlar, âşık olsunlar veya olmasınlar, tarihten bize sesleniyorlar ve birbirlerini açıkça çok seviyorlar.
(TY/AS)