Haberin Kürtçesi / İngilizcesi için tıklayın
bianet’in bir projesi için kaleme alıyorum bu yazıyı. 52 erkek, erkek şiddeti üzerine söz alacak ve her hafta bir metin olmak üzere bunlar peş peşe yayımlanacak.
Zemini anlamaya çalışıyorum. Erkek şiddeti hakkında 52 erkeğin söz almasını istediğimizde bu 52 erkekten ne isteriz? 52 rakamı bir yılı tamamlamak için, yani bir döngü, bir sembolizm sanki. Pekâlâ bir hafta ve her gün bir yazıdan 7 yazı da olabilirdi. Ha 52 ha 7, maksat aynı olurdu. Yani sonsuz, yani belirli bir rakam değil de devam eden, edebilecek bir şey, sürekliliğe bir gönderme, bir ucu (sonraya) açıklık.
O zaman soru şu: Sayı-ötesini temsil etmek üzere belirli sayıda erkekten erkek şiddeti üzerine söz almalarını istediğimizde ne isteriz?
Bunu X ülkesi vatandaşlarından seçilmiş 52 kişiyle yapılmış söyleşilerden oluşan Y ülkesinde gerçekleştirdikleri işgal, yağmacılık ve sömürgecilik ya da Q halkına yaptıkları katliam hakkında söz almak istemiş bir yayınla karşılaştırarak hayal etmeye çalışıyorum. Veya kökleri köle sahibi ailelere uzanan 52 beyazdan, siyahlara dönük ırkçılık hakkında söz almalarının istendiği bir durumla. Politik başka örnekler de hemen zihnime üşüşüyor ama her biri kendi bağlamının yükleri ve dağıtıcılığıyla geliyor o yüzden sınırlı tutmaya çalışıyorum. Özgürlükçü A ülkesi sakininden veya özgürlükçü beyazdan böyle bir söz alarak özgürlükçülüğünü ispatlamasını mı isteriz? Kapıda geçiş kartını çıkarmasını istemek gibi, bir tür “hamili yakınımdır”. Sanmıyorum, amaç “kötülerin” içinden birilerini elemekten ve birilerine ayrıcalık bahşetmekten fazlası olsa gerektir. Ya da birilerinin “daha az kötü” olabildiğini görüp rahatlamaktan ve korkumuzu hafifletmekten...
Diyelim bir beyaz tanık olduğu beyaz ırkçılığını kritik bir olay üzerinden anlatıyor. Bu anlatının aynı olayı bir siyahın anlatmasından farklı olduğunu düşünürüz. Daha “tarafsız”, daha “nesnel” bir eleştiri gibi olacağı için mi?
Biz lisedeyken tecavüz karşıtı bir film popüler olmuştu. The Accused (Sanık, 1988). Birkaç erkek gidip seyretmiştik. Ertesi gün beraber filmi izlediğimiz arkadaşlardan biri sınıftaki kızlara filmi anlatırken şöyle demişti: “Düşündüm ve kadınlara hiçbir zaman tecavüz etmemeye karar verdim!”
Bu yorumun (ve vaadin) kimsenin hoşuna gitmediğini anımsıyorum, en hafif deyimle.
Hiçbir zaman ırkçılık yapmamaya karar veren bir beyaz duymak ister miydi siyahlar? Hiç sanmıyorum. Zannedersem bu isteksizliğin temel sebebi “yapmamaya karar verdim” ifadesinde “yapma olasılığı”nın ve “arzusunun” diri tutulması. Bu ihtimalin iptaline ihtiyaç var belki de.
Başka bir anı. Bir sanatçı arkadaş, bu kez 80’lerde değil 90’lardayız sanırım, İstiklâl Caddesi’nde bir gece yarısı yürürken, Fransız Başkonsolosluğu’nun yanındaki dar sokakta bir adamın bir kadını dövdüğünü fark ettiğini, sokağın başında durup hiçbir şey yapmadan uzun uzun adamın kadını dövmesini, tekme tokat yerlere devirmesini seyrettiğini ve bir anlamda dayak bitince, adam durunca, kendisinin de durmayı bırakıp, önüne dönüp, yürüyüp gittiğini anlatmıştı. Türlü açıklamalar ve sorgulamalarla elbet. Bu arkadaş “Beyoğlu’ndaki olaydan sonra böyle durumlarda daha cesur olup, risk alıp devreye girmeye karar verdim” dese bu vaat bize iyi gelir miydi? 52 hafta bunu okumak ister miyiz? Niye istemiyoruz?
Bir karar olmasını değil de bir doğallık olmasını istiyoruz sanki. Bir kendiliğindenlik. Ve bir kendiliğindenlik olabileceğine dair bize bir işaret verilmesini. 52 hafta 52 böyle işaret verse 52 hafta okursun. Her siyah okur.
Beyazın/erkeğin doğasına dair fikrimizi yenileyecek bir söz istiyoruz öyleyse. Neden? Kötünün tümden kötü olmadığını düşünmeye mi ihtiyacımız var? Varsa neden?
Görebildiğim kadarıyla, temelde, birlikte yaşama ihtimalini ayakta tutmak için, geleceğe kucak için. İntikam için değil yeniden hayat için ve yeniden hayatın inandırıcı olabilmesi için.
Klasik anarşizmin “babalarından” Pyotr Kropotkin’in sevdiği bir etik önerme şu bulmacasında gizlidir: Suya düştüğünü gördüğünüz bir kız çocuğunu neden kurtarırsınız sorusuna verilecek hangi yanıt en etik yanıttır? Biraz deştikten sonra yanıt şöyle belirir: Hiç düşünmeden, herhangi bir gerekçe olmadan suya kurtarma amacıyla atlamış olmak en etik pozisyondur.
O yüzden itiraflar ve bastırma anlatıları bizi rahatlatmaz. “Aslında eskiden benim de siyahları görünce içimden ezme arzuları fışkırırdı, kadınlar ayrılmaktan bahsedince kaç kere elim dayağa gitti de kendimi bastırdım, geçmişte içimden ne tecavüzler geçti de hepsini durdurdum, ruhunuz duymadı, vs.” diyen bir sesin bizi ancak irkiltebilecek olması gibi.
Arzularından ve arzuların açacağı karmaşık etik pozisyonlardan bahsetme. Orada değiliz. Bana bir beraber yaşama imkânına dair ümit ver. Bana doğandaki bir şeyi göster. Doğanda olduğu için öyle ya da böyle geri gelecek, büyütülebilecek, yeşertilebilecek, canlandırılabilecek, geleceği olabilecek, bizim geleceğimizde rol oynayabilecek bir şeyden... doğanda olduğu için sana dair olduğu su götürmez bir şeyden bahset.
Kahramanlıklar olsun istiyoruz ama beyansız olsunlar –kahramanlık hikayeleri istemiyoruz. Schindler’in listesini Schindler tutmasın, deyim yerindeyse.
Ne itiraflar ne kahramanlık anlatıları ne büyük vicdan gösterileri ne de üstlenilen rezillikler ön açıcı.
Sessiz, deklarasyonsuz içten doğruların orada olduğunu bilme hissine ihtiyaç var.
7/52 konuşma formatının bir güzelliği de bu, 52 hafta boyunca tek bir erkek bile isteneni vermeyi başaramasa bile döngü devam edecek. İstedikleri kadar yanılganlıkları üstlerinde olsun. Formatın kendisi bunlara karşı bağışıklık sahibi baştan.
Geleceğin inşasına dönük inanılmaz insani bir deneme olduğunu düşünsek çok mu insanmerkezci bulunuruz –çok hayatyanlısı diye değiştirelim öyleyse insani sözcüğünü.
Kötücül anekdotlar yerine iyi anekdotlar da anlatılabilir, onlar da örnek verilebilir. Hayatyanlısı anları, tavırları, düşünmeden suya atlama anlarını toplayan yazılar da çatılabilir. Ama hayatyanlısı olmaya iyi örneklerle ikna edilmek istemeyiz. Kendiliğinden ve inandırıcı olmalıdır. Suda boğulurken birinin bizi hiçbirşey düşünmeden kurtardığına inanmalıyız ki kendi hiçbir şey düşünmeden suya atlayıp birini kurtarma tavrımıza da inanalım. Kendimizi böylece sevelim ve diğerini sevdiğimize de inanabilelim ve giderek sevildiğimize, sevilebildiğimize de.
Son sözler kahramansa eğer tam da o yüzden böyle yazıların ve böyle yazı dizilerinin zannedersem son söze ihtiyacı yok, hikmete ihtiyacı yok, büyük hiçbir bildiriye ihtiyacı yok.
bianet’in bir projesi için kaleme alıyorum bu yazıyı. 52 erkek, erkek şiddeti üzerine söz alacak ve her hafta bir metin olmak üzere bunlar peş peşe yayımlanacak. (SE/ŞA/APA)
* Görseller: Kemal Gökhan Gürses