Amerika Birleşik Devletleri (ABD) finans piyasalarında baş gösteren çalkantının içine ABD’deki reel ekonomiyi, giderek başta Avrupa Birliği (AB) ve Asya olmak üzere diğer coğrafyaları alması uzadıkça, değişik kriz teorileri de üretiliyor.
Bunlardan birini Kemal Derviş, Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği'nin (TÜSİAD) Anayasa Konvansiyonu toplantısında dile getirdi.
Derviş’e göre, Asya, ABD’deki ve olduğu kadar AB’yi kapsayacak krizden ayrışmış durumda. Bu “ayrışma” iddiası, haliyle, yüksek büyüme hızlarına sahip bu ekonomilerde işlerin yolunda gideceğini, dolayısıyla, krizin tüm dünyayı sarmayarak lokal, zamanla da geçici olacağını öne sürerek yüreklere su serpiyor.
Derviş, bu kehanetinden öteye de giderek Türkiye için de müjdeler verdi ve kriz alevinin henüz Türkiye’ye ulaşmadığını ve neredeyse hafif yaralarla geçiştirilebileceğini öne sürdü.
Derviş kalibresindeki bir isimden insan daha soğukkanlı ve bilimsel açıklamalar bekliyor. Ama belli ki, konu Anayasa Konvansiyonu olunca, ekonomi tahlili de amaca yönelik yapılıyor.
Küresel köyde ayrışma?
Bir kere, küreselleşme edebiyatının arşa vardırıldığı, her koşulda dile pelesenk edildiği daha belleklerdeyken, bugün nasıl oluyor da bu küresel köyde bazı mahalleler “ayrışabiliyor”?
Herkes biliyor ki Çin, Hindistan ve diğer Asya ekonomileri, ABD ve AB’deki dinamiklerden bağımsız büyümüyorlar.
Hatta, Asya’daki bu ülkelere taşınan sanayi üretimi, hizmet üretimi, ABD, AB kökenli küresel firmaların üretimi. Çin’in, Hindistan’ın, Güney Kore’nin ihracatı bu ülke sanayicilerinin ihracatı mıdır sanıyorsunuz? Hayır, küresel sermayenin Çin, Hindistan, G.Kore mahreçli ihracatıdır, üretimidir. Tıpkı bizde Fiat, Renault, Türkcell, Telekom gibi kuruluşların mal ve hizmet üretim ve ihraçlarının ağırlıkla yabancı sermaye mahreçli olması gibi.
Dolayısıyla, Asya’da icra edilen ve Batı’ya ihracatı yapılan ürün ve hizmet, hiçbir şekilde Batı’dan ayrışmış değil, bu bir.
İkincisi, Asya’daki küresel sermaye, ABD’de ve AB’de can çekişen mali sermaye ile bütünleşik, holding çatısı altındaki sermayedarlardır. Batı’da krize giren finansın reel sektördeki ayağını tökezletmemesi düşünülemez. Bugün Koç’un Yapı Kredi’si tökezlese, bundan Arçelik etkilenmeden kalabilir mi? Durum aynıdır.
Krize farklı savunma
Özetle, bu ayrışma teorisi , karanlıkta ıslık çalma, bize bir şey olmaz öyküsüne bir Derviş katkısı olmaktan öteye gitmiyor.
ABD finans krizinin neden dünyayı hemen sarıp sarmaladığı sorusunun cevabı iktisadın kendi kuralları içinde yatar. İktisatta etkilenme, boğazdan geçen şilebin dalgalarının kıyıya vurmasının epey zaman almasına benzer. Krizin dalgaları her ülkeye farklı biçimlerde yansır ve her ülkenin kendi özgün yapısından kaynaklanan savunma mekanizmaları vardır.
Bugün de bu süreç yaşanmaktadır. Her ülke ABD kaynaklı krize kendi özgünlüğü içinde savunma mekanizmaları geliştirmeye çalışmaktadır. Bazılarının kırılganlığı yüksek, daha erken etkileniyor, bazıları yüksek direnç gücüyle etkilenmesini asgaride tutuyor ya da erteleme imkanları buluyor.
Kriz önleme, savuşturma ve massetmede her ülkede kamu yönetimi farklı araçlara, her ülkenin toplumsal dokusu farklı özelliklere sahip. Ama, değişmez bir gerçek var; bu kriz, öyle ya da böyle tüm dünyayı etki alanı içine almış durumda. Bundan kimin ne kadar hasarla çıkacağını, kimin koşulları değerlendirerek avantajla çıkacağını zaman gösterecek.
Kriz, sanıldığı gibi 2008, 2009’la sınırlı değil, 2010’a kadar uzayacak bir süreç gibi durmaktadır.
Krizlerin toplumlarda kendini göstermesinin de birçok biçimi var. ABD’nin onca yaşadıklarına rağmen krize girmediğini iddia edenler var.
Psikiyatriden ödünç bir benzetme ile şöyle diyebiliriz: Krize giren toplumlar da tıpkı depresyona giren insanlar gibi, uzun sure krize girdiklerini fark etmezler, yaşadıkları anormalliğin farkındadırlar ama bunu adlandırmaya yanaşmaz, tedavi, yardım almaya direnirler.
Bugün, Türkiye dahil birçok ülke de aynı durumdadır. Aslında fiilen bir kriz durumu yaşanmaktadır ama “maskelenmiştir”.
Türkiye'nin maskesi yüksek faiz
Diğer ülkeleri bir yana bırakıp Türkiye’deki maskelenmiş krize eğilelim. Türkiye’de fiilen bir kriz hali yaşanmaktadır ama bunu maskeleyen ana unsur olarak yüksek faiz politikası uygulanmaktadır.
Son durum şudur: Cari açık yıllık bazda 42 milyar doları bulmuştur ve eğilim yıl sonunda 50 milyar doları bulması yönündedir. Bu kadar büyük cari açık, dış kaynağa bağımlılığı artırmaktadır. Dışa bağımlı enerjinin faturası açığı katlayabilecektir.
Açığı azaltmak için bulunamayan dış kaynak eninde sonunda kurun yukarı seyrini getirecek ve kur patlaması her şeyi berheva edecektir.
Tüketici güven endeksi her ay aşağı inmektedir. Reel sektör güven endeksi de iyimserliğini yitirmiştir. Resmi işsizlik yüzde 11-12’de kemikleşmiştir. Enflasyon, temmuzdaki enerji zamları ile yeniden alevlenecek ve yıl sonunda yüzde 20’ye ulaşabilecektir. Tüketici kredi ve kredi kartı borçları ile hane halkının borç yükü 110 milyar YTL’ye doğru seyretmekte ve geri ödemelerde zorluklar yaşanmaktadır.
Özel sektörün sırtında 150 milyar dolara doğru tırmanan bir dış borç stoku vardır. Düşük kura güvenilerek yapılan bu borçlanma , kurun yukarı seyri halinde önce reel sektörü, giderek mali sektörü içine çekecektir.
Bütün bu olumsuz kriz tablosu karşısında , maskeleyici ana unsur, yüksek faiz politikasıdır. Yüksek faiz sayesinde, büyümenin ana rüzgarı olan dış kaynak girişi sağlanmaya ya da çıkışı azaltılmaya çalışılmaktadır. Bu sıcak para ve yabancı sermaye girişi sayesinde , normalde yukarı doğru fırlaması gereken döviz kuru aşağı bastırılmaktadır. Normalde 1 dolar 1,50-160 YTL bandında seyretmesi gerekirken, yüksek reel faizle 1,20-1,25 YTL bandında tutulmaktadır.
Bu yüksek faiz aracıyla , iki haneye sıçramış enflasyonu tekrar tek haneye indirme umudu beslenmektedir. Bu yüksek faiz ödenerek bastırılan döviz kuru, 250 milyar doları aşan dış borç stokunun yüzde 66’sına sahip özel firmaları kabuslardan kurtarmakta, giderek daha fazla dışarıdan borçlanmaya itmektedir.
Normalde yüksek faizli ekonomi, iğneyle sahada kalabilen futbolculara benzemektedir. Bu uyuşturucu iğneyi ortadan kaldırırsanız, sahaya yığılıp kalacaktır.
Yüksek faizin faturası
Maskeleme aracı olarak kullanılan yüksek faizin ise ödettiği ağır bir bedel vardır. Yüksek faizlerle kamu iç borç stoku çevrilmeye çalışılmakta, bütçede yatırıma, sosyal harcamaya dönüşebilecek kaynaklar, yeniden rantiyelere akmaktadır, faiz harcamaları yeniden başını kaldırmıştır.
Bu, gelir dağılımını yeniden bozan bir unsurdur. Yüksek faiz, genelde faizleri yukarı çekmekte, üreticinin, tüketicinin kredi maliyetlerini yükseltmekte ve hem enflasyonist etkiler yaratmakta hem de ekonomiyi daraltmaktadır.
Yüksek faizle tesis edilen düşük kur politikası, ithalatı azaltmamakta, cari açığı büyütmekte, yerli üretimi, yerli istihdamı olumsuz etkilemektedir. Dış borçlanmayı kamçılamaktadır.
Özetle, hem 2007’de başlayan kendi dinamiklerinden kaynaklanan tekleme, hem dünya krizinin sert rüzgarları, hem de üstüne binen siyasi gerilimlerle bir fiili krizi yaşamaya başlayan Türkiye ekonomisinde, bu kriz daha ağır hissedilmiyorsa bu geçici yüksek faiz maskesi ile gerçekleşmektedir ve bu maskenin düşmesi ya da etkisizleşmesiyle kriz bütün ağırlığıyla hissedilecektir ve bu maske ile yaşamak da çok mümkün görünmemektedir.(MS/EÜ)