20. yüzyıl uzun yılların yüzyılıdır aynı zamanda... Uzun yıldan kasıt, o yıl olanların yıllarca etkisini sürdürmesi, aradan uzun zaman geçtikten sonra bile o yıldan söz edilmesidir.
20. yüzyılın uzun yılları beş tanedir: 1917, 1929, 1945, 1968 ve 1989. 1917 Ekim Devrimi'ni, 1929 kapitalizmin tarihindeki en büyük krizi, 1945 İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesini ve sosyalizmin bir dünya sistemi haline gelmesini simgelerken, 1968 ise değişik ülkelerde otoriteye ve yönetimlere isyanın yılıydı.
Yirmi yıl geride kalan 1989 ise, Orta ve Doğu Avrupa'da kıtasal altüst oluşun, sosyalist iktidarların birbirinin ardı sıra devrildiği yıl olarak biliniyor. Öteki yıllar gibi 1989'da simgesel bir yıldır, öncesi ve sonrası vardır.
Bu yazı dizisinin amacı önceyi ve sonrayı incelemektir.
Tarihsel incelemelerde kullanılacak yöntem önemlidir. 1989'un öncesi ve sonrası baştan ve sondan başlanılarak iki türlü incelenebilir: Baştan ya da 1848'de Komünist Manifesto'nun yayımlanmasından başlar, 1917 Ekim Devrimi'nden geçerek 1989'a gelmeye çalışırsınız... Veya 1989 sonrasında ortaya çıkan toplumun incelenmesinden başlayarak geriye doğru gidersiniz.
İlk yöntemle tarihin içinde kaybolmadan 1989'a ulaşmak neredeyse mümkün değildir. Bu yazıda sondan başlanılarak geriye doğru gidilmeye çalışılacaktır.
Büyük değişim
1989'da Orta ve Doğu Avrupa ülkelerindeki komünist partileri ya da aynı anlama gelen başka ad taşıyan partiler iktidarı bırakmak zorunda kaldılar. Polonya'da başlayan değişimden sonra Macaristan geldi, bunu Demokratik Almanya Cumhuriyeti (DAC), Çekoslovakya, Bulgaristan ve Romanya izledi. Arnavutluk ve Yugoslavya'daki iktidar değişikliği ile SSCB'nin varlığının sona ermesi ve onu oluşturan ülkelerdeki iktidar değişimleri de bunun ardından gelecekti.
Bu değişim bugün unutulmuş gibi görünen büyük kitle gösterileriyle birlikte gerçekleşti. Romanya dışındaki ülkelerde iktidardaki partiye karşı, bazıları DAC'de olduğu gibi aylarca süren büyük gösteriler yapıldı. Farklı ülkelerdeki gösterilerin ortak talepleri şunlardı:
Komünist partisinin önderliğini garanti altına alan Anayasa maddesinin iptali; çok partili ve seçimlerde çok adaylı sisteme geçiş; seyahat, toplanma ve fikir özgürlüğü...
Kitle gösterilerinin birkaç nedeni vardı:
Birincisi: Tek tek sosyalist ülkelerin yanı sıra bir bütün olarak da sosyalist sistem büyük iddiasını kaybetmişti: Üretici güçlerin geliştirilmesinde kapitalizme yetişmek ve geçmek... Emek verimliliği düzeyinde sosyalist ülkeler eskiden de gelişmiş kapitalist ülkelerin gerisindeydiler, ama en azından aynı düzlemde yer alıyorlardı. 1970'li yıllarda bilimsel-teknolojik devrime ya da başka bir deyişle mikro elektronikteki büyük gelişmeye ayak uyduramadılar ve iyice geride kaldılar. Batı'da üretim bilgisayarlaşır ve dolayısıyla maliyet büyük oranda düşerken, sosyalist ülkeler bunu yapamadılar.
Bu gelişme dayanıklı tüketim malları üretiminde etkisini hemen gösterdi ve öncelikle Avrupa'daki sosyalist ülkeleri etkiledi.
İkincisi: Romanya dışındaki bütün sosyalist ülkeler büyük bir borç yükü altındaydı. Bir bölümü artık yeni borç bulamayacak kadar kötü durumdaydı. DAC bu konuda aydınlatıcı bir örnektir. Sosyalist dönemde DAC ekonomistlerinden olan H. Nick, 1990'lı yıllarda yazdığı yazılarında ülke ekonomisinin girdiği çıkmazı şöyle açıklar: "Biz yıllarca ürettiğimizden fazlasını tükettik ve aradaki farkı da dış borçla kapatmaya çalıştık."
Sosyalist ülkeler yüksek yaşam standartları ve gelişmiş sosyal güvencenin karşılığını sadece üretim kapasiteleriyle değil, dış kredilerle sağlıyorlardı ve bu konuda gidilebilecek yol da artık bitmişti.
Üçüncüsü: SSCB'nin tutumudur. Sosyalist ülkelerin karşılaştıkları ekonomik sorunlarla fazlasıyla yüzleşmek zorunda kalan SBKP, 1985 sonrasında yaptığı açıklamalarda, 1956'da Macaristan ve 1968'de Çekoslovakya'da olduğu gibi gelişmelere müdahale etmeyeceğini vurguladı. Başka bir deyişle, Orta ve Doğu Avrupa'daki sosyalist ülkelerin halkları kendi yollarına gidebilirlerdi.
Bu ülkelerin tümünde önemli sayıda Kızıl Ordu askeri bulunuyordu ve bu açıklama "ne yaparsanız yapın, karışmayacağız" anlamına geliyordu. Nitekim bu ülkelerdeki komünist partileri iktidarı bırakmak zorunda kalırken Kızıl Ordu birlikleri müdahale etmediler.
Dördüncüsü: Tarihin garip bir cilvesiyle 141 yıl önce Avrupa'daki kapitalist ülkelerde iktidarların zincirleme etkiyle peş peşe devrileceği düşünülürken, bu durum sosyalist ülkelerde ortaya çıktı. Bir ülkede olan değişim kısa sürede ötekine sıçradı.
Bunlar kapitalist ülkeler değillerdi ama ekonomik olarak birbirlerine bağlıydılar. COMECON içinde her ülkenin görevleri vardı. Bir ülkenin yaşanılan değişim nedeniyle görevlerinden çekilmesi sistemin genelini etkiliyordu.
Örneğin SSCB özellikle DAC'nin petrol ihtiyacını yıllarca düşük fiyatlardan karşılamıştı. SSCB, içine girdiği ekonomik sıkıntı nedeniyle enerji fiyatını dünya standardına yükseltince DAC ekonomisi sıkıntıya giriyordu. DAC, COMECON içinde otobüs ve öteki toplu taşıma araçları konusunda uzmanlaşmıştı. Ondaki aksaklık öteki ülkeleri de etkiliyordu.
Burada merkeziyetçiliğin önemli bir handikapı da ortaya çıkıyor: Kaynakların rasyonel dağılımında işlevli olan merkeziyetçilik, işler kötü gitmeye başladığında bir alandaki sıkıntının hızla her yana yayılmasını da sağlıyor.
Beşincisi: Özellikle Orta Avrupa ülkelerinde yıllar öncesinden gelen önemli bir muhalefet vardı. Bu muhalefet 1960'lı yıllarda sosyalizm çerçevesinde yapılırken, 1980'li yıllarda kendisini değiştirmesi mümkün olmadığına inanılan sosyalizme karşı yapılacaktır.
Macaristan'da göstericilerin 1956 ayaklanmasından sonra idam edilen KP Genel Sekreteri Nagy'nin itibarının iade edilmesini sağlamaları, Çekoslovakya'da 1968'in önderi Dubçek'in 20 yıl sonra eski saygınlığına kavuşması bu bağlamda gerçekleşti.
Yarın: Sosyalist ülkelerde ortaya çıkan burjuvazi kimlerden oluşuyordu?