Babası kesik uçlu dolmakalemle yazmayı severdi. Dolmakalemin ucunu eğe ile keser, o olağanüstü güzel imzasını atarak dener, gerekirse biçimlendirirdi. Babasının rahat okunan, işlek, çok güzel bir el yazısı vardı.
Herkesin el yazılarını tuş takımlarında erittiği yıllardan önceydi. Yıllar sonra babasının çok sevdiği Tiko dolmakalemi geçti eline. İlkokul karnelerini, ortaokul karnelerini, lisedekileri o kalemle imzalamıştı babası, okula götürmeden önce.
Birinde "Hep kızlarının durumunu soruyordun öğretmenlerine gidip, benimkini sormuyorsun" demişti, derslerinin iyi oluşunun şımarıklığıyla.
Babası söylediğine aldırmadığını özellikle belli ederek "Onlar yarın el eline bakmasınlar, hepsini birer meslek sahibi yapmam gerek, sana okuman için her türlü olanağı sağlıyorum; okursan okursun, okumazsan okumazsın, alırım bir hamal semeri geçimini sağlarsın okumamanın cezasını çekerken" demişti.
Kalemi aldı, mürekkebi yoktu içinde.
"Dolmakalem tıkandığında birkaç kez mürekkep çek boşalt, yeniden yazar" derdi babası. Dediğini yaptı. Yazmıyordu. Aklına takılmıştı kalem. Birkaç kırtasiyeciye sordu. Çoğu yeni bir dolmakalem almasını önerdiler. Sonunda bir tanesi Ulus'ta bir iş hanının alt katında birinin adresini verdi. Ancak o onarırdı kalemi.
Gidip buldu adamın yerini. Çok yaşlı, zayıf, kalın gözlüklü, saçları bembeyaz, soluk yüzlü bir ihtiyardı. Gözlerinin ışığı sönmüş gibiydi.
Dükkânı iki metrekareden biraz büyük, merdiven altı camekânından ibaretti. Küçücük bir masanın önündeki sandalyede oturuyor, geriye kapıyı ancak açabileceği bir yer alıyordu. O yaklaştığında penceresinden başını uzattı:
- "Buyurun..."
Dolmakalemi çıkardı cebinden. "Babamın kalemi" dedi, "yazmıyor da!".
Gözleri parladı birden yaşlı adamın:
- "Tiko dolmakalem" dedi heyecanla.
Elinden kaparcasına aldı dolmakalemi. Kucağına aldığı bir bebeği sever gibiydi.
En son dolmakalemi otuz yıl önce onarmıştı. Bir elinden diğerine geçirip duruyordu dolmakalemi dikkâtle incelerken.
- "Yıllardır kimse tamire dolmakalem getirmiyor! Eskiden dolmakalem tamircisiydim. Artık ufak tefek, başkalarının onarmaya üşendiği araç gereç onarımıyla günü geçiriyorum işte!"
Önüne beyaz bir bez serdi. Parmakları ile okşar gibi dokunuyordu kaleme, bir sihirbaz ustalığı ile sökmeye başladı. Her parçayı özenle sıralıyordu bezin üzerine. Dolmakalemin böyle sökülebildiğine şaşkın, camekânın önündeki sandalyeye oturup izlemeye başladı.
Her parçasını özenle inceliyordu tamirci.
- "Bak pompa örselenmiş" dedi, "çok bükmüşsünüz!".
Hafif bir azarlama tonu vardı sesinde. Küçük bir eğe ile yarım saat uğraşarak düzeltti bozulan dişi. En son dolmakalemin ucunu söktü dikkâtle. Arkasındaki rafta renkli bir çözelti ile dolu şişe vardı, uzanıp aldı, kapağını açarak masaya koydu. Birazını boşalttı çekmeceden çıkarttığı metal bir kaba. Tek tek çözeltiden geçirdi parçaları. Zaman zaman elleri titriyordu. Temizlerken işlevini anlatıyordu her parçanın. Temizlenmesi bitince özenle birleştirdi parçaları.
Camekânın kapısını açtı, "birazdan geliyorum" diyerek caddeye çıkan merdivenlere yöneldi.
Yeni bir şişe mürekkeple döndü. "Yıkanır sabit mavi" bir mürekkepti, üzerinde yazdığına göre. Dolmakaleme birkaç kez mürekkep çekip boşalttı, babasının dediği gibi. Çözelti kalıntılarını temizliyor olmalıydı. Bir beyaz kağıt çıkardı çekmeceden. Birkaç yazı denemesi yaptı, kayar gibi yazıyordu kalem.
Sanki hiç bitmesin istiyor gibiydi yaptığı iş.
- "Babanızın yazısı çok güzel olmalı" dedi. "Kalem onun elini çağırıyor, dolmakalem sahibini tanır bir süre sonra, bir başkasına direnir, yazmaya susamış garip!"
Heyecanla kalemi alarak çıktı dışarı yeniden. Yandaki hırdavatçıya gösterdi kalemi "Tiko dolmakalem" dedi. "Bu bey getirdi, onardım da!"
Hırdavatı şöyle bir baktı, ilgisiz. Pasajdaki bütün dükkânları dolaştı, kalemi getiren de peşinde. Ne berber, ne giysi onarıcısı, ne de diğerleri pek önem vermediler. Biraz ilgi yakalama çabasındaydı. Kimsede bulamadı aradığı ilgiyi. İlgisiz bakışların yorgunluğuyla döndü camekânına.
Titreyen elleriyle kalemi uzatırken vermek istemez gibiydi.
Borcunu sordu.
- "İstemez" dedi, görevini yapmışların gururu ile.
- "Az ekmek yemedim dolmakalemlerden. Hor kullanmayın, tarih bu dolmakalem, tarih" dedi.
Para vermek için çok ısrar etti. Almadı ne yaptıysa. Biraz daha tutmak ister gibiydi onu, gözü elindeki kalemde. Kalemi yeniden aldı. Kapağı açıp vida dişlerine baktı. Bir şey bulamayınca uzattı yeniden canı sıkkın.
- "Kimin işine yarar ki artık, buyurun" diyerek kutusuna yerleştirdiği mürekkebi de tutuşturdu eline. Mürekkebin parasını da almadı. Ara sıra çayını içmeye çağırdı onu.
Söz verdi uğrayacağına.
- "Hastalanırsa getir" diye seslendi merdivenleri çıkmaya başladılar.
Güldüler söylediğine. (ÇG/MS)
Morsayrılık (Öykü)
Çağatay Güler, Palme Yayıncılık, 2011, 90 Sayfa.
(Yazarının özel izniyle yayınlanmıştır.)