Maddi bakımdan zor durumda kalan kurumları yaşatmak için ilan edilen seferberlikler, çoğu zaman tartışma konusu oluyor. Gönlü o kurumların kapanmasına, iflasına, satışına, yıkımına razı gelmeyenler, romantik hayalperestlikle, naif olmakla veya muhafazakârlıkla ‘itham’ ediliyor.
Deniyor ki, “Canım onlar da işlerini iyi yapsalardı, müşteri/ziyaretçi kaybetmeselerdi, kâr etmeyen müessese bırakın kapansın, ekonomiden anlamayanlar iş yapmasın, hem bunların devri kapandı artık” falan filan…
Bu hafta biraz gecikmeli de olsa gidip Beyoğlu Sineması sadakat kartı aldım. Malum, sinema son dört yıldaki ikinci büyük maddi krizini geçiriyordu, hatta 30 Haziran’da kapanacağı açıklanmıştı. Yazar, eleştirmen Cem Altınsaray’ın çabalarıyla Beyoğlu Sineması Kartı sistemi kuruldu. Kartı alanlar, işletmeye bir tür mikro kredi vermiş oluyor, karşılığında da ücretsiz film izleme hakkı kazanıyor. Birkaç farklı fiyat kategorisi var. Alıp başkasına hediye de edebiliyorsunuz.
Gişedekilerle biraz sohbet ettik; satışlar fena gitmese de henüz sinemayı kurtarmak için gerekli rakama ulaşamamışlar. Tatildeki İstanbullunun şehre dönüşünü bekliyorlar dört gözle.
Sinemanın kapanacağı açıklandığında özellikle sosyal medyada epey bir gürültü koptu, pek çokları isyan etti, eski Beyoğlu’nu kayıp evladını arar gibi arayanları, Emek’i kurtaramamanın acısını daha atlatamamışları yas havası sardı. Evet, muhtemel ki çoğu da yakın zamanda Beyoğlu Sineması’na gidip bir film izlememişti. Ama onun hâlâ İstiklal Caddesi’nde bağımsız film gösterimlerini sürdürdüğünü bilmek iyi geliyordu. O, orada durduğu sürece, bu şehre dair anıların bir kısmı güvendeydi.
Emek, Alkazar, Lale, Sine-Pop, Elhamra, Saray, Rüya… Hepsi son 18 yıl içinde, çoğu son dönemde kapanıp gitti. Bunlar sadece kaybettiğimiz sinema salonları. Parkları, okulları, iki çay içip saatlerce oturabildiğimiz çay bahçelerini, tiyatroları, kültür merkezlerini, balıkçı barınaklarını, Sulukule gibi koca mahalleleri saymıyorum bile. Hepsi gitti… Onlarla birlikte anılar da…
İstanbul sokaklarında hafızasız dolaşıp duruyoruz. Daha 30’lu yaşlarındaki insanlar bile nostaljiden mustarip. Kafamızda yaşatmaya çalıştığımız eski İstanbul, zamana, hafızaya yenik düşüp giderek siliniyor. Her şey öyle hızlı, öyle vahşice olup bitiyor ki, eskinin tanımı bile değişiyor.
11 Aralık 1989’da kurulmuş, henüz 28 yıllık Beyoğlu Sineması’na kültür mirasıymışçasına böyle sıkı sıkı sarılmamızın nedeni budur. İstiyoruz ki biri de bize kalsın, birini de şehirleri alınıp satılabilir birer ürün haline getiren neoliberal politikaların pençesinden kurtarabilelim. Bilelim ki, bu şehir hâlâ bizim de şehrimizdir.
Kendi adıma, içine doğup büyüdüğüm bu kent, kimliğimin bir parçası. Bana şekil veren yer. Bildiğim, tanıdığım, sevdiğim hali elimden kayıp giderken geride kalan her küçük parçasına sadakat duymaktan başka şey gelmiyor elimden. O her küçük parçayı tutmaya çalışırken tutunmaya da çalışıyorum. O yüzden Beyoğlu Sineması kartı almak sadakatin gereğidir. (BT/EKN)