Her duruşma sonrası duruşmaya dair yazmak neredeyse bir alışkanlık haline geldi gibi!
Hapishaneden çıkmak, bir saati aşkın bir zaman diliminde ringin ufacık penceresinden yol boyunca dışarıyı seyretmek. Boğazın güzelliğini, İstanbul'un sabah ve akşam trafik keşmekeşinde insanların koşturmalarını izlemek. Yerin yedi kat adlında biz tutsaklar için devletin yarattığı o bambaşka dünyanın bir parçası olmak.
Duruşmada heyetin donuk bakışlarına inat; sevdiklerimizin sevgi dolu bakışlarıyla gözlerinizin buluşması... Karşılıklı öpücükler gönderip, seni seviyorum diye seslenip el sallama.
Velhasıl gri tutsak yaşamlarımızın bozulup, yerini sıcak ve değişik renklere bıraktığı saatler oluyor duruşma günleri.
2011 baharından beri 10. ACM heyetindeki değişiklikleri takip etmekte hayli zorlandım(k).
Neredeyse her duruşmada farklı bir savcıyla karşılaştık.
Yine her duruşmada ya heyet üyelerinden biri, ya ikisi ya da heyetin tümünün değiştirilmiş olduğuna tanık olduk.
Bu nedenle 6 Eylül 2012 tarihli duruşmada, öğle verilen aradan döndüğümüzde, henüz duruşma başlamamıştı.
Salondan sadece heyet üyeleri ve bizden birkaç kişi vardı.
Savcıya bir soru yöneltmek istediğimi söyledim mahkeme başkanına.
Başkan sorumu sorabileceğimi söyledikten sonra da savcıya bu duruşmada geçici olarak görevlendirildiğini bildiğimi, ancak dosyaya dair herhangi bir bilgisinin olup olmadığını sorudum.
Bu soruyu yöneltirken, dosyanın binlerce sayfalık klasörlerden oluştuğunu, iddianamenin 400 sayfaya yakın olduğunu ve o dosyaları 15 gün boyunca, günlük en az sekiz saatten fazla bir zaman ayırarak okuduğumu da sözlerine ekledim.
Hem o zamanki heyet başkanı, hem de savcı dosyayı incelemesinin mümkün olmadığını belirtince, bir soru daha yönelttim savcıya.
"Duruşma sonunda bizim durumumuzla ilgili fikir belirteceksiniz. Bugüne kadar heyette yer alan ve katıldıkları ilk oturumda savcılar dosyaya dair bilgileri olmadığı halde, her defasında, 'Suç vasfı, delil durumu" diye başlayıp, "tutukluluğumuzun devamı' yönünde fikir belirttiler.
"Şimdi sizde mi aynı şeyi yapacaksınız? "Belki sizler bakımından üç beş ayın bir anlamı olmayabilir. Ancak bizler bakımından her bir üç beş ay hayatlarımızdan çalınan aylar, günler oluyor' demiş ve yerime oturmuştum."
O duruşma sonunda savcıdan fikir sorulduğunda, "Eksik hususların giderilmesi ile geçici olarak duruşmaya çıktığımdan tutuklu sanıkların ve müdafilerin tahliye istemleri ile ilgili davaya katılım isteklerinin mahkemece değerlendirilmesi talep olunur" demişti.
Savcının bu tercihinde öğlen arasında kendisine yönelttiğim sorular üzerinden yaptığımız kısacık sohbetin bir etkisi olmuş mudur?
Bilemiyorum!
Ancak bu davranışının ahlaki olduğu, meslek etiğine uyduğu kesin!
Önceki gün (13 Aralık) gerçekleşen duruşmada bu defa heyet başkanı ve bir üyeyle birlikte savcı da değişmişti! Üstelik savcının henüz 10 ACM'ye atanmadığı, kısa bir süre sonra durumun netleşeceği bilgisi de mahkeme başkanınca verildi.
Duruşma daha başlamadan, soğuk bir rüzgâr estirildi salonda!
Tutuklu sanıklarla, tutuksuz sanıklar ayrı sıralara oturtuldular.
Tutuksuz sanıklardan Arzu ve Bilgi'nin sevgililerinin yanına oturma talepleri heyet başkanınca kesin bir dille reddedildi.
Oysa o güne kadar hiçbir duruşmada böyle bir sorun yaşanmamıştı ve çiftlerin yan yana oturmasından dolayı da duruşmaların ciddiyetine bir helal gelmemişti!
Heyet başkanı 17. oturumu açtı ve duruşma başladı.
Bir önceki duruşmada alınan kararlara ve sonuçlarına ilişkin gelen yanıtları sıraladı başkan.
Ardından da iddia makamı söz aldı:
"Gelen belge ve cevaplara bir diyeceğimiz yoktur. PTT Genel Müdürlüğünün katılma talebini mahkemenin takdirine bırakıyoruz. Dosyanın mütalaa için Cumhuriyet Başsavcılığımıza tevdii, eksikliklerin ikmali, suç vasfı ve mevcut delil durumuna göre sanıkların tutukluluk hallerinin devamına karar verilmesi talep ve mütalaa olunur."
Duruşmanın en başında...
Bizler ve avukatlarımız henüz söz almamışken!
Dosyadan bihaber olan, dosyayı bir kez bile okumadığı her halinden belli olan savcı; kılını bile kıpırdatmadan çok rahat bir şekilde, ezberindeki "suç vasfı ve mevcut delil durumuna göre sanıkların tutukluk hallerinin devamına karar verilmesi" talebinde bulundu!
Suç vasfını anladık da!
Ya "mevcut delil durumu"?
Dosyayla ilgili hiçbir bilgiye sahip olmadığı aşikârken, savcının gayet rahat bir şekilde; "mevcut delil durumu" demesi hangi adalete, hukuka ve meslek etiğine sığar ki?
Bu soruları sorarken hakikaten alaycı bir gülümseme beliriyor yüzümde!
Eminim sizler de bu satırları okurken aynı şekilde gülümseyeceksiniz.
Ve "hangi meslek etiği", "adalet ve hukuktan söz ediyorsun" diye bir de esaslı bir soru yönelteceksiniz bana!
Haklısınız!
Hem de çok haklı!
Fakat insan Türkiye'de hukuk sisteminin koca bir hukuksuzluk, adaletsizlik silsilesi olduğunu bilse de; yine de "bu kadar da olmaz" diyip, böyle sorular yöneltiyor, yöneltebiliyor.
İşte böyle bir can sıkıntısıyla döndük duruşmadan.
A-8 sakinleri koğuşun kapısında karşıladılar bizi.
Meğer onlar duruşmanın sonucunu radyo haberlerinden öğrenmişler.
Ve savcının peşin peşin "tutukluluk hallerinin devamına" talebine rağmen, heyet bir kişiyi tahliye etmiş!
Serkan Gündoğdu'nun tahliye müjdesinin ardından, bir şeyler atıştırmak ve duruşmayı anlatmak için masanın etrafını çevirdik.
O arada duruşma tarihi ve varsa ayrıntılara dair 19.00 Ana Haber Bülteni'ni dinlemek için de radyoyu açtık.
Dinlediğim haber o sabah savcının meslek etiğine dair davranışının üzerine hakikaten afilli bir tüy dikti!
2009 yılı sonundan beri kendileriyle ortaklık da dâhil olmak üzere her çeşit ilişkimi kestiğim için duruşma haberlerinde ve tutuklu gazetecilerle ilgili haberler de ismime özel olarak sansür uygulamalarını kaybettikleri irtifa kaybına vermiş, eleştirip geçmiştim.
Bu defa haberi dinleyince...
Hakikaten ne diyeceğimi, ne düşüneceğimi şaşırdım.
Bana dair bir cümleden ibaret haberi yapan "muhabiri", o haber bültenini redakte eden "editörü" hakikaten kutlamak gerekir.
Zira yaptığım 15-20 dakikalık savunmamdan aldıkları cümle bana ait değil!
Haberdeki iddiaya göre ben duruşmada demişim ki; "Tutuklu sanıklardan Füsun Erdoğan'da Adli Tıp'tan bekledikleri rapor gelmediği için, mağdur olduğunu ve bu arada ameliyat olduğunu söyledi".
Duruşmada böyle bir cümle kurmadığımı çok iyi biliyorum.
Görüşmeyi takip eden muhabir Adli Tıp'a götürülen tutsaklara yaşatılan fiziki zorluklardan, orada yapılan gayr-i ciddi muayeneden ve diğer sorunlardan bahsettiğime, dosyadaki polis imalatı "delilleri" teşhir eden, hukuksuzluklara dair sözlerime yer vermeliydi.
Ve bir de, tutuklu gazetecilerden biri olduğuma...
Yani kıssadan hisse ifade edecek olursam.
Duruşma savcısının peşin peşin "tutukluluğumuzun devamına" diyerek hem insani, hem de mesleki bakımdan etik kavramını düşündürüp, tartıştırırken bu radyo haberi meslek etiğini tartıştırdı o akşam! (FE/BA)
* Füsun Erdoğan, 15 Aralık 2012, Gebze Kadın Haapishanesi