Kosova’nın Prizren kentinde düzenlenen uluslararası belgesel ve kısa film festivali sona erdi. Bu sene 4-12 Ağustos tarihleri arasında gerçekleşen etkinlikte 105 film sekiz kategoride yarışmış oldu. Dokuz gün süren DokuFest’te toplam 256 film tarihî kentin merkezî sinema salonlarında seyirciyle buluştu. Havanın yağmurlu olduğu gecelerde açık havada yapılmak üzere programlanmış gösterimler ne yazık ki kentin yeni mahallelerindeki kişiliksiz alışveriş merkezlerinde gerçekleştirilmek durumunda kaldı.
DokuFest boyunca ayrıca çalıştaylar, paneller, tartışmalar, mastırklaslar, sergiler ve muhtelif konserler Prizren’i bir sinema, müzik ve sanat merkezi haline getirdiler.
Beton nereye kadar?
Türkiye’nin de dahil olduğu geniş Balkan coğrafyasından festival için seçilen filmlerin bir kısmı DokuFest’in Balkan Dox bölümünde yarıştı. Somnur Vardar imzalı Boşlukta (Drifting) bu klasmanın galibi ilan edildi. Jüri, mutenalaştırma kurbanı İstanbul’un korkunç boyutlarda değişen silüetine odaklanan yönetmenin Kürt inşaat işçilerinin sömürü düzeyindeki çalışma şartlarına dikkat çekerken mevzuyu insanca ve kahramanlarına hürmet göstererek işlediğini belirtmiş.
Zarif anlatım diliyle samimi bir sinemasal alan yaratırken kırılganlık, dayanıklılık ve dayanışma anlarına ışık tuttuğunu da ifade etmiş.
Yönetmenin konuya ve kahramanlarına yönelik bağlılığı ve sadakati, çağdaş Türkiye’nin karmaşık iktisadi projesine farklı bir bakış atılmasını da mümkün kılıyor. Seyirciyi tefekküre mutlaka yönelten filmin sosyo-politik olarak yadsınamaz bir yorum içerdiği de jüri kararında yer alan cümlelerden.
Somnur Vardar’ın belgeselini, kökleriyle bağlantısını çoktan yitirmiş savruk İstanbul’u hâlâ “taşı toprağı altın” sananların izlemesi faydalı olacaktır.
İnsan hakları şart!
DokuFest’in insan hakları klasmanı Human Rights Dox’un galibi Altın hayat (Or de vie/A golden life) adlı belgesel oldu. Burkina Faso, Benin ve Fransa ortak yapımı filmde yönetmen Boubacar Sangaré 16 yaşındaki kahramanının 100 metreden de derine inip ilkel bir madende altın arayışına odaklanıyor. Tedirgin olduğu kadar cesur olan genç Rasmané aslında eğitimine devam edebilmek için para kazanmaya çalışırken mücadelesini çok zor şartlarda sürdürmek durumunda kalıyor.
Çocuk işçiliğine damardan bir bakış atan belgeselde yönetmenin kahramanıyla ulaştığı samimiyet seviyesi ortama mümkün olduğunca tarafsız bir bakış açısıyla nüfuz etmemizi sağlıyor. Kapitalizmin sağladığı konforlarla bilhassa şehirlerde büyüyen çocukların şımarma eğilimine kıyasla Rasmané’nin olgunluğu ve dirayeti görülmeye değer.
Yönetmenliğini Ayşe Toprak ile Nick Read’in paylaştığı Adım Mutlu (My name is happy) 22. DokuFest İnsan Hakları Yarışması jürisinin mansiyonuna layık görüldü.
Jüri, cinsiyet odaklı şiddete karşı kadınları korumanın dünya çapında yeterince önemsenmediğini ifade etmiş. Gezegenin tamamında aktivistlerin büyük çabalarına rağmen kadın cinayetlerinin sayısının yüksek olmaya devam ettiğini de belirtmiş.
Duygusal olarak keskin sıfatıyla betimlenen belgesel seyirciyi güçlü olduğu kadar iyimser bir genç kadınla tanıştırıyor ve sesini etkin bir protesto gereci olarak kullanmasına tanıklık etmemizi sağlıyor.
Mutlu Kaya ona silahla saldıran ve sağlığını kaybetmesine sebep olan bir erkeğin kurbanıdır. Çok sevdiği ablası da aynı şiddetten muzdarip olmuş ve hayatını yitirmiştir.
Filmin kahramanı başına gelen trajik hadiselere rağmen nefreti ve öfkeyi dönüştürmeyi, sosyal değişime önayak olmayı ve şarkılarında mutluluğu bulmayı başarıyor.
Gözetlenmekten hoşlanıyor musunuz?
Çin’den bütün dünyaya hızla yayılma ihtimali olan, mümkün olduğunca geniş halk kitlelerini teknolojik kontrol ve takip altında tutma mekanizmaları hakkındaki Mutlak itimat (Total trust) hakikatin peşindeki Truth Dox yarışmasını kazanan belgesel oldu. Jialing Zhang imzasını taşıyan film biraz dağınık olsa da gizlice çekilmiş teferruatlı bir rapor vazifesi görüyor.
Jüriye göre özel dünyamızı korumak temel haklarımızdan olmasına rağmen bu hakkın her geçen gün daha fazla kısıtlandığına şahit oluyoruz. Çin’de yalnız devlet değil, insanların ihbarcı komşuları dahil herkes seni gözetleyerek serbestçe nefes alabileceğin alanları daraltıyor. Bekçiliğe soyunan devlet işbirlikçilerinin kendilerini iktidarın bir maşası, yeri geldiğinde polisi, hâkimi, hatta celladı olarak görebildiğini de biliyoruz. Muhtelif baskı mekanizmalarıyla farklı düşünenleri sindirme pratikleri de cabası!
Sisteme karşı eleştirel bir pozisyonu benimseyenlerin ilk fırsatta düşman veya “terörist” damgası yiyebildiği de malum.
Hakikat idddiası bulunan belgeseller arasında mansiyon, İran’daki kadın erkek eşitsizliğini gözümüze sokan Tahran’da yedi kış (Seven winters in Tehran) adlı belgesele verildi. Steffi Niederzoll imzalı filmde molla rejiminin koruması altındaki bir erkeğin nüfuzuna kıyasla, kendini tecavüze karşı korumaya çalışmış bir kadının ne kadar “değersiz” görüldüğünü bir kez daha idrak etmiş olduk.
Halk birlikten yana!
DokuFest’in seyirci ödülü Snajka: Beklentilerin günlüğü (Sanjka: Diary of expectations) adlı belgesele verildi. Tea Vidović Dalipi imzalı şirin film yalnız kaynana ve kayınpederlerin çocuklarının izdivacına karışma alışkanlığını irdelemekle kalmıyor, bir zamanlar aynı ülkenin hudutları içinde yaşamış halkların birbirilerine nasıl ırkçılıkla yaklaştığını da ortalığa ayrıntılarıyla saçıyor.
Festivalin ödülleri hakkındaki yazıyı bitirirken, João Rosas imzalı A morte de uma Cidade (Death of a city) adlı belgesel ise bu sene DokuFest tarafından ağırlanmış The Doc Alliance adayları arasında ödül kazanan uzun metrajlı belgesel oldu. Mutenalaştırma kisvesi altında Lizbon gibi değerli bir kentsel dokunun İstanbul misali mahvedilmesi kökleriyle bağlantı içinde yaşayanları tabii ki üzüyor…
DokuFest’in ödülleri hususunda teferruatlı malumata buradan ulaşabilirsiniz.
(MT/AS)