Maden işçileri, yerin dört yüz metre altında sadece geçimlerini sağlamak için çalışırken, servetini onların sırtından var edenler, şöhretin ve zenginliğin doruklarındaydı. Ancak 13 Mayıs günü, madendeki iş cinayetinde 301 insan ölürken, hem Soma Holding'in hem de devletin çıkarları oraya gömüldü.
Faciayla beraber hükümet kanadından, ölenlerin üzerinden siyaset yapılmaması, yas sürecine saygı duyulması gibi şeyler duyduk. Amaçları ölenlere saygıdan öte, facianın arkasındaki tekelleşmiş kapitalizmi, işçilerin güvensiz çalışma ortamını gizlemekti. Facianın sebebini ''fıtrat'' olarak açıklarken de yas sürecine vurgu yapılarken de olayı ruhanileştirerek, toplumu yarı uykuya sokmaya çalıştılar ama başaramadılar.
Soma’nın yası nasıl yaşandı?
Düzenin insanlardan istediği, elleri dizlerinde ağlamaları, olayı kadere bağlamaları ve böylece yas sürecini pasif geçirmesiydi. Ancak hem ölen işçilerin aileleri hem de toplum bir yas sürecini aktif biçimde yaşadı. Dul ve yetim kalanlar Soma'da hükümet istifa dediler. Orada olmayanlar sokaklarda ve sosyal medyada protesto ettiler. Tabi yası aktif yaşatan da öfke oldu.
Öfke ve yas duygulanım bakımından farklı şeyler değil. İkisinin de kökeninde acı var ki toplumumuza ''politikleşmiş öfke'' ve ''politikleşmiş yas'' yabancı değil.
Örneğin Deniz Gezmiş'lerin idamını her yıl öfkeyle protesto ederken, yaptığımız bir dakikalık saygı duruşu da yas oluyor. Soma'ya baktığımda da ben bunu görüyorum. İnsanlar öfkeyle protesto ediyor ama bir dakikalık saygı duruşunda da yası yaşıyorlar.
İşçi yakınlarının politikleşmiş yas ile beraber düzene isyan ederken, Türkiye işçi sınıfı çalışma koşullarını, devletin ve sermayenin çıkarlarını sorguladı. Ağaoğlu’nun Maslak 1453 inşaatında bir işçi öldü, iki bin işçi iş bıraktı. Adeta uyuyan bir bunalım uyandı.
Dul ve yetim kalan insanların hükümete olan öfkesi toplumun alt sınıfındaki dinamiklerini harekete geçirirken, ne yazık ki bazı psikologlar bu öfkeyi ve beraberindeki depresyonu ''ana akım psikoloji'' üzerinden yorumlama yanlışına düştü. Bu bize bir kez daha ''eleştirel psikoloji''nin ne kadar önemli olduğunu gösterdi.
Ana akım psikolojinin yetersizliği
Örneğin psikolog Emre Konuk, bakın ne diyor,
“Kişi yas sürecini tamamlayabilmelidir. Başlarda kaybı kabullenmeme, isyan, bazen kaybı reddetme yaşanır. Yoğun üzüntü, çaresizlik, kızgınlık ve öfke sık yaşanan duygulardır. Zamanla kaybın yaşamın kabullenilmesi gereken doğal bir parçası olduğu hissi hâkim olur. Yas sürecinde yaşananları kişinin çaresizlik içinde başvurduğu savunma mekanizmaları olarak görebiliriz. Bunlar kişiye göre değişiklikler gösterebilir. Örneğin, bazen kişi yasın doğal davranış ve duygularından kaçınmaya çalışır. Komik fıkralar bile anlatabilir. Bu kişilerin zamanla normal yaşamdan uzaklaştıklarını ve uyku bozuklukları, iştahla ilgili sorunlar, bazen alkol ve madde kullanımı gibi değişik psikolojik sorunlar yaşadıklarını görebiliriz.”
Soma'daki ölümlere baktığım zaman, insanların kalp krizi ya da kanserden ölmediğini, kapitalizm tarafından öldürüldüğünü görüyorum. Bu yüzden Soma'daki öfke ve kızgınlığın zamanla geçeceğini, kaybın yaşamın kabullenilmesi gereken doğal bir parçası olduğu hissinin hakim olacağını söylemek doğru değil. Çünkü bu kayıplar doğal kayıplar değil. Ailelerin öfkesi ölümün kendisine değil ölüme sebep olan sorumsuz hükümete. Eğer işçilerin yaşlılıklarından kaynaklı, yataklarında huzur içinde ölmesiyle sonuçlanan doğal bir kayıp olsaydı, ölüm engellenemez bir gerçek olduğundan, zamanla diner ve kabullenme olabilirdi. Ancak hâlâ kapitalist tekeller tarafından yönetildiklerini gördükçe, akrabasının, komşusunun sömürüldüğünü duydukça bu öfke bitmez.
İşte Soma'da kardeşini kaybeden Emine Kılıç'ın söyledikleri; ''Devletin bu işin peşini bırakmaması lazım. İşçinin hakkını soran yok, büyükler paralara boğuluyor, biz madende ölüyoruz. Bu hangi vicdana sığar. Soruyorum en aşağı 300 ölü var, bu Soma’nın Belediye Başkanı nerede. Hangimizin kapısını açtı, kaç gün oldu ortada yok. Hiçbir Allah kulunun evide gitmedi. Yanımızda değilse nerede. Bu nasıl başkanlık."
Konuk'un açıklamalarından görüyorum ki kendisi, Soma'daki insanların ölümle sorunu olmadığını ölümün kaynağını oluşturan düzenle sorunu olduğunu anlamamış.
Bir diğer yanlış analiz de psikiyatrist Şahut Duran'dan. Duran'a göre;
“Madenciliğin doğasında ölüm olduğunun söylenmesi, insanlarda çalışma isteğini azaltan bir durum. Çünkü ‘Demek ki adalet sağlanmayacak’ diye düşünüyorlar. Söylenmesi gereken, ‘Evet yanlışlıklar olmuş, sorumluluğu alıyoruz, diğer madenler için de gerekli güvenlik önlemlerin alacağız.”
Duran, yasın son evresinden bahsederken de;
“Depresif ama kabullenme pazarlıklarının yapıldığı bu dönemde insanlar kendilerini avutacak pozitif bir şeyler bulabilirler. Maaş bağlandı, çocuklar okuyor gibi. Elbette dönem dönem hüzünler olacak ama bu dönem içinde de anılardan kaçmayıp yüzleşmek gerek.” diyor.
Bugün madencilerin hâla çalışması acaba kimin işine yarar? Soma Holding hâlâ ayaktayken, hükümetten kimse istifa etmemişken, sadece yetkililerin yapacağı ''sorumluluğu alıyoruz'', ''güvenlik önlemleri alacağız'' türünden açıklamalar ne kadar adalet duygusunu sağlar? Ayrıca yüksek yıpranma payına karşın işçilerin düşük ücretlerinden, çocuk işçilerin çalıştırılmasından Duran hiç bahsetmemiş. Adaleti yalnızca güvenlik önlemleriyle sınırlandırmış.
Duran'ın düştüğü yanlış sadece bununla sınırlı değil. Hükümet Uludere'de olduğu gibi Soma'da da maaşlar yoluyla halkın öfkesini susturmaya çalışırken, halktan depresyondan kurtulmaları için bununla avunmasını istemek, AKP'nin tuzağına düşmektir. Zaten Uludere'de maaşlarla avunulduğu için Soma yaşandı. Bu halkın faciayı yaratan düzene karşı mücadele gücünü kırar, düzenin sahiplerine güç katar.
Ayrıca Somalılar bulundukları sosyo-ekonomik tabaka bakımından varoluş mücadelesi verdiğinden zaten facia yaşanmadan önce de depresyondaydı. Tarım ve hayvancılık bittiğinden halk madenlerde çalışıyor, işsizlikten dolayı 1600 TL ile avunuyorlardı. Şimdi ise Duran insanların “şehit maaşı” ile avunmasını istiyor. Bütünüyle avuntuları ortadan kaldıracak bir şey önermiyor. Çünkü Somalıların depresyonuna bütün olarak yaklaşmıyor. Eğer Somalıların iş cinayeti öncesi dönemi üzerinde çalışmazsanız, şu anki durumunu anlamakta eksik kalırsınız.
Peki Somalılar depresyondan nasıl kurtulur?
Bunu ortadan kaldıracak olan ne maaştır ne de “çocuklar okuyor” demektir. Somalıları depresyondan arındıracak tek şey, düzene öfke kustukları bu dönemde yalnız olmadıklarını hissettirmektir. Düzen mağdurlarının göstereceği dayanışma ruhu, Somalıları hem depresyondan kurtaracak hem de düzene karşı mücadele gücünü arttıracaktır. Çünkü Soma'daki depresyonun kaynağı kapitalizmdir. (CÖ/AS)