27 ay oldu. Soma’da 301 madencinin ölümünün üzerinden tam 27 ay geçti, acı küllenmedi, sürüp gidecek bir başka zamana.
Hâlâ nasıl adlandırabileceğimizi bilmiyoruz.
Kaza? Facia? Katliam?..
Şimdilerde 15 Temmuz’dan sonra başka her şeyin unutulduğu bir dönemde başka sözcükler de ekleniyor, komplo-kumpas sözcükleriyle aynı cümlede geçiyor Soma.
Teknik olarak bir “iş kazasıydı”.
“Çok üzüntü veren, acıklı olay, afet” anlamıyla bir facia.
Katliam ya da kırım tanımındaki “savunmasız insanların toplu olarak öldürülmesi” kategorisine de dâhil edebilir miydik? Ölmemeleri olanaklıyken hangi ihmaller toplu olarak ölmelerine yol açmıştı?
Türk Tabipleri Birliği tarafından hazırlanan Soma A.Ş. Eynez Yeraltı Linyit Madeni Ocağı-İşyeri Sağlık Birimi İnceleme ve Değerlendirme Raporu olayın sağlık boyutunu irdeleyerek bu ve benzeri soruların yanıtını arıyor. TTB heyeti mahkeme kararı ile maden ocağının işyeri sağlık biriminde yani yerinde inceleme yaparak, çalışanlarla görüşerek, yine ancak mahkeme kararı ile ama eksik olarak gönderilse de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB) ve diğer kurumlarca kaza sonrası süreçte derlenmiş olan işletmeye ait kayıt, denetim raporları, tutanak, formlar gibi kimi belgeleri inceleyerek “verilen hizmetlerin temel özelliklerini değerlendirmeyi olanaklı kılan” bir inceleme gerçekleştirmiş.
Rapor 301 insanın hayatını kaybettiği madenle ilgili “işçi sağlığı ve iş güvenliği politikasını, fiilen, olay / kaza / hastalık / ölümün kabul edilmişliğini yönetmek üstüne kurguladığını söylemek mümkün” diyerek sonuç bölümünde bazı tespitleri şöyle sıralıyor:
* Sağlık gözetiminin niteliğinin yetersiz/eksik/hatalarla doludur.
* Günlük belge oluşturarak adeta sadece Çalışma Bakanlığı denetimlerinden geçebilme amaçlanmıştır.
* İşletmedeki iş sağlığı güvenliği profesyonelleri mevcut sorunları kanıksayan, göz ardı eden ve kayıt altına almadan yokmuş gibi görülmesini amaçlayan bir tutum oluşturmuşlardır.
* En önemlisi de işçi sağlığı ve iş güvenliği alanındaki bu negatif organizasyonel tutum işletme içinde sistematik bir şekilde yerleşmiş ve yaygınlaşmıştır.
* Görünür bu hali ile işletmede çalışan işçilerde tanısı konulmamış/gizlenmiş pnömokonyoz, gürültüye bağlı işitme kaybı, kas iskelet sistemi hastalıkları vb. farklı meslek hastalıklarının da var olduğu, bu konuda işletmede Çalışma Bakanlığı (İSGÜM) ve üniversitelerce ivedilikle niteliği yüksek bir meslek hastalığı tarama programının olgunlaştırılması gerekli olduğu kanaati oluşmuştur.
* Madendeki birçok sensöre ait kayıtta CO (Karbon monoksit) son bir aydır 50 ppm’in üstündedir. Bu da birçok işçinin çok önceden CO ile etkilenim belirtileri ile ağrı kesici ilaç kullandıklarını ve bunun süreklilik arz ettiğini, yani işletmede uzun süredir bilinen bir CO kaynağı olduğunu ve engellen(e)mediğini göstermektedir.
* Madende yerüstünde bir fizik mekan oluşturma, yeterli doktor ve yardımcı sağlık personeli görevlendirme ve birimler arası organizasyon yaparak işçilerin periyodik takipleri bile düzenlenememiş, yasal ve bilimsel temeller üstünden sağlık gözetimi yapılmamıştır. Yerüstünde bu kadar kolay bir süreci yönetememiş madende yeraltında sürekli değişen (gaz, toz, duman, su, tahkimat vb.) risklere karşı duyarsız ve başarısız olunarak 301 insanın öldürülmesi sürpriz değildir. Bu inceleme ile bu kazanın adeta bağırarak geldiği söylenebilir.
* Bu kaza sonrasında irdelenmesi gereken bir diğer konu da teknik elemanlarca yapılan sağlık gözetimi denetiminin yeterliliği konusudur. İşletmede yüzde 30 dolayında pnömokonyoz varlığı yönündeki bilimsel yayın halen tanı konulmamış yaklaşık 800 işçi olabileceğini düşündürmektedir. Eğer işverenin işçisi durumunda olmayan bağımsızlığı güvence altına alınmış işyeri hekimleri tarafından niteliği yüksek bir sağlık gözetimi denetimi yapılsa idi işçilerin birbirine benzer şikâyetlerinin varlığının işletme tarafından gizlenmesi engellenebilirdi. Daha da önemlisi özellikle işçilerin baş ağrısı sebepli yoğun ve sürekli ağrı kesici kullandıkları gözetilerek CO etkilenimi ile ilişkisi kurulabilir ve belki de bu kaza sadece bu bulgudan yola çıkarak bile çok kolayca önlenebilirdi.
Kaza mı, facia mı, katliam mı derken 15 Temmuz sonrası “komplo” da katılmaya çalışılıyor sözcüklere. Hem sosyal medyada konu oldu hem de madenin patronu mahkemede “komplo” dedi.
Sosyal Haklar Derneği bu komplolaştırma çabalarına tepki gösterdi ve belki de yeni bir tanımlama getirdi: “Sosyal cinayet düzeni komplo teorileriyle aklanamaz!
Kaza, facia, katliam, sosyal cinayet düzeni… (CIY/AS)