Fotoğraf: Pixabay
Kullandığımız sözcükler zamanla değişiyor. Kimileri unutuluyor, kimileri şekil değiştiriyor. Argo kategorisinden geliyor kimi (boş yapmak, birine yükselmek vb.), kimi konjonktürden doğuyor (konuşlanmak, brif vermek vb.), yeni yeni zaman kipleri de var, "geliyor olacağız", "yapıyor olacağız" gibi.
Biz devlette ağır endam takılırdık eskiden; arz’lar, tensip’ler, bahsekonu’lar falan uçuşurdu resmi yazışmalarımızda. Sonraları ‘özel şirket/plaza’ jargonu daha bir beğenilir oldu. Brif vermeye; toplantı saatlerini ‘set’ etmeye falan başladık usul usul. Ne yalan diyeyim hiçbir zaman ısınamadım yeni jargona, yaz sıcağında naylon çorap gibi bi’şey sonuçta!
"Multitask" da nispeten yeni bir kavram. Anlamı, birden fazla görevin ve/veya sürecin belirli bir süre boyunca eş zamanlı olarak yapılması.
Takdir toplayan bir özellik çalışma hayatında artık. İşte bu ‘multitask arkadaşlar’ hayatımıza tam olarak Deniz Baykal’ın 1997 yılında CHP Kurultayı’na Ricky Martin’in şarkısıyla (bkz. un dos tres alley alley alley) girdiği gibi girdiler, zirveden.
Kalıcılık, sabitlik
Zamanın ekonomi politiğine yakıştı da işin doğrusu. Mâlum, hız modern zamanların en gözde kavramlarından biri. Her şey hızlı yapılmak zorunda. Giderek şiddeti artan hız baskısı altında santrifüjlenen zaman diskroniye dönüşüyor, paramparça oluyor sanki. Sistematik bir eziyete dönüştü bu durum. Sürekli eylemek, sürekli hareket etmek zorundayız.
Yeni kapitalizmin kültürü tam da bu aslında! Her şey hızlanıyor. Sürekli üretmem, hep bununla şunu eşzamanlı olarak yapmam gerekiyor.
Kalıcılık ve sabitlik istemiyor modern zamanlar, istikrâr artık zayıflık alameti. Boğuluncaya kadar üretmem, sonra da kendi ürettiklerimde boğulmam gerekiyor durabilmek için. Kötü yazılmış bir distopya içinde figüranlık yapıyor gibiyiz. Ya da hiçbir limana giremeden sonsuza dek okyanusta yol alan ‘Uçan Hollandalı’ gemisinin mürettebatı gibi lanetlenmişiz belki de, kim bilir.
Çalışma arkadaşlarım
Bana göre multitasking eyleminden daha garip olan şey insanların bu tuzağa düşme potansiyeli. Çevremdeki insanlar, genci de yaşlısı da, sanki çok matah bir şeymiş gibi bahsediyor bu hâlden.
Multitask olma hali ile övünmekten söz ediyorum. Gönüllü bir baskı altında, bunu hiç de dert edinmeden devam etmeye çalışıyorlar. Ciddi odaklanma sorunu yaşayan arkadaşlarımın sayısındaki artış beni korkutuyor açıkçası. İletişim karşılıklı bir süreç ve ben giderek daha fazla ‘dinleyemeyen’, ortadaki söze ‘odaklanamayan” insanla karşılaşıyorum. İnsanın kendi kendine uyguladığı şiddet en kötüsü, çünkü tükenmeden sonu gelmiyor.
Emekli olurken genç uzman arkadaşlar bana bir sürpriz hazırlamışlardı. Acil bir konu olduğunu söyleyerek beni bir zoom toplantısına davet etmişlerdi.
Meğer pandemi zamanlarında bir araya gelme güçlüğünü hesaba katarak bana sanal bir veda hazırlamışlar. Sonra o uzun videonun bir kopyasını gönderdiler bana, videonun adını “Uhuletle ve suhuletle bir Aygün Hanım geçti bu Bakanlıktan” olarak kaydetmişler, hayatımda aldığım en kıymetli hediyelerden biridir.
Çok severim ‘uhuletle ve suhuletle’ tabirini, çok da kullanırdım iş hayatında. Odama koşarak giren ve vücut diliyle çaresiz dertlere düşmüş gibi hareketler yapan tüm çalışma arkadaşlarıma sakin olmalarını, işin kıymetlisinin “uhuletle ve suhuletle” yapılan olduğunu tembih etmişliğim çoktur. Dikkatin hası derin ve yoğunlaşmış olandır çünkü. Çağlar boyunca bu derin dikkat ile biriktirmedik mi insanlık mirasımızı. Oysa şimdi her şeyi eş zamanlı yapmaya çalışıyoruz. Sanki sabunlanmış bir zemin üzerinde koşmaya uğraşıyor, bir yandan da elimizi kolumuzu sallayarak dengemizi sağlamaya çalışıyoruz.
Sözün özü; sandığınız kadar matah bi’şey olmayabilir bu multitask olma hali. Size diyorum. Bir arkadaşınızla bir yere laflamaya oturduğunuzda ilk hareket olarak cep telefonunu masanın üzerine koyan, sözü takip edemeyenlere yani. Kendini “hissedebilmek” için sözün değil gözün odağında olmaya çalışanlara diyorum.
Direnmek
Hayatımız günbegün kuşatma altında. İlla topla tüfekle olmuyor işgal dediğin. Hayat, “performe” edeceğin bir müsamere değil! Görülmek için instagrama sürekli özçekimler koyup twitterda durmadan cıvıldayanlara diyorum. Ne alakası var demeyin, birbiriyle alakası olmayan acizlik yok yeni düzende, hepsi aynı haltın soyu. Küçücük hissedip dışarda kalmamaya çalışmakla ilgili her şey!
Multitasking işinin pek hayra alamet olmadığı konusunda yalnız da değilim üstelik. Mesela, Byung Chul-Han Yorgunluk Toplumu kitabında şöyle diyor:
“Bir zaman ve dikkat tekniği olan multitasking medeniyetin ilerleyişini temsil etmez. Multitasking, insanın geç-modern işçi ve bilgi toplumunda yalnızca çalışmasına uygun bir kabiliyet değildir. Multitasking, daha ziyade, bir gerilemedir. Özellikle vahşi doğadaki hayvanlar arasında bir hayli yaygındır.
"Balta girmemiş ormanda hayatta kalabilmek için vazgeçilmez bir dikkat tekniğidir. Yemekle meşgul olan bir hayvan kendini başka vazifelere de yöneltmek zorundadır.
"Mesela yırtıcı hayvanları avından uzak tutmak mecburiyetindedir. Avını parçalarken, kendisi başkalarına av olmasın diye sürekli etrafını gözetlemek zorundadır. Aynı anda yavrusunu korumalı ve eşinden gözünü ayırmamalıdır. Vahşi doğada hayvan, dikkatini muhtelif işlere bölmeye mecburdur. Ne yemek yerken ne de çiftleşirken derinlere dalabilir. Hayvan, karşısında bulunanın içinde derinlere dalamaz çünkü aynı zamanda içinde bulunduğu alanı tetkik etmek zorundadır.” (Han,2019:23-24)
Ne güzel demiş değil mi? Her şeyi aynı anda yapamazsın annem! Sana olmanı söyledikleri insan olmak zorunda değilsin. Hayatın marketten alınacak, üzerini tükenmez kalemle çizdiğin bir alışveriş listesi değil. Bir yerden başlamak istersen neden o gün bugün olmasın. Sen insansın, avını parçalarken bir yandan arkasını kollayan bir Bengal Kaplanı değil!
Direniş dediğin şey biraz da bu demek, senden yapmanı istedikleri şeyi tersyüz etmek yani! Geç aynanın karşısına “Soluklan!” de kendine işe gitmeden önce. Kendi kendini güldürmeyi başarıncaya kadar tekrarla bu komutu. “İyi ki monotask bir insanım” de. “Ben Bengal Kaplanı değilim” de, “Uhuletle ve suhuletle” de. Ne dersen de, dinle kendini ama sahiden dinle. Belki de işin sırrı tam da burada; onların istediği şekil hariç her şekilde direnmekte!!!
(AA/EMK)
*Byung Chul-Han (2019), Yorgunluk Toplumu, Açılım Kitap, İstanbul