Seksenlerinde bir adam doktora gider ve ıstırabını dile getirir: “Mesele cinsel hayatım. Kahvede arkadaşlar her gün anlatıyorlar. Haftada dört beş gece, her seferinde iki üç defa. Mahcup oluyorum, ne yapmam lazım?” Bir an duraklayan doktor gülümseyerek başını kaldırır ve “Bir şey olmaz, siz de söyleyin” der.
Zaman zaman azalsa da Türkiye solunda eksik olmayan tartışmalardan biri kimin daha devrimci olduğu. Herkesin birbirini reformistlikle -ki bu ara sevilen tabir liberallik- suçladığı bir ortamda başına devrimci sıfatını almadan sosyalist de olunmuyor, Marksist de. Demokrat bile olsanız delikanlılığınıza halel gelmemesi için devrimcisinden olmanızda hayır var gibi.
Devrimciliğin devrimle alakası
Dışarıdan bakan ve biraz da dünya tarihi okumuş birinin anlaması mümkün değil bu ifadeleri. Ülkedeki durumun kitlelerin ayağa kalktığı ve evlerine dönme niyeti olmadığı 1917 Petersburg’una benzer bir yanı yok. Gene de bakınayım deseniz Beyoğlu’nda sabah dörtte açık yer arayanlar hariç birilerini bulmak zor olur.
Hal böyle olunca devrimciliğin devrimle bir alakası olmadığına kanaat getirmekten başka bir çareniz kalmaz. Devrimci olmak için ortada devrimci bir durum olması gerekmiyor da, bizim içimizden geçmesi yeterli sanki.
Şaka gibi görünse de yaşını başını almış bu kadar insan için önemli olduğuna göre anlamaya çalışmakta fayda var. Mesela, hepimize kampanyacılık vaaz eden Doğan Tarkan’ın kendisi bir parti genel başkanı ve adı da Devrimci Sosyalist İşçi Partisi (DSİP). Sungur Savran mevcut partileri yeterince devrimci bulmamış olacak ki önümüze “devrimci işçi partisi” inşasını hedef koyuyor. İşçiler, palamut akını misali sola geliyor da Savran hepsini kabul edemeyeceğinin altını çizme gereği duyuyor mu diyeceğiz?
Nesnel olarak yani bilgisayarımızın dışındaki dünyada yani işyerlerinde ve sokaklarda ileriye taşınacak, tamamına erdirilecek bir devrimci atılım yok iken, biz de reform mu devrim mi gibi bir karar anında değilken “devrimci” olmak ne ifade eder?
Dal kımıldamazken devrimcilik
Denilebilir ki devrimci olmak devrim hedeflemekten gelir. Hadi jargona uygun söyleyelim kitlelerin düzen içinde sahip olamayacaklarını talep etmelerini sağlamaktır. Devrimciyi diğerlerinden farklı kılan elindeki programdır. Peki, bu bizi tekrar muhayyel bir tartışmaya çekmiyor mu? Yani ortada başka hiçbir şey yokken sadece program üzerinden bir “devrimcilik” niye devrimci olsun?
Lenin’in Nisan Tezleri ve sonrasında Ekim’e kadar geçen macerasından haberdar bir Marksistin program üzerinden devrimcilik tarifini tekrar düşünmesinde hayır var kanaatindeyim. Bolşeviklerin eski programı da gayet devrimciydi ama eskidi ve devrimin önünde engel oldu.
İkinci açıklama devrimciliğin niyetle ilgili bir şey olduğuna dair olabilir. Yani Nisan Tezleri’ni okumuş bir solcu olarak o an geldiğinde duraksamayıp reformlarla yetinmeyeceğimize dair birbirimize söz verme halimiz. Buna niye gerek gördüğümüz kısmı tartışmalı ama bunun işe yarayacağına inanmak daha da vahim bence. Lenin’in işi altı ay boyunca daha önce hepsi devrimci olan yoldaşlarını devrime ikna etmek değil miydi?
Bir başka ihtimal kimlik siyasetiyle alakalı. Doksanlı yıllar boyunca “kimlik” tartışmaları yapılırken solun farklı kesimleri farklı şekillerde etkilendi. Toplumun kimlik meselelerine ilgi duyanı da tepki duyanı da vardı ama sonuçta solculuk bir alt kimlik olarak görülür oldu. Üstelik üstüne ne istiyorsak yazabileceğimiz bir kimlik. Yaşadıklarımızdan, yapıp ettiklerimizden tamamen azade hem de.
Kadro yetiştirmek
Yoksa “Bu düzeni yıkalım” diyerek düzen yıkıldığına inanmak için sıkı bir idealist olmak gerekiyor. Megaloman olmadığı sürece her solcu bilir ki bu propaganda düzenin yıkılmasını falan sağlamaz, sadece düzeni yıkacak kitleler harekete geçtiğinde onlara liderlik edecek insanları kazanmanızı sağlar.
Ne var ki bu kazanım hem zor hem de sorunludur. O an geldiğinde harekete geçecek aktivistlerin yetkinlik kazanması için daha öncesinde kitle içinde çalışması gerekir ve maalesef bu çalışma da ağırlıkla reformisttir. Yani saksıda kadro yetiştirmediğiniz sürece (ki bunu dahi deneyenler oldu) kendinize ait bu tanımlamaların hayatta pek bir manası da güvencesi de olmaz.
Dünya tarihi “Devrim yapılmaz, devrim olunur” önermesini doğrulayan onca örnekle doluyken leblebici, kazandibici gibi “devrimci” olmaya niye heves ediyoruz bunca yıldır anlamadım ama çalışıyorum ve iknaya açığım hala.
Başka bir dünya kurmanın yolu bazen küçük bazen büyük adımlarla toplumsalın değişmesinden geçiyor. 68 ve 78’lilerin bir kısmı için zor olsa da gençlerin ve her zaman genç kalanların ihtiyacı belli. Devrimci / reformist ikilemine takılmadan (retorik sevenler için diyalektik bir biçimde aşarak da denebilir) kısa ve uzun vadeli hedeflerle siyaset yapabilecek güçlü bir sol yaratmak.
Yolda kimlik deklarasyonu isteyen ihtiyarlara da fıkradaki gibi “Biz de devrimciyiz” deriz olur biter.(AÇ/EÜ)