Türkiye’de solun hemen hemen tüm bileşenleri uzlaşma ifadesine karşı uzlaşmaz bir tutum içerisinde. Uzlaşmanın kendisi nasıl toptan her şey için kullanıldığında sakat bir düşünceyse aynı şekilde uzlaşmama da her durum için kullanıldığında sakat bir düşünce.
Solun uzlaşma reddinin temelinde Marksizm’in "uzlaşmaz sınıf mücadelesi" var. Oysa ki tarihin kendisini "uzlaşmaz sınıf mücadelesi" olarak tanımlamakla tarih oluşurken "her durumda uzlaşmak" ya da "uzlaşmamak" ayrı durumlar.
Marksizmde uzlaşmazlığın temel olması aslında uzlaşmanın da sınırlarını belirliyor. Çünkü uzlaşmaz çelişkiden bahsetmek aynı zamanda uzlaşılabilir çelişkinin de varlığını zorunlu kılar.
Örneğin işçi sınıfı mülk edinme biçimiyle hiçbir zaman burjuvaziyle uzlaşamazken toplumsallaşmış üretim biçimiyle köylüler ve küçük burjuvaziyle uzlaşabilir konumda. Burjuvazi de toplumsallaşmış üretim biçimiyle köylüler ve küçük burjuvaziyle uzlaşamazken, mülk edinme biçimiyle bu iki sınıfla uzlaşabilir.
Son dönemin uzlaşma zihniyetine bir bakış
Özellikle 2007’den 2008’e geçişteki son bir kaç ay, özelikle son bir ay, başta sol olmak üzere politik zihniyetin uzlaşmaya dayalı konumlanışını, zihniyet durumunu açık ve net biçimde ortaya çıkarıyor. Çünkü son süreçte on yıllara dayalı çelişkiler sıkıştı ve bir şekilde yeni çözülmelere doğru evrildi.
Kürt sorunu:
Türbanı serbest bırakan anayasa değişikliği sürecinde Demokratik Toplum Partisi'nin (DTP) kendi talep ettiği olası özgürlükler adına değişikliğe destek vermesi uzlaşmanın nasıl bir zihniyete dayandığının göstergesi.
Aynı şekilde Güneş Operasyonu sırasında "Oğlum olsa askere göndermezdim" diyen şarkıcı Bülent Ersoy’a alkış çalınması, "Batman Belediyesi tarafından bir sokağa isminin verilmesi" uzlaşmanın kriteri konusundaki zihniyetin benzer bir örneği.
Ersoy’un politik anlamda olumlu ya da olumsuz anlamda kayda değer bir geçmişi yok. Daha da önemlisi Ersoy, "Kürt sorunu" ile ilgili tek kelime açıklama yapmamıştı.
Ersoy yozlaşmış egemen kültürünün bir üreticisi. Tek bir açıklamasına dayanarak, yoz kültür üreticiliği es geçilemez. Bu durum, sanatı nedeniyle gerekirse cezaevine girmeyi göze alan ve sanatını toplumsal olarak da üretmek için varını yoğunu ortaya koyan sanatçılara hakaret.
Tavır, bir Ruhi Su'yu, bir Şiwan Perwer'i, bir Grup Yorumu, bir Kardeş Türküler'i, bir Ciwan Xaco'yu, bir Kazım Koyuncu'yu Ersoy'la eş tutmak demek ki, bu eşleştirme "uzlaşma adına" kabul edilemez.
Laiklik:
Uzlaşma konusunda en yavan hallerin çıktığı alanların başında laiklik geliyor. "Laiklik elden gitmesin" diye uzlaşmaz tavır alanlar, Türkiye’nin son 30 yılındaki tüm demokratik süreçlerin sekteye uğramasından sorumlu orduya demokrasi adına koşulsuz destek sunuyor.
Öte yandan sol, başörtüsünün Türkiye'nin politik geçmişinde "sola karşı" girişilen mücadelede aktif rol oynayanların talebi olduğunu göz ardı ediyor. Bu konumlanmaların en vahim yanıysa, solla mücadelede ordunun devlet tarafının başında yer almış olması.
İşçiler:
Tuzla Tersanelerindeki ölümlerle ilgili Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) ortaya koyduğu tutum uzlaşmanın ilkesizliği konusunda ilginç örneklerden biri. Tuzla’yı ziyaret eden CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, "İnsan yaşamı için gerekçe olamaz" derken, aynı zamanda Türkiye'deki gemi sektörünün dünyada 4. sırada olduğunu ballandırarak anlatmada sakınca görmemişti.
Baykal'ın aklına sektörde dünya dördüncüsü olma nedeninin bizzat ucuz işgücü, sosyal haklardan yoksunluk, iş güvencesizliği olduğunu düşünmek gelmiyor. Hal böyle olunca işçi yaşamına dair söyledikleri hükümsüz kalıyor.
Uzlaşmanın günümüzdeki rolü
Uzlaşmanın tarihsel anlamda bireyleri ve/veya politik tutumları nasıl bir konuma getireceğine dair örnekler, ilginç biçimde, bu günlerde kendini gösteriyor.
2 Mart'ta aydınlar (!) tarafından hükümete "Şimdi sıra AB’de" mealindeki deklarasyon güzel bir örnek. "Özgürlük" olarak sunduklarına destek verdikleri hükümet, "şimdi sizin isteklerinizi, özgürlüklerinizi konuşalım" demek için onlara geri dönmedi. Bu geri dönmeyişin kızgınlığı içinde deklarasyon yazanlar, Papaz Gapon aracılığıyla Çar’a dilekçe veren Rus işçilere benziyor.
Aydınların talebinin hükümet tarafından Çar’ın tepkisine benzer biçimde karşılanacağı elbette söylenemez ama çok da kaale alınmayacağını söylemek de mümkün. Kapitalizmin uzlaşı korosunun gündelik anlamda, dünya ölçeğinde iyice çatırdamaya başladığı bu süreçte, her şey ve duruma karşı en baştan uzlaşmazlığı önermek ciddi bir hata. Aynen birkaç ve yüzeysel duruma bakarak uzlaşma önerilmesi gibi.
Günümüzde uzlaşmanın kriterlerini belirlemek öncelikle uzlaşılmaz alanların kriterlerini belirlemekten geçer. Örneğin türban serbestliği kişisel özgürlükler açısından dahi desteklenecekse, verilecek desteğe karşılık her alanda ve koşulsuz özgürlük talebini öne sürmek ve bu konuda uzlaşmaz olunacağını ifade etmek gerek.
Uzlaşmaz alanı belirlemek elbette hemen bu alana dair taleplerin yerine getirilmesini sağlamayacak. Ancak bu tür bir tutum, öncelikle karşı tarafın gerçek konumlanışını eninde sonunda ortaya çıkaracak. İkinci ve diğer önemli bir durumsa şu:
Bu yaklaşım, gelecek için kaynağını bugünden alan sağlam ve tutarlı politikaların üretilmesinde tarihsel bir kaynak olacak. (DEZ/GG)