Parmenides’i bu kadar önemli kılan, onun ontolojinin kurucusu olarak nitelenmesinin haricinde, konuya çok geniş bir perspektiften bakması oldu.
Klasik felsefe tarihi, bilenler için de ucundan konuya alaka duyanlar için de Sokrates, Platon ve Aristoteles’le başlamıştır. Böyle gelmiştir, böyle bilinip, literatüre de böyle yerleşmiştir.
Peki bu üç “baba”dan önce felsefe yok muydu? Felsefe yazını adına hiçbir şey yapılmıyor muydu? Özellikle modernleşme sonrası dönemde felsefenin ilk adımlarını kimin attığıyla ilgili kafalarda soru işaretleri oluşmaya başladı. Bu konuyu deşelemek için biçiliş kaftan olan yaramaz çocuk Nietzsche, Sokrates öncesi (presokratik) dönemdeki filozoflarla ilgili bilgi edinmek için sağlam bir araştırmaya girişti.
Nietzsche’nin bunu yapmaktaki amacı, Sokrates öncesinde ne olup bittiğini gözler önüne sermek değil, onun “nihilizm”ine ulaşılabilecek yolun, presokratik dönemle başladığını savunmasıydı. Ayrıca yine Nietzsche’ye göre; Sokrates felsefeye, hatta tam da Nietzsche’nin “kazı çalışması” yaptığı yere, yani Sokrates öncesi döneme kazık atmıştı. Bu yüzden de onları ve dönemlerini bulmak, bakışları oraya çevirmek elzemdi.
Nietzsche’yle beraber, birkaç filozofun çalışmaları sonucunda presokratik dönemde felsefe üzerine kafa patlatmış Thales, onun öğrencileri olan Anaksimenes, Anaksimandros, Herakleitos, Pythahores, Empedokles ve Parmendies ortaya çıktı. Hamza Celâleddin’in yayıma hazırladığı, Destek Yayınları Felsefe dizisinden çıkan, “Nereden Başladığımın Önemi Yok, Çünkü Geri Döneceğim Oraya” kitabı, Sokrates öncesi filozoflardan Parmenides’in özellikle Varlık’la, onun nitelikleriyle olan derdini ve haliyle görüşlerini enine boyuna ele alarak, bol bol soru sorarak anlatıyor.
Parmenides’in, sadece Nietzsche’nin ısrar üzerinde durduğu Sokrates öncesi filozofların başında gelmesinin dışında, ontolojiye geniş bir pencereden bakmasıyla da önem taşıdığı söylenebilir. Zira o, Varlık’ın bütünlüklü tanımını yapan, dolayısıyla da ontolojinin kurucusu sıfatını taşıyan ilk filozoftur.
Kimilerine göre; “bilinen” felsefenin kurucuları olan Platon ve Aristoteles bile ondan etkilenmiştir. Peki Parmanides’i bu kadar önemli kılınmasına sebep olan ontolojiye yönelttiği geniş perspektifin içinde ne yatmaktadır? Hamza Celâleddin kitabında, bu soruya, soruyla cevap vererek şöyle bir açıklama getiriyor: “Parmenides ontolojisinde iki temel vardır soru vardır: “Varlık sabit midir yoksa akışta mıdır?” ve “Varlık birlik, biriciklik, teklik hâli midir, yoksa çoğul mudur, çokluktan mı teşekkül etmiştir, birden daha fazlası mıdır?” Bu iki temel sorunun ortaya çıkışı, Parmenides’in Varlık nitelemesi sayesindedir. Varlık’a ilişkin bu iki temel soruya Parmendies’in vermiş olduğu cevaplara itiraz, yine presokratik filozoflar olan Herakleitos ve Empodokles’ten gelecektir. Varlık’a yönelmiş bu “çocukça” tartışmalar, felsefenin temelini ve özünü oluşturuyor olduğundan, Parmenides’in yaşamöyküsel ve felsefi hikâyesi, çabucak hepimizin alakasını cezp etmelidir. Öyleyse Parmenides, gerçekte ne demiştir?”
Bütün bunların cevapları, “Nereden Başladığımın Önemi Yok, Çünkü Geri Döneceğim Oraya” kitabında yazıyor.
Ben, bize lazım gelen kısımları elimden geldiğince açıklamaya çalıştım. Kim bilir, herkesin, her şeyin özüne, köküne inerek hakikati aramaya çıktığı bu post-modern çağda, Parmenides bir farklı bir damardan rehberlik görevini üstlenir ve bugünü dünde aramaya başlamaya yardımcı olur.
(MS/EMK)