Fotoğraf: Twitter
Yasak ilanı ile sokağa dökülüp, marketten çokoprens alan adamla yeteri kadar alay ettik mi ? Alaycı entelektüel sermaye ile de alay edeceğimiz daha ne elverişli günlerimiz olacak diyerek, birkaç psikoloji gazeli okuyayım. Bu gazelle de başka bir vakit pekâlâ alay edilebilir, kuşkusuz.
Aslında, “sokağa çıkma yasağı ve fırın”, “gerçek”le ilgili psikanalitik belirsizliğe içkin bir diyalektiktir. Süreç boyunca bu denli kurmaca, komplo teorisi ve kurgusal duygulanım olmasının arkasında, insanlığın bu virüsle ilgili duygusal bir hafızası olmaması var. Yasağın ardından sokağa hücum etme, bu bağlamın pekâlâ anlaşılır bir özelliği. Gerçek ile semantik (anlamsal) bir bağ kurulamadığında, başka deyişle, gerçeğin bir semantik varyasyonu olarak hakikatle buluşamayınca, insan helezonik olarak kendi derinliğine çekiliyor ve korku bir anlamla buluşup “gerçeklenme” ihtiyacı hissediyor.
Bu nokta Lacancı “gerçek”tir. Yani, gerçek, ruhsal dünyada konumlanan bir yapı oluyor. Virüsün davranış haritasının gün gün yalnızca nicel olarak belirginleştiğinin altını çizelim. Nitelik olarak hala tamamlanmış bir bilgi olmadığı için yukarıdaki psişenin genel akışı değişmiyor ve gerçek, bir mana olarak yaşamımızın ilk yılındaki korkuya ve “kötü”ye hicret ediyor. (Bu “kötü”nün ne olduğuna birazdan geleceğiz.)
Öyle ki, halkın kendini sokaklara vurmasında belirleyici olan, virüsün biyolojik tahribatlarından daha çok, insanlığın muktedirliğine dair oluşmuş algının zedelenmiş olmasıdır. Bu yüzden, sokağa hücum ederek virüsün çok daha fazla yayılacağından bahsedip, bu bahsin aleyhinde hareket eden kitlelerle alay etmek, alay konusu olmaktan daha fazla değer taşımıyor. Ama dediğim gibi küçük burjuva entelektüelizmle asıl alay edeceğimiz günler gelecek.
Kapitalizm karşıtlarının görünür, belirgin ya da ikna edici seçeneklerinin olmadığı, Sovyet sistemi gibi makro örneklerin de dağıldığı neo-liberal dönemde toplumun “kolektif alan”dan anladığı, insan türünün ekonomik kapasitesi ve ekonomiye ardışık (teknoloji bilim vb.) kazanımlardır. Şimdi bu alanın dağılmasıyla, yani majör güven alanlarının zedelenmesiyle, insanların ego temsillerine döndükleri, bireyselleşmenin bu ego temsilinde “tekil biyolojilerin öncelikliği” olarak yükseldiği, insan yaşamının ilk yılına denk düşen ama yaşam boyu bizi takip eden alt benliklere güneş vurduğu görülüyor.
İlk bellek anılarımızın dürtülerimizin doyumu ile ilgili olduğu düşünülür. İlk anılarımız haz ve elem anlarımızdır. Haz anıları ilerleyen yaşantımızda libidinal dürtülerle yatırımlanır ve hayatımızda “iyi”ye ilişkin şeylerin paradigmatik çekirdeğine yerleşir. İhtiyaçların giderilmemesi ve doyuma ulaşamamaktan kaynaklanan elem anıları ise kaygı ve kötü paradigmasının çekirdeğine yerleşir. Hayat boyunca “kötü”nün tözü olur.
Güncel olarak “kötü” olduğu konusunda yüksek duygusal mutabakatın olduğu bir dönemdeyiz. O yüzden kötüye ait en güçlü ve köklü bellek bugün toplumsal bir operasyon kabiliyeti taşıyor.
Ruhsal aygıtın birincil süreci, benliği henüz gelişmemiş çocuğa özgü düşünme biçimidir ve yaşam boyunca aynı şekilde işler. İkincil süreç ise yaşam boyunca gelişir, ilerler, değişir, dengelenir. Birincil süreç, yaş ne olursa olsun alt benlikteki boşalmayı, boşalamadığında yönlenme/kayma biçimlerini anlatır. Baş edilemeyen durumlarda debisi yükselir. İkincil süreç ise olgun bir benliği, rasyonalizasyonla, kültürle, dengeyle, kolektif becerilerle bağlantıda kalmayı ifade eder. Sokağa çıkma yasağına yönelik fırın/market tepkisinin birincil süreçle, alt benlikle güçlü bir ilişkisi var:
1) Benlik değerleri ile yatıştırılamayan bir hakikat boşluğu
2) Alt benliğin hiç beklemeksizin doyum eğilimi
3) Alt benlikten gelen agresyon dalgası
4) Önüne bir engel çıktığında ya da nesne erişilmez olduğunda, yatırımın, özgün nesnesinden başka bir nesneye kayma özelliği. (Marketlerden alışveriş yapmak olumsuz dürtünün kaydırılarak yatırımlandığı bir semboldür. Bu yüzden, insanlara iki gün aç kalmayacaklarını, bu telaşın manasız olduğunu anlatmak dün gece itibariyle manasızdı. Mesela, çokoprens bir yatışma nesnesi bile olabilir. Mana için buraya bakılabilir.)
Yaşamın akışına yönelik bir yasakla karşılaştığında, dürtü boşalımını fırın ve market dolayımındaki bir ruhsal temsile yatırımlandıran kitleden, enerji boşalımını çevresel koşullar olgunlaşana kadar bekletebilmesini, olgular arasındaki bağlantılara, nedenselliğe, duruma, zamana, mekana uygun yönelim içerisinde olmasını bekliyoruz.
Oysa, süreç bir “gerçek”le manalanamadığı için ikincil süreç, yani benlik yönelimi bozulmuş durumdadır ve konfüzyon hali içindedir. Buradaki sorun, ikincil sürecin zayıflamasına neden olan gerçekle buluşamamak ve sandığımızdan çok daha karmaşık olan güven sorunudur. Yoksa insanların birincil süreçle hareket etmesi anormal değildir, alay konusu hiç değildir.
Şimdi fırınlarda, marketlerde belli yatırımlar yapıldı, enerji yönlendirmeleri gerçekleşti, binlerce kişinin bir market önünde alt benlikle, birincil süreçle hareket ettiği bir “iki saat” yaşadık.
Sosyal tedbirler açıklanmadan, yani salgınla ilgili bir türlü gerçekleşemeyen mana, sembolik de olsa yatıştırılmadan sokağa çıkma yasağı talebi küçük burjuva radikalist bir talepti. Bunu gördük. Aynı benlik, bu kez çokoprens alaycılığı ile küçük burjuva karakterini yeniden üretiyor. Bunun toplumsal sağlığa yararı olmadığı gibi, toplumsal enerjiyi anlamaya dönük yavaşlatıcı bir etkisi var.
Şimdi, evlerde toplumsal benlik kendine geliyor, ve dakika dakika gelişiyor. Benlik gelişirken kullanacağı enerjiyi bulabilmesi çok önemlidir. Market ve fırın hücumu, virüsün yayılımı açısından sonuçları ağır olsa da, kaygıyı ve alt benliğe yönelik enerjiyi şu an nötralize ediyor.
Nötralizasyon sonucunda alt benliğe özgü olarak bir an evvel boşalmak ya da yatırımlanmak için ağır bir baskı yapan dürtü enerjisi bu karakterinden kurtularak benliğin akılcıllığı altına girebilir. Akılcıl çağrılar ancak şu an işe yarayabilir. Çünkü dürtü önce benliğe yatırılır ve bu yolla dezagresivizasyon edilir, ancak ondan sonra toplumsal benlik için önemli bir amaca yönlendirilebilir. Alaydan çıkıp, mikro ölçekli dayanışma ağlarından, uzun boylu devrimci fikirlere kadar, yaratıcı aklımızda ne kadar alternatif varsa, en yakınımızdan başlayarak sakin sakin anlatmaya şu an başlayabiliriz. Başka şansımız yok. (OG/RT)